Yine memurlar konuşuluyor... Ne zaman bütçe sıkışsa, ne zaman “mali disiplin” söylemi yükselse, tasarrufun adresi hep memurlar oluyor.
“Zaten çalışmıyorlar”, “yük oluyorlar” gibi ezber klişeler, memurun yaşadığı gerçek hayatı görmezden gelmenin artık kurumsallaşmış bir refleksine dönüşmüşe de benziyor.
Memurlar için sunulan iki yıllık artış teklif, “beklenen enflasyon” hesaplarıyla şekillenmiş gibi görünse de; bu teklifin ne telafi edici bir yönü, ne de umut veren bir tarafı olduğu görülüyor. Enflasyonun inşa ettiği geçim krizini görmezden gelen bu matematiksel yaklaşım gerçek hayat pahalılığı karşısında bir iyileştirme değil, sadece açığın biraz daha büyümesini erteleme girişiminden başkasını temsil etmiyor. Üstelik, “bütçe disiplini” bahanesiyle memur maaşları baskı altına alınırken, aynı dönemde yalnızca yılın ilk altı ayında faize 2 trilyon 99 milyar TL ödeme yapılıyor. Yani kamu kaynaklarının büyük kısmı üretmeden kazananlara aktarılırken, gece nöbeti tutan hemşireye, sabahın köründe derse giren öğretmene, evrak yığını altında ezilen büro emekçisine “çok maaş alıyorsun” deniyor. Tüm bunlara rağmen kamuoyu önünde hâlâ “memurlar çalışmıyor” söylemi dolaşıyor. Eğer bir yerde iş yapılmıyorsa, bu durumdan önce memur değil, o memurun iş yapıp yapmadığını bilmeyen müdür, daire başkanı, genel müdür ve benzerleri sorumludur. Hiç kimse kusura bakmasın devletin araç, makam, yakıt, iletişim masraflarını karşıladığı yöneticiler, çalışanının performansından habersizse; sorun, memurda değil, sistemin ta kendisindedir.