Sırrı Süreyyâ; yerli ve milli olmak

04:005/05/2025, Pazartesi
G: 5/05/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Sırrı Süreyya vefât etti. Allah rahmet eylesin. Üzgünüm… Kendisi ile bir tanışıklığımız vardı. Seneler evvel, sevgili Târık Tufan, İsmâil Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf kardeşlerimin büyük bir seyirci kitlesi tarafından tâkip edilen Meksika Sınırı programına dâvetliydim. Bu üç isim bu başarılı programı uzun bir zaman bir üçlü olarak götürmüş; daha sonra Sırrı Süreyyâ da programa dâhil olmuştu. Uzun uzun anlatmayacağım; Sırrı Süreyyâ’da yeni tanıştığı insanları kendisine sempati ile bağlayan

Sırrı Süreyya vefât etti. Allah rahmet eylesin. Üzgünüm… Kendisi ile bir tanışıklığımız vardı. Seneler evvel, sevgili Târık Tufan, İsmâil Kılıçarslan ve Selahattin Yusuf kardeşlerimin büyük bir seyirci kitlesi tarafından tâkip edilen Meksika Sınırı programına dâvetliydim. Bu üç isim bu başarılı programı uzun bir zaman bir üçlü olarak götürmüş; daha sonra Sırrı Süreyyâ da programa dâhil olmuştu. Uzun uzun anlatmayacağım; Sırrı Süreyyâ’da
yeni tanıştığı insanları kendisine sempati ile bağlayan bir şahsiyet iksiri
vardı. Bu iksirin unsurlarıyla; yüzünden eksik olmayan o saygılı ve muhabbetli tebessüm, ses tonu, hâtıraları, keskin gözlemleri ve okuduğu şiirlerle, anlattığı fıkralarla örülen hoş sohbetiyle herkesi kavrardı. Bende de aynı tesiri doğurdu. O ara, çalıştığım üniversitede onun da sinema dersleri verdiğini öğrendim. Görüşmeye karar verdik. Bir sömestir boyu, haftada bir görüştük ve sohbet ettik. Sohbetin mevzuu asla siyâsal değildi. Daha çok kültürel ve sosyal meseleleri konuşurduk. Çok dengeli sohbetlerdi bunlar. Sırrı Süreyyâ konuşmasını bildiği kadar dinlemesini de bilirdi. Sırrı Bey daha sonra siyâsete kaydı. Şahsî kanaatim, doğru yapmadı. Bir kültür adamı olarak kalsaydı, sinemada ilerlese çok daha iyi yapardı. Tabiî ki bu benim şahsî kanaatim. Başka şekilde düşünenlere de saygım var. Hrant Dink’in anıldığı bir toplantıda bir araya geldiğimizi ve o hüzünlü toplantıda Sırrı Süreyyâ’nın, vasatı bozmadan herkesi kırıp geçiren esprilerini hatırlıyorum. En son olarak İstiklâl Caddesi’nde karşılaştık. Kucaklaştık ve ayaküstü konuştuk. Daha sonra yollarımız ayrıldı. Bir daha rast gelmedik. Kader böyleymiş...

Sırrı Süreyyâ şâhsiyeti ile TBMM’ye renk kattı. Onun fikir ve eylemlerine en fazla kızan insanları bile içeriden fethetmeyi bildi. Tedâvisi boyunca herkes Sırrı Bey ile aralarındaki fikir farklılıklarını bir tarafa bıraktı ve onun için dua etti. Aslında çok tuhaf bir durumdur bu. Bana öyle geliyor ki günlük hayâtlarımızı çok defâ bir kabuk savaşları olarak yürütüyoruz. Kızdığımız, karşı çıktığımız hattâ çatıştığımız insanlara dâir saklı, lâkin gerçek duygularımızı boğuyoruz. Bu duygular ne hikmetse, dramatik durumlarda kabuklarını kırıyor ve açığa çıkıyor. Bu durumu en son Hrant Dink’in katledilmesinden sonra yaşamıştık. Sırrı Süreyyâ’nın vefâtında da benzer bir manzara tezâhür etti.


Hrant Dink’in cenâzesinin hâkim sloganı sonradan yapıştırılmış, emânet olmayan bir slogandı. Hepimiz Hrant’ız sloganı serbest bırakılmış saklı duyguların kuvvetli bir şekilde dışavurumuydu... Bu, herkesin, şöyle veyâ böyle, şu veyâ bu miktarda Hrant’ta kendisini bulmasıydı. Fanatikler bir tarafa, Hrant’ın fikirlerine karşı çıkan; lâkin mâkûl düşünebilen büyük bir kitle bu slogana şu veyâ bu derecede sarıldı. Sırrı Süreyyâ için de aynısı yaşandı. Farklı hattâ çatışma mevzuu olan her şey unutuldu, herkes onun o candan tebessümünde bir duygu birliğinde kenetlendi.


Orta sınıf kültürlenmeler çok cilveli görünüyor bana. Bu memlekette şöyle veyâ böyle; şurasından veyâ burasından bir orta sınıf tecrübesi yaşayan büyük bir kitle yaşıyor. Bunların kâhir ekseriyeti de alt orta sınıflarda yoğunlaşıyor.
Tüketim standartlarında yaşanan iyileşmeler ne yazık ki hemen kültüre yansımıyor.
Kabuklarda bu açıkta şekilleniyor. Tüketim kültürü,
tüketimci olma fırsatını sağlamış, lâkin bunu hazmederek tüketimin dışında ayrıca nasıl kültürleyeceğini bilemeyenlerin hâllerini
temsil eden bir kavram. Onun için tüketim insanında (homo consumens)
zevksiz bir gösterişçilik, meydan okuma, taşkınlık yapma, öz tapınma
(narsisizm) ve
ölümperverliğin
(neekrofilyan) envâî çeşitlerini buluyoruz. Kabuklaşmalar bir hazımsızlığın göstergesi. Siyâsette de bunun yansımalarını çok net görebiliyoruz.

15 Temmuz’dan sonra seferber edilen ve benim de sâhiplendiğim
yerlilik ve millîlik
meselesinin sosyolojisini de bununla derinden irtibatlı gördüğümü söylemeliyim. Eğer kültürdeki kabuklaşmalar tasfiye edilmeyecekse ne yerliliğin ne de millîliğin hakkı verilebilir kanaatindeyim. Eğer kabuklaşmalar tartışılmayacaksa yerlilik ve millîlik de kaçınılmaz olarak kabuk tutacak ve kuruyacaktır.

Sırrı Süreyyâ gibi sayıları hayli azalan şahsiyetler bana tam da bunu düşündürüyor. Millîliğini tartışacak çok kişi çıkabilir ama yerliliği husûsunda kimse itiraz edemez.
Sırrı Bey hakîkî mânâda yerli bir insandı.
Adıyaman’dan metropollere uzanan bir hayâtın başdöndürücü değişimleri onu hiç bozmadı. Yeni hayat paternlerine dâhil oldu; ama asla savrulmadı.
Her şeye damardan girdi ve kendisi olarak uyum sağladı.
(Bunu son devrin en kudretli tanbûr sanatçısı olan Necdet Yaşar’da da görmüştüm). Eski elbiseleri atarak ve yeni elbiseler kuşanarak değil, üzerindekini sâhiplenerek ve yeni durumlara göre terziliğini yeniden yaparak başardı bunu. Yerli olmanın esaslı praksisi bu olmalı. Bunun kıvamını ve akışkanlığını sağlayan ise
neş’eyi merkeze koyan bir zevk dünyâsıdır.
Sırrı Süreyyâ’da olan da buydu. En büyük kavgalarını asla gerilemeden, ama kimseyi de incitmeden yaptı. En kavgalı olduklarını bile kazanmasını bildi. Artık bedenen göçtü. Arkasında bir ayna bıraktı. Bu aynada herkes kendisini seyrediyor. Kendi kabuklarını görüyor.
Devşirme kültürlenmeleriyle bu topraklardan çoktan kopmuş, ona yabancılaşmış olan burjuva zihniyetli orta sınıf insanlar
Sırrı Bey’e bakıp gizliden gizliye hayıflanacaklardır. Onun anlattığı hikmet ile espriyi birleştiren fıkraların, şiirlerin, türkülerin ne kadar yabancısı olduklarını, neleri kaybettiklerini göreceklerdir. Tıpkı bunun gibi, son devirlerde metropol hayâtlarına dâhil olmuş
muhafazakâr refleksleri diri olmakla berâber kültürlenmeleri zayıf yeni orta sınıfların
da bu aynada kendi sakâletlerini görmeleri beklenir. Ama doğrusu çok ümitvâr değilim.
İnsanlar Sırrı Süreyyâ’da sakâletlerini değil telâfîlerini bulacaklardır.

Yeni Türkiye’nin mottosu olan yerlilik ve millîlik meselesini dikkatli bir şekilde işlemek gerekiyor. Benim nazarımda
yerlilik dâima millîliği önceler.
Bunu unutmamak gerekir. Yerliliğini muhafaza edemeyen bir millîlik kabuklaşır; şiddeti merkeze koyan mafyoz bir kabadayılaşmakta takılı kalır. Millîliğimizi zevk ve neş’e ile terbiye edilip sindirilmiş bir yerliliğin dışında tartışmak nâfiledir.

Bu dünyâdan bir Sırrı Süreyyâ geçti. Menzili mübârek olsun…

#Sırrı Süreyya Önder
#millilik
#Süleyman Seyfi Öğün