Paris’te devâsa bir saray… Binlerce yıllık sanatın, mimarî şaheserlerin, kültür hazinelerinin çatısı altında yükselen bir mabed: Louvre Müzesi. Ama bu seçkin mekânın duvarları arasında, bazen sessizce işlenmiş suçların yankısı da duyulur. Ve en son vakada yine bir sarsıntı yaşandı: Güpegündüz, ziyaretçilerin arasında, o görkemli galerilerde, bir hırsızlık.
19 Ekim 2025’te, Louvre’un “Galerie d’Apollo” adlı salonunda, penceresinden doğrudan içeri girilmiş; sepet vinciyle yapılan çıkış, motor bisikletle kaçış. Tarihî mücevherler hedef olmuş: İmparatoriçe Eugénie’ye ait taç, Napoléon döneminde kalma mücevherler… Ziyaretçilerin arasında, görece kolay bir iş: birkaç dakika içinde vuku bulmuş bir soygun. Güvenlik zafiyetleri bir kez daha gün ışığına çıktı.
Ama bu ilk değil. O meşhur tablo Mona Lisa’nın 21 Ağustos 1911’de Louvre’dan çalınışı, geçmişin hem bir skandalı hem de dersiydi. Bir dekoratör olarak çalışan Vincenzo Peruggia, müzeye girip tabloyu almış, taşımış, iki yıl saklamıştı. O gün, “karalanan” o boş duvarından sonra Mona Lisa’nın ünü dünyayı sardı; o tablo, artık ne yalnızca bir sanat eseri, ne yalnızca bir tablo idi — bir söylenti, bir mit hâline geldi.
1997’de Camille Corot’un 19. yüzyıldan kalma resmi çalındı ve hiç bulunamadı.
Çalınan taç, kolye ve değerli taşlarla süslenmiş objeler, tarihî birer süs eşyasından fazlasıydı; her biri belirli bir dönemin politik, toplumsal ve estetik göstergesini taşıyordu. Bu nedenle kayıp, yalnızca maddi bir zarar değil, kolektif bir hafızanın eksilmesi anlamına geliyor. Kültür varlıkları, bir milletin yalnızca geçmişine değil, geleceğine de ışık tutar; her kayıp, bu ışığın biraz daha sönmesi demektir.
Sonuç olarak Louvre, yalnızca sanat eserlerinin değil, insanlığın kültürel sürekliliğinin bir simgesidir. Böylesi kurumlarda yaşanan her güvenlik ihlali, sadece müzeyi değil, küresel miras anlayışını da sorgulamaya açar. Sorulması gereken temel soru ise nettir: Müzeler artık eserleri ne kadar koruyabiliyor ve bu koruma çabası, sanatı halkın erişimine açma görevini ne ölçüde etkiliyor? Bu olay, belki de çağdaş müzeciliğin en kritik tartışmasını yeniden başlatacaktır.
Bazı insanlar kurumların değil, zihinlerin çehresini değiştirir. Handan İnci hocamız o insanlardandı. Onun ani vefatı, yalnızca Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi için değil, kültür dünyası için de derin bir kayıp. Çünkü o, akademiyi bir duvar değil, bir geçit olarak gören ender yöneticilerden biriydi.
Handan İnci, yöneticilik makamını bir iktidar alanı değil, bir imkân alanı olarak kavrardı. Akademide farklı disiplinlere, yeni fikirlere, genç kuşaklara yer açması, onu çağdaş anlamda bir “entelektüel rehber” kılıyordu. Onun döneminde üniversitenin havası değişti; daha özgür, daha üretken, daha çoğul bir alan doğdu. Onun döneminde yıllardır kapalı olan Müze açıldı.
Şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum: Asıl mirası eserleri ya da unvanları değil, açtığı o zihinsel alandı. Çünkü bazı insanlar bir cümleleriyle değil, bir kararıyla dünyamızı değiştirir.
Handan İnci tam da öyle bir insandı.
Onun ardından kalan sessizlik, hâlâ üretmeye devam eden bir yankı gibi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.