Kimlik siyâsetleri

04:0012/05/2025, Pazartesi
G: 12/05/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Modern süreçlerin târihi aşağıya çeken bir niteliği vardır. Bu en çarpıcı olarak Fransız Devriminde eşitlik ilkesi etrafında dile getirilmiştir. İddiayı ileri sürenler, toplumsal tabakalaşmada ortada duran burjuvalardı. Burjuvalar, tabakalaşmada fiilen en yukarıda duran aristokratlara karşı bu değeri yüceltiyorlardı. Eşitlik değeri telâffuz edildiği andan itibâren ,eşitsizlik meselesi sâdece burjuvalarla aristokratları eşitlemekler sınırlı kalmayacak; kaçınılmaz olarak “aşağıdakileri” de içine

Modern süreçlerin
târihi aşağıya çeken
bir niteliği vardır. Bu en çarpıcı olarak Fransız Devriminde
eşitlik ilkesi
etrafında dile getirilmiştir. İddiayı ileri sürenler, toplumsal tabakalaşmada ortada duran burjuvalardı. Burjuvalar, tabakalaşmada fiilen en yukarıda duran aristokratlara karşı bu değeri yüceltiyorlardı. Eşitlik değeri telâffuz edildiği andan itibâren ,eşitsizlik meselesi sâdece burjuvalarla aristokratları eşitlemekler sınırlı kalmayacak; kaçınılmaz olarak “aşağıdakileri” de içine alacaktı.
Halk, avam
ve daha sonra
ulus
vb kavramlar ,tekmil aşağıdakilere vurgu yapar ve onları özneleştirir.

Sıkıntı, devrimin yücelttiği diğer kavram olan
özgürlük ile eşitliğin nasıl biraraya getirileceği
ile alâkalıydı. Çünkü özgürlük kaçınılmaz olarak bireye işâret ediyordu. Avam ile eşitlenmek bireyselleşmenin önünü kapatıyordu.(Klâsik liberal tezler tam da bundan şikâyet eder). Çünkü bireyselleşmeler, bireylerin eşitlikçi değerler vâsıtasıyla erdemlileştirilen avâmî vasatlardan, farklılaşmasını doğuruyordu. Bu farklılıklar aykırılıkları da içerebiliyor ve aşağının rahatsız olmasına sebebiyet verebiliyordu. Hâsılı,
eşitlik kendi asimptotunda aynılaşmayı, özgürlük ise yine kendi asimptotunda farklılaşmayı ve aykırılaşmayı
doğurduğu için çelişiyordu.

Eşitlik değerinin pratikteki karşılıkları asla bekleneni vermedi. Siyâsî ve hukûkî düzlemde iyi kötü bâzı başarılar elde edildi.Lâkin ekonomik düzlemde işler daha da karmaşık bir hâle geldi. Herkes biliyor ki modern dünyânın pratikleri eskisinden çok daha derin eşitsizlikler doğurdu. Üzerinde durmak istediğim başka bir husus var. Kapitalizm, zırâi köklerinden kopartılmış ve kentlere yığılmış lümpen kitlelerin en azından yarıdan fazlasını iş güç yaptı. Ulus, kapitalizmin nazarında bir üretim ve tüketim gücüydü. Kârın maksimizasyonuna odaklanmış araçsal- akılcı sosyal örgütlenme büyük kitleleri acımasız bir istihdam ve mesâî siyâsetiyle sömürdü. ( Sovyet Devrimi bu durumu düzeltmek iddiası ile yola çıktı. Bu defâ da siyâsî ve hukûkî eşitlikler zedelendi. Dahası, özgürlükler hâk ile yeksân edildi). Bu
disiplin sisteminin diğer ismi medenîleşmekti
. Bu medenîleşme süreçlerinin son derecede baskıcı ve bunaltıcı bir disiplin içerdiğini bize Sigmund Freud ,Norbert Elias ve Michelle Foucault gibi düşünürler uzun uzun anlattı.
Kimlik oluşturmak
bunun ayrılmaz bir parçasıydı. Kadim dünyâlarda, geleneklerin düğümlerini attığı
bağlar
,
bağlılıklar
ve
âidiyetlerden
bahsedilebilir. Ama o zamanlarda kimliklerin izini sürmek en hafif ifâdeyle anakronik olarak tutarsız olacaktır.
Kimlik, modernleşmenin bir parçasıdır
. Bireyleri ve toplulukları kimliklendirmek ,kapitalist kayıt sisteminin ve kontrol niyetinin bir yansımasıdır.

Modern kimlikler , vatandaşlık kimliği ile sınırlıdır. Bu kimliklerin, bireylerin kültürel âidiyetlerinden arındırıldığı ; yükümlülüklerinin , özgürlük ve haklarının üzerine konduğu soluk ve mat bir niteliğe sâhip olması arzulanır. Ama kısa zamanda kültürden kaçışın mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Modern dünyânın kapı araladığı yegâne kültür , çeşitli entelijansiyalar tarafından işlenen ve yüceltilen
ortak, organik kültürler
olmuştur. Organik kültürler, sâhici kültürel durumlardan türetilmekle berâber nihâyetinde onlardan kopmayı ifâde eder. Bu sûretle, organik kültürler de, bireyleri teslim alan nitelikleriyle kimlikler dâiresine eklemlenir ve kapitalizmin bireyleri ve büyük kitleleri birarada tutma, gözetleme ve denetleme arzularını da takviye eden bir işlev görür.

Kapitalizme has yapısal krizler, zamân içinde organik ve plastik kimlikleri de boşa çıkardı. 1980’lerin sonları tam da bu krizlerin derin bir şekilde yaşanmaya başladığı kilometre taşıdır.
Organik kültürlerle bastırılmış bir kültür patlaması
yaşamaya başladık. Buna bastırılmış olanın geri dönüşü de denilebilir. Entelektüel ve ideolojik yeni oluşumlar, cinsiyet, etniklik ve din temelinde bastırılmış kültürleri açığa çıkarma telâşına ve yarışına girdi. Tuhaf olan,
gönderme yapılan ve bastırılmış olduğu düşünülen kültürlerin çok defâ toplulukçu
(komüniteryen) mâhiyetiydi. Daha tuhaf olan ise onların bastırılmışlıklarından arındırılması için, tabiatı icâbı bireyselliğe titizlenen özgürlük kavramının seferber edilmesiydi. Hâsılı burada
orijinal olarak bireysel için olan topluluksal için
seferber ediliyordu.Bilhassa bastırılmış etnikliklerin açığa çıkarılmasında tam da bunu görüyoruz. Bunun adı düpedüz mikro milliyetçilik yapmaktı.
Her mikro milliyetçilik ,veri milliyetçiliğin reddidir
. Ama , sorun,
milliyetçilikten duyulan şikâyetlerin yine milliyetçiliğe tahvil edilmesi
; onun diline indirgenmesiydi. Hâsılı bastırılmış olan bastıranın diline müracaat ediyordu. Hoş, bunu gidermek için gûyâ liberal yumuşatıcılarla bireyin kültürel dünyâsı vurgulansa da bunun özgürlük ile ilişkisini mantıkî olarak kurmak mümkün değildi. Beğenelim veyâ beğenmeyelim;
bireyselleşme, bireyin içine doğduğu topluluktan ,şu veyâ bu mikyasta mesâfe kazanmasını
ifâde eder. Özgürleşmedir bu. Sosyolojik olarak içinde katı geleneklerin ve hiyerarşilerin yüzdüğü topluluk vurgusu ile yan yana getirilmesi nesnel olarak sorunludur. Ama bu durum ,yaşanan esriklik hâlleri içinde , tabiri câiz ise gargaraya getirilmişti. Yine çok tuhaf olan , ortaya çıkan muhalif söylemi taçlandıran kavramın yine kimlik olmasıydı. Kimlik patlamaları , bu esriklikten zihnini kurtarabilmiş bâzı entelektüel çevreler için yeni kabilecilik mânâsına geliyordu. Çokkültürcülük , kültürel demokrasi idealleri sâhada postmodern bedevîlik olarak tecelli etti. Paris kahvelerinde, Kanada üniversite kürsülerinde geliştirilen kimlikçi siyâsetlerin sokakta kan dâvası olarak yankılanır diye yazan Terry Eagleton gibiler haklı çıktı.

Çok dikkat çekici olan diğer bir husus ise kapitalizmin bu dinamiklerden hiç de rahatsız olmamasıydı. Tam aksine ulus ve devletten şikâyetçi olan anarkokapitalist neoliberal çevreler bu hareketleri desteklemekten, hatta onların endüstrisini kurup, sevk ve idâresini yapmaktan geri durmadılar. Bunun sebepleri başka bir yazının mevzuudur.


Sâhici kültürel dünyâlarımız son derecede kırılgandır. Hangi niyetle olursa olsun dokunuş kabûl etmez. Modernlik kültürel dünyâlarımıza çok hâşin davrandı.
Kültürün sâhiciliğini sağlayan üzerine kimlik bindirilmemiş olmasıdır
.Tekmil, farkındasızlık içinde yaşanan, kendi çevrimleri olan
kendinde hâllerdir
onlardır. Vaktâki kendinde olan bu hâller, bilinçsel müdahalelerle, bilhassa siyâsal sâiklerle bir farkındalık konusu yapılır;
kendisi için
olmaya başlar ; işte o saat zamân çığrından çıkar. Bir kültür bilinç konusu olduğu zamân sâhiciliğini kaybeder ve plastikleşir. Bugünün dünyâsının hakikî kültürel durumları, içinde olduğumuz kültürel kavgaların çok dışında, tekmil kavga edenleri hemhizâ eden , farkında olmadan dâhil olduğumuz başka mecrâlarda yatıyor.
#politika
#kimlik
#Süleyman Seyfi Öğün