Kaygılılar ve kaygısızlar

04:0024/04/2025, Perşembe
G: 24/04/2025, Perşembe
Süleyman Seyfi Öğün

Hatırlayan bilecektir ; merhum Çetin Altan 1980’lerden başlayarak sık sık Türklerin en mühim târihsel zaafının mesleksizlik olduğunu söyler ve yazardı. Ona göre Türkler asırlardır devletten ve hazineden geçinmeye alışmış bir milletti.Zaman içinde bâzı modern meslekleri Batı’da ithâl etmişsek de, bu meslek erbaplarının zihinleri devletçi bir ethosa takıl kalmıştı. Hâl böyle olunca bizde özgül ve özerk meslek etikleri gelişmemişti. Yazara göre Türkiye’de önemli olmak değerli olmayı baskılamaktaydı.

Hatırlayan bilecektir ; merhum Çetin Altan 1980’lerden başlayarak sık sık Türklerin en mühim târihsel zaafının
mesleksizlik
olduğunu söyler ve yazardı. Ona göre Türkler asırlardır
devletten ve hazineden geçinmeye
alışmış bir milletti.Zaman içinde bâzı modern meslekleri Batı’da ithâl etmişsek de, bu meslek erbaplarının zihinleri devletçi bir ethosa takıl kalmıştı. Hâl böyle olunca bizde
özgül ve özerk meslek etikleri
gelişmemişti. Yazara göre Türkiye’de
önemli olmak değerli olmayı
baskılamaktaydı. Bu da doğrudan veyâ dolaylı olarak maddî ve gayrı maddî tekmil çağrışımlarıyla değer üretimini zedeliyordu.

Çetin Altan elhak çok zekî bir insandı. Zekâsıyla tespit ettiği hususları ayrıca zekîce ifâde ediyor ve o günlerde okur yazar çevrelerde soğuk duş tesiri bırakıyordu. Yazdıkları ve söyledikleri 1980 ve 1990’ların zaman rûhu ile de tutarlıydı. Çünkü bahsi geçen bu on seneler dünyâda da,
verimsizlikle tebârüz eden devletçiliğin ve kamuculuğun gözden düştüğü ve neoliberal piyasacılığın bir alternatif olarak yükseldiği
senelerdi.

Bakıldığında haksız da sayılmazdı. Orta sınıf kültür târihleri düşünüldüğünde görülenler tam da buna işâret eder. Her şey kız evlât sâhibi ortalama âilelerin çocuklarını bir devlet memûruna vermek arzusundan temellenmiş olsa gerekir. Ebeveynler bu sûretle çocuklarının istikbâllerini emniyet altına almak isterlerdi. Alt orta sınıflardaki hat üzerinde kızlar için diplomalı ebelik pek kıymetli bir meslekti.Çocukluğumda çok sayıda
hasta bakıcı-ebe , polis-ebe , odacı-ebe , kâtip-ebe, astsubay-ebe
evliliklerini hatırlarım. Ortalamanın biraz üzerine çıkıldığında kızların payına düşen en yüksek çıta , onları evlerinin işbilir, becerikli kadını olmaya hazırlayan
enstitü mezunu
olmaktan öteye gitmezdi. Daha üst seviyelere varıldığında ise kızlar için en gözde meslek
öğretmenlikti
. En üst seviyede ise
doktorluk, hukukçuluk
gibi meslekler vardı ki bunlara ulaşan kızların sayısı son derecede azdı. Daha çok erkekler kendilerine meslek kazandıracak tahsilleri yaparlar; en kaymak tabakadakiler meslektaşları ile evlenir, diğerleri ise kendilerine enstitü mezunu, hemşire ve öğretmen hanımlar seçerlerdi.

Evet, meslekleşmedeki dikey mobilizasyon daha çok erkekler içindi.
Hekimlik-mühendislik , mülkiyelilik , hukukçuluk
ve tabiî ki
kurmay askerlik
meslekler dünyâsının en değişmez ve gözde sütunlarıydı. Ama
meslekleşmenin ana sâiki kamusal idealler veyâ en azından fonksiyonları icrâ etmek
tii. Bu açıdan solcular ile sağcılar arasında, terminolojik farklar dışında bir fark yoktu.

1980’lerde her şey hızla değişti. Bildik mesleklere rakip nevzuhûr meslekler türedi ve modern dünyânın bildik meslekleri aşınmaya başladı. Bunu çok net olarak mühendislik mesleğinde görebiliriz. Mesela artık jeolog, inşaat veyâ orman mühendisi olmanın hiçbir esprisi kalmamıştı.
Devleti değil, piyasayı , oradaki fırsatları kollayan ve kovalayan işletmecilik
(business administration) ile eşleşen yırtıcı yeni bir mühendislik türemişti. Garantili lâkin rutin işlerin yapıldığı
devlet dâirelerine kapağı atmaktansa
, ne kadar güvensiz de olsa içinde
zenginleşme fırsatlarının yattığı piyasaya atılmak
daha gözde hâle gelmeye başlamıştı. Meslek tahsili , o konuda bilgi biriktirmek ve derinleşmek için değildi artık.
Diplomalar daha çok bir kartvizit vazifesi görüyordu.
Hattâ , piyasada tahsil almamış, diploması olmamakla berâber başarıyı yakalamış çok sayıda
alaylı
vardı. Evet Çetin Altan kısmen haklıydı. Devletle çalışmak, kamusal ağda takılı kalmak mesleklerin özerkliğini zedeliyor, meslek etikleri gelişmiyordu . Ama onu bozan ve yerini alan dinamikler ortada etik nâmına bir şey bırakmıyordu.

Hummalı bir
kariyerizm
ortalığı kasıp kavuruyordu. Evet artık meslekleşmenin karşılığı olarak profesyonelleşme kelimesi tedavülden kalktı. Bunun yerini kariyer ve kariyerizm kelimeleri aldı. İlkinden farkı , hiçbir evresinde
garantinin olmadığı, dinamiğinin kaygı olduğu , zekâ ve fırsatçılığın yönettiği
bir dünyaydı bu. Kaygı, ya kaybedersem, ya geçilirsem kaygısıydı. Verimsizlik bahanesine sığınılarak kamusal ağların paramparça edildiği düpedüz sosyal darwinist bir sürece itiliyorduk. Kaybedenler için yapılacak bir şey yoktu. Onlar becerememişler ve düşmeyi, kaybetmeyi hak etmişlerdi. Sanki
Atları da Vururlar
filmini seyrediyorduk. Eğitim ve öğretim hayâtı da bundan nasibini aldı.
Kariyerizm ve rekâbetçilik eğitim ve öğretim kurumlarında vaftiz edildi.
Emniyetsiz bir gelecekle terbiye edilen X ve bilhassa Y nesilleri bu kültürel dalgalarda boğuştu durdu.

Bütün bunlar kamucu tecrübelere yüklenen verimsizliği aşmak adınaydı. Öyle ya, rutinleşmiş ve bürokratikleşmiş düzenlerde verimlilikler düşüyordu. Ama buna alternatif olarak yerleştirilen yeni düzende (?) bir verimlilik artışı sağlanabildi mi? Rakamlar hiç de bunu söylemiyor.
Kaygı bozukluğunun yönettiği bu yeni yapıda verimlilik bir düş olmanın hâricine çıkmadı.
Ne yaygın emniyet duygusuna dayalı ne de kaygı bozukluğunun hüküm sürdüğü dünyâda verimlilik sağlanamayacağını yaşadığımız tecrübeler üzerinden artık anlaşıldı. Verimliliği arttıracak tek unsurun kaygı değil, düpedüz
korku
olduğunu târih öğretiyor. Verimliliğin patladığı Belle Epoque(1870-1914 ) devri aynı zamanda derin bir korku ve vahşet çağıydı. Bilim, fen ve sanatlar üzerinden anlatılan ve güzellenen bu zamânın diğer yüzünde vahşet ve korku kol geziyordu. I. ve II.umûmî Harp bu vahşetin yüzeye vurması ve zirve yapmasıydı Pasifik ve Çin “mûcizeleri” aslında yaygın toplumsal korkunun ve bunun üzerine kurulan sıkı disiplinlerin Doğu’daki yansımasıdır.

Sonra ne mi oldu? Gördüğüm ve bildiğim kadarıyla Z neslini, ebeveynleri gibi kaygı yönetmiyor. Şaşırmayalım;
kaygının alabildiğine aşırılaşıp taşınamadığı yerde diyalektik işler ; her şey zıddına ınkılap eder. Yoğun kaygı yerini kaygısızlığa bırakır
. 68’liler ve 78’liler zihinlerinde
mâziyi büküyor, bugünü horlayıp geleceği insafsızca büyütüyorlardı
. X ve Y nesilleri ise geçmişi kaybetti. Onlar için bugün, koreografisi gelecek kaygısıyla yapılan içiboş bir performanslar geçiti idi. Öğrenci kulüp faaliyetleri , kariyer günleri onlar için tahsil hayatlarının iz bırakan hatıralarıydı. Onları gelecek kaygısı , rekâbet dürtüleri yönetiyordu. Üniversite şenlikleri, tahsil hayatlarında bu kaygıların dışına çıkabildikleri yegâne tecrübeydi.
Z nesli ise geçmişle berâber geleceği de kaybetti.
Onlar için dünyâ,
şimdiki zamanda var olan ergonomik, içinde sayısız dijital oyuncağın yüzdüğü bir oyun bahçesinden
ibâret.

Dün beni arayan bir vakıf üniversitesinin mütevelli başkanı kariyer günlerine öğrencilerin artık hiç gelmediklerinden yakındı. Bana da bu yazıyı yazmak düştü…


#Türkiye
#tarih
#Süleyman Seyfi Öğün