Yeni Şafak’ın “Ekonomiye can verecek 6 adım” manşeti aslında Türkiye ekonomisinin nabzını ölçen bir acil müdahale listesi gibi. Listede her derde deva öneriler var ama aralarında öyle bir madde duruyor ki, ilk bakışta diğerleri gibi görünse de etkisi tansiyon ilacı kadar kritik. Türkiye’de döviz kazançlarının vergilendirilmemesi, ekonomi literatüründe maliyetsiz arbitraj diye geçen, halk arasında ise “hiçbir şey yapmadan kazanç elde etme olimpiyatları” olarak bilinen yapısal bir sorunu simgeliyor.
Yeni Şafak’ın “Ekonomiye can verecek 6 adım” manşeti aslında Türkiye ekonomisinin nabzını ölçen bir acil müdahale listesi gibi. Listede her derde deva öneriler var ama aralarında öyle bir madde duruyor ki, ilk bakışta diğerleri gibi görünse de etkisi tansiyon ilacı kadar kritik. Türkiye’de döviz kazançlarının vergilendirilmemesi, ekonomi literatüründe maliyetsiz arbitraj diye geçen, halk arasında ise “hiçbir şey yapmadan kazanç elde etme olimpiyatları” olarak bilinen yapısal bir sorunu simgeliyor. Verginin olmadığı kur yükseldikçe iştahın kabardığı bu ortamda büyük sermaye grupları döviz dalgalanmalarından devasa kazanç üreten bir makineye dönüşüyor. Böyle bir düzen olunca kurun yükseleceği beklentisi hiç sönmüyor, her fiyat seviyesinde yeni döviz talebi doğuyor ve piyasa spekülatif reflekslerle yönetilen dev bir davranış laboratuvarına dönüşüyor. Bu tablo ortadayken, binde 2’lik bir kambiyo vergisiyle bu ejderhayı terbiye etmeye çalışmanın da neden sonuç doğurmadığı daha iyi anlaşılıyor.
Mayıs 2023’ten bu yana Türkiye’de kur dinamikleri, adeta kendi kendini besleyen bir makroekonomik döngüye dönüşmüştür. Döviz kazançlarının vergilendirilmemesi, TL’den kaçışı hızlandırmış; döviz hem enflasyona karşı korunma aracı hem de kısa vadeli kazanç kapısı olarak görülmüştür. Bu davranış modelinin doğal sonucu olarak enflasyon beklentileri tırmanmış, nominal faiz sürekli yukarı yönlü baskı altında kalmış, finansman maliyetleri artmış ve reel sektörün yatırım iştahı ciddi biçimde zayıflamıştır.
Vergisizlik, Türkiye’de dövizi sadece bir yatırım aracı olmaktan çıkarıp adeta bir “beklenti enflasyonu mekanizmasına” dönüştürmüştür. Döviz taleplerinin herhangi bir kontrole dahi tabi olmaması, yatırımcıları TL’den sistematik biçimde uzaklaştırmış; böylece enflasyonun finansal davranışlara dayalı bileşeni belirgin biçimde güçlenmiştir. Bu ortamda spekülatif akımlar hız kazanmış, kur oynaklığı tırmanmış ve ekonomi giderek daha sert işleyen bir kur–faiz–enflasyon döngüsünün içine sıkışmıştır. Bu sarmalın en kırılgan halkasını ise ithalat kanalı oluşturmuştur: artan kur, ithal girdilerin maliyetini yükseltmiş; maliyet artışı fiyatlara yansımış; fiyatlar yükseldikçe kur beklentisi yeniden beslenmiştir. Böylece ekonomi, dışa bağımlı bir maliyet zincirinin içinde her adımda kendi kendini tekrar eden bir kırılganlığa sürüklenmiştir.
Döviz kazançlarının vergilendirilmemesi nedeniyle herhangi fren mekanizması devrede olmadığından, kur beklentisi bizzat kurun kendisini yukarı iten bir davranış kalıbına dönüşmüş, böylece kırılgan döngü her turda daha da güçlenmiştir.
DÖVİZ KAZANÇ VERGİSİ UYGULANSAYDI
Döviz kazanç vergisi, literatürde “
” olarak tanımlanan, sermaye hareketlerini yasaklamak yerine yönlendiren bir politika aracıdır. Amaç, kısa vadeli spekülatif akımların toplumsal maliyetini azaltmak; finansal sistemi kırılganlaştıran davranışları makul bir maliyetle yumuşatmaktır. Böyle bir uygulama yürürlükte olsaydı, döviz piyasasında oynaklık belirgin biçimde azalır, rezervler üzerindeki baskı hafifler ve makro-finansal kırılganlık çok daha sınırlı bir çerçevede kalırdı.
Eğer 2021’de döviz kazançlarına caydırıcı bir işlem ya da kazanç vergisi uygulanmış olsaydı, kısa vadeli al–sat yapan aktörlerin net getirisi anlamlı biçimde azalacak, dolayısıyla beklenti ve spekülasyon temelli döviz talebi zayıflayacaktı. Bu tür bir maliyet, carry trade üzerinden elde edilen faiz farkı kazançlarını da daraltarak dövizi bir yatırım enstrümanı olmaktan çıkararak, yeniden asli işlevi olan değişim aracı konumuna yaklaştırabilirdi. Eğer uygulama yürürlükte olsaydı 2021 Aralık ayında yaşanan
seviyesindeki kur atağı yerine, daha rasyonel bir zeminde
bandında bir denge oluşması güçlü bir olasılıktı. Ya da 2023–2025 döneminde kurun
yerine, çok daha dar bir aralık olan
seyretmesi kuvvetle muhtemeldi.
2023 Mayıs sonrası dönemde Türkiye’de
hâlâ yüksek seyretmektedir. Merkez Bankası raporlarına göre %38–40 bandındaki oran, dövizde yaşanan her %10’luk artışın TÜFE’ye %4–4,5 olarak yansıdığı anlamına geliyor; şok dönemlerinde bu etki %67–72 seviyelerine kadar tırmanıyor. Bu nedenle kurdaki her dalgalanma, enflasyonun seyrini doğrudan belirleyen bir baskı unsuruna dönüşmüştür. Oysa 2023 başında USD/TL kurunun
19 TL civarında istikrar kazanması
ve sonrasında iki yıl boyunca
mümkün olabilseydi, enflasyon beklentileri kalıcı biçimde bozulmaz, fiyatlama davranışları daha öngörülebilir hâle gelir ve nominal faiz üzerindeki yukarı yönlü baskı belirgin biçimde azalırdı. Bunun gerçekleşmemesinin ne önemli nedenlerinden birisi, döviz kazançlarının vergisiz kalması sonucu yatırımcı davranışının rasyonel zeminden uzaklaşarak tamamen spekülatif reflekslere teslim olmasıdır. Böyle bir ortamda, para politikasının klasik araçları—özellikle faiz değişiklikleri—kur üzerinde sınırlı etki ortaya çıkarmış, beklentiler bizzat fiyatlama mekanizmasını yönetir hâle gelmiştir.
Dünya genelinde döviz kazançlarının çok farklı oran ve yöntemlerle vergilendirildiği dikkate alındığında, Türkiye’de döviz kazançlarına “Kur Kazancı Vergisi” getirilmesi bir istisna değil, küresel normun gecikmiş bir uyarlaması olacaktır.
Papua Yeni Gine’nin Tanna Adası’nda yaşayan John Frum kabilesi refahı gökten inecek bir “kargo uçağı”yla beklerken, biz kurun yükselişini kutsal bir doğa yasası gibi izliyoruz. Onlar “inançla refah bekliyor,” biz ise “vergisizlikle istikrar.”
Velhasıl, dünya dövizi vergileyerek dizginlerken bizim vergisizlikle istikrar arayışımız, kargo uçağı bekleyen kabileyle aynı kaderi paylaştığımızı gösteriyor.
Bizde çömlek kırılınca suç hep çamura atılır.
#Ekonomi
#döviz
#Özgür Bayram Soylu