Eksik Olanın Dengesinde: 18. İstanbul Bienali Üzerine (4)

04:0023/11/2025, Pazar
G: 22/11/2025, Cumartesi
Samed Karagöz

İstanbul Bienali bu yıl, yalnızca sanatın değil, kavramların da yavaşladığı bir döneme denk geldi. “Üç Ayaklı Kedi” başlığıyla açılan 18. edisyon, bir tür kırılganlık manifestosu. Eksik ama yürüyen; dengesiz ama varlığını sürdüren bir figürün etrafında kurulmuş bir düşünce bu. Küratör Christine Tohmé, direnişi bir gürültü değil, bir nefes biçimi olarak yeniden tarif ediyor. Bütün bienali baştan sona izlerken hissedilen şey tam da bu: görünür olmanın değil, dayanmanın sanatı. Bu edisyonu özel kılan,

İstanbul Bienali bu yıl, yalnızca sanatın değil, kavramların da yavaşladığı bir döneme denk geldi. “Üç Ayaklı Kedi” başlığıyla açılan 18. edisyon, bir tür kırılganlık manifestosu. Eksik ama yürüyen; dengesiz ama varlığını sürdüren bir figürün etrafında kurulmuş bir düşünce bu. Küratör Christine Tohmé, direnişi bir gürültü değil, bir nefes biçimi olarak yeniden tarif ediyor. Bütün bienali baştan sona izlerken hissedilen şey tam da bu: görünür olmanın değil, dayanmanın sanatı.

Bu edisyonu özel kılan, belki de ilk kez İstanbul’un yalnızca bir sahne değil, bir karakter olarak hissedilmesi. Bienal, şehri bir fon gibi kullanmıyor; onunla tartışıyor, ona kulak veriyor. Zihni Han’ın duvarlarında yankılanan sesler, Elhamra Han’ın dar koridorlarında sıkışan ışıklar, Külah Fabrikası’nın endüstriyel yankıları… Hepsi birer sanat mekânı olmanın ötesinde, kentin unutulmuş hikâyelerini fısıldıyor. Tohmé’nin seçtiği mekânlar, bir tür arkeolojik alan gibi; zamanın ve hafızanın katmanlarını yeniden açığa çıkarıyor. Bu yaklaşım, son yıllarda küresel sanat etkinliklerinde sıkça tekrarlanan büyük tematik sloganlardan bilinçli bir uzaklaşma gibi. Tohmé, sanatın doğrudan siyasete tercüme edilmesinden kaçınıyor. Çünkü biliyor ki sanatın gücü, bazen sözün bittiği yerde başlar. Bu yüzden bu bienal, anlamını yükselerek değil, sızarak kuruyor.

Bienalin merkezinde bu kez “bölge” var. Lübnan’dan Filistin’e, Mısır’dan Endonezya’ya uzanan bir coğrafi hat çiziliyor. Bu hattın içinde Türkiye, kendi yerini yeniden arıyor. Uzun yıllardır Batı merkezli bir sanat dolaşımının parçası olarak konumlanan bienal, bu kez yakın coğrafyayı merkeze alarak kendi sesini buluyor. Filistinli sanatçıların çalışmaları, Nijerya’dan gelen video işlerinin yankısıyla birleşiyor; sömürge sonrası dünyanın çelişkileri, İstanbul’un ara sokaklarında yankılanıyor. Bu durum, bienali hem politik hem de duygusal bir yoğunluğa taşıyor.

Christine Tohmé’nin çerçevesi, kavramsal olarak güçlü ama aynı zamanda mütevazı. Sanatı büyük laflardan kurtarıp küçük jestlerin, sessiz dirençlerin alanına taşıyor. Sanatın toplumsal etkisini bağırmadan, çok daha dolaylı yollardan oluşturuyor. Bu, çağımızın hızına karşı bilinçli bir yavaşlama jesti. Belki de bugünün en politik tavrı bu: susarak kalabilmek, ama suskun kalmamak.

Zaman kavramı da bu bienalde yeniden tanımlanıyor. Üç yıla yayılacak bir yapının ilk adımı olarak 2025 edisyonu, “bitmemişlik” hissini baştan kabulleniyor. Bu durum, izleyiciye alışılmadık bir deneyim sunuyor: tamamlanmamış bir sergi izlemek, sürecin bir parçası olmayı kabul etmek anlamına geliyor. Bu anlamda bienal bir sonuç değil, bir süreç önerisi. Yavaşlık burada yalnızca ritim değil, bir düşünme biçimi.

Tüm bunlara rağmen, İstanbul Bienali her zamanki gibi tartışmaların odağında. Kimi izleyici “fazla sessiz” buluyor, kimisi “fazla politik.” Oysa belki de bu ikili karşıtlık tam olarak bienalin özünü oluşturuyor: bir ayağı kırık ama dengesini kaybetmeyen bir kedi gibi, sanat da eksikliğiyle yürüyor. Tohmé’nin başarısı, bu eksikliği bir zayıflık değil, bir direnç biçimi olarak gösterebilmesinde.

Bugün dünyada her şey hızla tüketilirken, 18. İstanbul Bienali izleyicisine bir tür sabır öneriyor. Eserler, cümleler, sessizlikler… Her şeyin ortasında bir nefes kadar sade ama bir tarih kadar yoğun bir duygu kalıyor insanda. Belki de bütün mesele bu: sanatın artık bir sonuç değil, bir süreklilik olduğuna inanmak. Ve o sürekliliğin içinde, İstanbul’un karmaşasına rağmen, hâlâ bir denge aramak.

Uzun yıllardır Türkiye’de düzenlenen hiç bir sanatsal etkinliğin bu kadar tatmin edici olmadığını düşünüyorum. Başka küratör Christine Tohmé ve İstanbul Bienali Direktörü Kevser Güler olmak üzere bütün İKSV ekibine teşekkürlerimi sunuyorum.

#aktüel
#hayat
#Samed Karagöz