Fütuhat dönemi yayılmacılığını kimler emperyalist olmakla suçlayabilir?

04:005/05/2025, Pazartesi
G: 5/05/2025, Pazartesi
Selçuk Türkyılmaz

İslâm dünyasında milliyetçi ve İslâmcı hareketlerin ortak özellikleri arasında müstemleke karşıtlığı yer alır. Genel olarak Marksist hareketler de müstemleke karşıtlığı bakımından milliyetçi ve İslâmcı hareketlere benzer. Fakat bu üç hareketi temsil eden birtakım gruplar farklı ülkelerdeki pratikleriyle birbirinden ayrılır. Hatta daha uzak coğrafyalara gidildiğinde bu farklar çok daha bariz bir şekilde ortaya çıkar. Marksist grupların din ile ilişkileri buna bir örnektir. Din ile ilişkiler bakımından

İslâm dünyasında milliyetçi ve İslâmcı hareketlerin ortak özellikleri arasında müstemleke karşıtlığı yer alır. Genel olarak Marksist hareketler de müstemleke karşıtlığı bakımından milliyetçi ve İslâmcı hareketlere benzer. Fakat bu üç hareketi temsil eden birtakım gruplar farklı ülkelerdeki pratikleriyle birbirinden ayrılır. Hatta daha uzak coğrafyalara gidildiğinde bu farklar çok daha bariz bir şekilde ortaya çıkar. Marksist grupların din ile ilişkileri buna bir örnektir. Din ile ilişkiler bakımından Latin Amerika ülkelerindeki hareketler diğer coğrafyalara göre oldukça farklıydı. Bu farkların nereden kaynaklandığı ve öneminin ne olduğu gibi soruların cevabını herhâlde karşılaştırmalı incelemelerle bulabiliriz. Dolayısıyla Marksist hareketlerin birbirine göre farkları da izaha muhtaçtır. Milliyetçi ve İslâmcı hareketler için de benzer çalışmalara ihtiyaç var. Örneğin milliyetçi hareketlerin birbiri ile dayanışma hâlinde olması gibi izah gerektiren kimi gelişmeler ancak böyle çalışmalarla aydınlatılabilir.

Okullarımızda Avrupa tarihi başlığı altında verilen dersler son derece yüzeyseldir. Bu derslerde Avrupa tarihiyle ilgili meşhur çerçevelerin belirli bir ideolojiye göre hazırlandığı malumdur. Avrupa devletlerinin kolonyalist yayılmacılığı temelinde şekillenen tarih anlayışı özellikle 20. yüzyılda evrensel bir tasarım olarak neredeyse bütün dünyaya yayıldı. Kuşkusuz bunlar, kolonyal ve emperyal yayılmacılığın doğrudan sonuçlarıydı. Bunun bir neticesi olarak Batı ve Avrupa gibi genellemeler zihin dünyamızı şekillendirdi. Bu türden genellemelerin ideolojik bir tasarım olduğuna dair şüphelerin ortaya çıkması için epeyce bir zamanın geçmesi gerekti. Hâlbuki Batı ve Avrupa gibi kavramların işaret ettiği dünya kendi içinde de hegemonya temelinde şekillenmişti. Çok yerinde bir ifade ile yerel tarihler evrensel tasarım hâlinde bütün dünyaya pazarlanmıştı. “Evrensel prensipler” de bu pazarlamanın bir parçasıydı.

İslâm dünyasında ortaya çıkan İslâmcı, milliyetçi ve Marksist hareketlerin gündemini Batı ve Avrupa gibi kavramların belirlediğine şüphe yoktur. İki dünya arasında karşılaştırmalar yapılmış, benzerlikler ve farklılıklar üzerinde durulmuştur. Ernest Renan’ın din ve İslâmiyet hakkındaki iddiaları karşısında Cemalettin Afganî ve Namık Kemal’in yayımladığı makalelerden bu tarafa iki dünya arasında karşılaştırmalar yapılır, benzer ve farklı yönler üzerinde durulur. Bu karşılaştırmaların 1980’lere kadar devam ettiğini söyleyebilirim. Örneğin İsmail Gaspıralı da iki dünya arasındaki benzer ve farklı yönler üzerinde durmuştu. Onun hakkaniyet kavramı temelinde yaptığı karşılaştırma hâlâ ufuk açıcıdır.

ABD ve İngiltere’nin İslâm coğrafyasını 1990’dan itibaren yeniden işgal ve istila etmesiyle birlikte iki ayrı dünya arasında yapılan karşılaştırmalar değerini yitirmeye başladı. Artık Batı ve Avrupa’ya göre yargılama dönemi başlamıştı. Oryantalistler, daha önce, diğerlerini yargılamıştı fakat onların yargıları yaygın olarak benimsenmiyordu. 90’larla birlikte bu da değişti. Batıcı başlığı altında kategorize edilen yaklaşımlar muhafazakâr dindar milliyetçi gruplar tarafından da benimsenmeye başlandı. Bu grupların yeni bir dili benimseme süreçlerini edebî eserler üzerinden takip etmek mümkündür. Gazete ve dergilerde yayımlanan güncel siyasî yazılar da değişimi ortaya çıkarmak açısından oldukça önemlidir. Bu açıdan “Karar” gazetesinin oldukça zengin bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebilirim. “Çağdaş, muhafazakâr ve Müslüman” bir çizgiye sahip olduğu düşünülen Karar’ın yazarları da genel olarak liberal demokrat tanımını benimsemiş görünüyor. Bu gazete 90’lardan sonraki değişimi tahlil etmek için oldukça zengin bir içeriğe sahiptir. Örneğin Karar’ın 3 Mayıs 2025 tarihli dijital nüshasında Salih Cenap Baydar imzasıyla yayımlanan “Krizden İslamcılık ile Çıkamayız” başlıklı yazıda dile getirilen şu ifadeler son derece önemlidir:

“…tarihteki İslam devletleri (…) başka ülkeleri fethedip vergiye bağlayarak zenginleşmiştir. (…) bu emperyalist anlayış…”

“Çağdaş, muhafazakâr, Müslüman ve liberal” bir yazarın İslâm’ın yayılma dönemini emperyalist olmakla suçlaması için ciddî bir dönüşüm yaşaması gerekir. Bu hızlı değişim ancak karşılaştırmalı olarak incelendiğinde bir bağlama oturtulabilir. Evet, yazarın dile getirdiği suçlamalar yeni değil fakat bu türden görüşler oryantalistler ve onların etkisiyle “Batıcı” çevreler tarafından dile getirilirdi.

İslâm fütuhatı başlığı altında ele alınan tarihî hadiselerin emperyal yayılmacılık bağlamına dâhil edilmesi “muhafazakâr ve Müslüman” bir kimlik için oldukça yeni bir durum olsa gerek.


#İslam
#fütuhat
#Selçuk Türkyılmaz