Tam bir yıl önce Devlet Bahçeli’ nin TBMM grup toplantısında Öcalan ’a yaptığı çağrıyla başlayan süreçte bir hayli yol katedildi. Katedilen yolun paralelinde ise dünyada birçok değişim meydana geldi. Çağrının yapıldığı dünyada Suriye’de halkına karşı soykırım ve her türlü insanlık suçlarını irtikap ettiği halde Esad diktatörlüğü vardı. Üstelik 14 yıl süren bir savaşın ardından, uluslararası toplumdan da önemli bir destekle yıkılmaya çalışıldığı halde yıkılmamış ve Suriye’nin geleceğinde tek aktör
Tam bir yıl önce
nin TBMM grup toplantısında
’a yaptığı çağrıyla başlayan süreçte bir hayli yol katedildi. Katedilen yolun paralelinde ise dünyada birçok değişim meydana geldi.
Çağrının yapıldığı dünyada Suriye’de halkına karşı soykırım ve her türlü insanlık suçlarını irtikap ettiği halde Esad diktatörlüğü vardı.
Üstelik 14 yıl süren bir savaşın ardından, uluslararası toplumdan da önemli bir destekle yıkılmaya çalışıldığı halde yıkılmamış ve Suriye’nin geleceğinde tek aktör olma vasfı yenilenmiş olarak.
O kadar ki, Türkiye için bile Suriye’nin geleceği Esatsız düşünülemeyecek hale gelmişti.
BİR YIL İÇİNDE YENİ BİR UFUK OLUŞTU
Esad Suriye’deki PKK (PYD) yapılanmasına ABD-İsrail’in yanısıra hayat veren iki damardan birini oluşturuyordu. Ancak ne olduysa oldu ve Bahçeli’nin çağrısından sadece bir buçuk ay sonra Suriye’deki kanlı ve suçlu rejim, Suriye halkının 14 yıl sürmüş savaşının son bir hamlesiyle hiç beklenmedik bir anda yıkılıverdi.
Bugün Suriye’de bir yıl öncesinden çok farklı bir rejim var. Bu rejimin Kürtlere bakışı da Suriye’nin toprak bütünlüğü meselesine bakışı da çok farklı.
Kürtleri ikinci sınıf vatandaş gördüğü halde salt Türkiye’ye karşı stratejik bir koz olarak kullanmayı düşünen
Esad’ın aksine Kürtleri ülkenin birinci sınıf ve eşit vatandaşı olarak gören yeni rejim,
ülkenin herhangi bir unsurunun İsrail’in isteği doğrultusunda ülkeyi zayıflatmak üzere kullanılmasına razı değil.
Kürtlere, Dürzilere ve Nusayrilere
tahsis edilmiş bölgelerle birlikte Suriye’nin 4 parçaya bölünmesi İsrail’in kendine göre düşündüğü bir strateji.
Burada Kürtlerin İsrail’in planlarının bir parçası olup olmaması gibi bir tercih karşısında oldukları çok açık.
Mevzunun Kürtlerin bağımsızlığı veya kendi kaderlerini tayin meselesi olmadığı da.
Bu bir yıl içinde Gazze’de İsrail soykırımı daha da derinleşti ve bütün dünyanın İsrail’e ve Filistin’e yönelik duyguları, algıları ve düşünceleri de buna paralel olarak değişti.
Bugün İsrail lanetli bir ülke ve onun yanında durmak bu lanetten payına düşeni almak anlamına geliyor.
İsrail ile şu veya bu yolla ittifaklarını sürdüren bazı Arap yöneticileri de, Suriye’de İsrail’in planlarına alan açan, omuz veren aktörler de bu lanete maruz kalmaktan kurtulamayacaklardır.
PKK’nın Türkiye’de başlamış olan yeni sürecin bir parçası olarak Türkiye’deki bütün silahlı unsurlarını çektiğini duyurduğu gün Diyarbakır’da Özgür-Der tarafından
“Ortak Gelecek: Türkiye’de Kürtler, Kardeşlik ve Toplumsal Barış”
başlıklı bir sempozyum düzenleniyordu.
Oldukça etraflı değerlendirme ve tartışmaların yapıldığı programa Kürdistan Adalet Toplumu Partisi
, Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü
Haksöz Dergisi Yazarı
, Memur Sen Diyarbakır İl Başkanı
, Özgür Der Genel Başkanı
, Star Gazetesi Yazarı
konuşmacı olarak katılım sağladı.
Katılımcılar, meselenin özünün yalnızca “kimlik” ya da “kültürel haklar”la sınırlı olmadığını, aksine
ahlaki, siyasal ve medeniyet ölçekli bir kriz
olduğunu vurguladılar. Bu perspektif, hem ulus-devletin seküler sınırlarını hem de İslam dünyasının kendi içindeki parçalanmışlığını yeniden sorgulama imkânı sundu.
SORUN OLAN KÜRTLER DEĞİL SİSTEMİN KENDİSİ
Mevzu galat-ı meşhur olarak hep Kürt Sorunu olarak isimlendiriliyorsa da sempozyumdaki kendi konuşmamda bunun yanlışlığını vurgulamaya çalıştım:
Türkiye’de sorun olan Kürt değildir
,
. Sorun olan sistemin kendisidir ve bu sorun sadece Türk Milliyetçiliğinden kaynaklanmıyor. Türklere Türklüğü, Kürtlere de Kürtlüğü ayırıcı, münhasır bir kimlik olarak icad edip bunu Türklere ve Kürtlere ayrı ayrı dayatmaya çalışan ulusalcı ideolojidir.
SİSTEMİN EN BÜYÜK MAĞDURU TÜRKLER
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de tesis edilen ulusalcı ideolojinin en büyük mağduru zannedildiği gibi Kürtler veya diğer etnik gruplar değil bizatihi Türklerdir. Çünkü 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren işlenmeye başlayan Türk milliyetçiliği son evresine doğru Türklerle alakası olmayan bir Türklük kavramını icat edip bunu Türklere dayattı.
İcat edilen bu etnik kimliğin kalıplarına girmek için Türklerin Türk olmaktan da çıkması gerekiyordu. Bu uğurda dillerinden, dinlerinden, kültürlerinden, tarihlerinden, hafızalarından vazgeçmeleri gerekiyordu.
Tam da böyle olmuştur. Bugün asimilasyondan bahsetmesi gereken Kürtler değil Türklerdir. Türkler batılılaşma projesinin de paralelinde giden Türkleşme uğruna her şeyden önce Türklüklerinden ferağat ettiler. Hedeflenen İslam-dışı bir Türklüğün Türklükle hiçbir ilgisi olamazdı. Bin yıldır İslam’la meczolmuş Türklüğü bu kulvarda İslam’dan ayrıştırma çalışması Türklükten geriye hiçbir şey bırakmazdı. Belli kitleler nezdinde o kadar başarılı oldular ki bugün birçok kişi sahih Türklükle hiçbir alakası kalmamış olduğu halde, kendini batılı, seküler, ırkçı haliyle Türk sayabiliyor.
Bir zaman sonra Kürtlerin isyan ettiği asimilasyon sürecinde aslı Türklerin neler kaybettiğinin muhasebesi hiç yapılmadı.
Yapılsa bu Kürtlere bir teselli mi sayılmalı, yoksa Kürtlere de bugün ulusalcı Kürtlüğün maruz olduğu benzer bir süreci mi hatırlatmalı? Özgür-der sempozyumu bu soruya da bir cevap aramaya çalıştı.
Kürdistan Adalet Toplumu lideri
, konuşmasında Kürt meselesini tarihsel bağlamına oturtarak, bir asır önce çizilen
İslam coğrafyasını kalıcı olarak parçaladığını hatırlattı. Ona göre bugün Kürtlerin yaşadığı dağınıklık, sadece dört devlete bölünmek değil,
ümmetin ruhsal ve siyasi parçalanmışlığının
tezahürüdür ki bunda da 100 yıl önce emperyalistlerin bize biçtiği sınırların rolünü ve bir çözümün ancak bu sınırları aşarak düşünülebileceğini anlattı.
KÜRT MİLLİYETÇİLİĞİ, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TAKLİT EDEREK DEĞİL, ONDAN HİCRET EDEREK KENDİNİ KURTARABİLİR
Hem
hem de
ve
’nin veciz tespitlerini hülasa etmek üzere şu notu düşmüşüm:
“Milliyetçilik, mazlum milletlerin bile zihnini kolonize eden bir virüstür. Kürt milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğini taklit ederek değil, ondan hicret ederek kendini kurtarabilir.”
, Türkiye’de bir sistem sorunu olarak ortaya çıkan sorunun çözümünde İslamcılar da eşit derecede hatta daha fazla mağdur oldukları halde, bu sorunu da kendi çözüm programlarına koymaktan geri durmadıklarını anlattı. Bu noktada
İslamcıları Kürt sorunu konusunda yeterince duyarlı davranmadıkları dolayısıyla eleştiren dil çok haksız ve münasebetsiz bir dildir.
İslamcıların kendi sorun tanımları var ve bu tanımın ürettiği siyaset Türkiye’de her zaman Kürt sorununu da diğer bütün insan hakları sorununu da fiilen çözmeye daha yatkın olmuştur.
Nitekim Kürt sorunu bugün İslamcıların siyasi vizyonu sayesinde belli bir çözüm noktasına gelebilmiştir.
Bunu yaparken İslamcılar Kürtçü bir çizgiye gelmedi, bilakis bu sorunun da çözümünün İslami bir yaklaşımla mümkün olabildiğini fiilen göstermişlerdir. Tabii ki görebilene.
Türkiye’nin tam 40 yılına mal olmuş bir sorunun bugün geldiği noktada Türkiye’nin önünde yepyeni bir ufuk var.
Esasen bu ufukta silahların konuşmasını gerektirecek hiçbir zemin kalmamıştı. Aslında Bahçeli’nin çağrısıyla başlayan süreç bir bakıma başka bir seçeneği kalmamış örgüte de bu faslı kapatmak için oldukça münasip bir gerekçe oluşturmuştur. Allah devamına erdirsin.