Ezberler, sloganlar, klişeler sürekli tekrarlanan sözler siyasetin en büyük engelidir. Başka aktörlerle ilgili oluşturulan ve tekrarlanan sözler anlamayı engellediği gibi bir süre sonra o sloganlara, klişelere sarılarak işi götürmeyi marifet sayanların da önünde en büyük engel haline gelir. Bu durumda siyaset durumun akışına uygun olarak gelişen sorunlara çözüm kabiliyetini iyice yitirir, sloganlara hizmet eden, onları fetişleştirip onlara tapınan tehlikeli bir hal almaya başlar. Siyaset halka hizmete
Ezberler, sloganlar, klişeler sürekli tekrarlanan sözler siyasetin en büyük engelidir. Başka aktörlerle ilgili oluşturulan ve tekrarlanan sözler anlamayı engellediği gibi bir süre sonra o sloganlara, klişelere sarılarak işi götürmeyi marifet sayanların da önünde en büyük engel haline gelir.
Bu durumda siyaset durumun akışına uygun olarak gelişen sorunlara çözüm kabiliyetini iyice yitirir, sloganlara hizmet eden, onları fetişleştirip onlara tapınan tehlikeli bir hal almaya başlar.
Siyaset halka hizmete değil bazı sloganlara, kültlere, fetiş kavram ve nesnelere tapınmaya indirgenir. Bu fetişler insanların arasını ayırdıkça ayırır, kopardıkça koparır, düşman eder ve insanlar günün sonunda bir hiç uğruna kavga ettiklerinin farkında bile olmazlar.
İnsan için siyaset bunun şuurunda olup anlamayı öne çıkarır, ezberleri bozar ve tıkanan siyasal alanda hareket edebilecek bir yer açar herkes için.
Devlet Bahçeli’nin TBMM’deki Grup toplantısında “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun”
diyerek yaptığı çıkış uzun süredir dillere pelesenk, kalplere mühür, siyasete ise tam bir blokaj haline gelmiş olan bütün ezberleri, tekrarları, klişeleri altüst etti. A
ma muhtemelen bir tek klişeyi yıkmak yerine bize tekrar yaşatmış oldu: Onun bu çıkışının dokunduğu mihrakların tarz-ı infiallerini.
Bahçeli’nin çağrısının bir gücü kendisinden hiç beklenmiyor olmasındandı, ama bir başka gücü de çağrısının reel oluşmuş bulunan ciddi bir siyasal tıkanıklığa veya siyasallık ihtiyacına karşılık geliyor olmasından.
Siyasetin önüne ciddi engel oluşturmuş ezberlerin bozulması bazen herkesin beklentisi oluyor ama kimse cesaret edemez bunu yapmaya. Buna ihtiyaç duyanlar her şeye rağmen bir arada yaşamaya, anlaşmaya, bir siyasal bedende birer organ olarak var olmaya mecbur ve buna da talip olanlardır.
Davetin içeriğine,
TBMM’de Apo’nun konuşup konuşmamasına, tabii ki takılmamak lazım. Böyle bir teklife gösterilen tepki elbette çok haklı ama bir şekilde Türkiye’de safların tekrar sıklaştırılması, siyasal beden bütünlüğünün ve sıhhatinin temin edilmesi zaruretinden kuşku duyulamaz.
Nitekim bu çağrıya tepki her siyasallaşma girişimine karşı sergilenen klişe tepki bedenin içinden değil, dışından geldi.
TUSAŞ saldırısı tam da Bahçeli’nin devre dışı bırakmayı teklif ettiği PKK’dan, tabii ki onun sahiplerinden, geldi.
PKK Türkler, Kürtler, Araplar ve bu coğrafyanın içinde birbirine kaynaşmış, birbiriyle organik bir beden bütünlüğü içinde var olmuş
bu sayede bir kez daha göstermiş oldu.
Türkiye’nin Kürtlerle arasındaki mesafeler bilhassa PKK’nın beslendiği ortamlar oluşturur ve bu mesafeleri kapatmaya çalışan bütün girişimler tarihte hep malum merkezler tarafından sabote edilmiştir. Bu konuya el atan her faninin başına gelmeyen kalmamıştır geçmişte.
Zamanla iyice netleşmiş olan tabloya göre Türkiye’ye ABD tarafından Siyonist vizyon adına biçilmiş olan konfigürasyon Türklerle Kürtlerin ayrı gayrı olmasıdır.
PKK bu ayrılığı temin eden, onu sürekli besleyen bir aparat, ama PKK’nın da beslenebilmesi için ona karşı hiçbir milli vizyonu, maslahatı ve refleksi olmayan fetişist bir ulusalcılık lazımdır.
PKK’ya karşı gibi görünüp aslında PKK’nın muhtaç olduğu bütün kudreti ve gıdayı kendi sözleriyle, eylemleriyle veren bir ulusalcılık.
Ne Türk’ü bilen, he Kürt’ü, ne kendini bilen ne ötekini, ne rabbini bilen ne nefsini bilen cahil ve hamasi bir ırkçılık.
TUSAŞ saldırısı neyi amaçladıysa amaçlamış olsun, Bahçeli’nin çağrısının gücünü ve isabetliliğini daha da artıran bir etki yapmıştır.
Kandil’den Cemil Bayık’ın bir Firavun gibi “Kürt halkını özgür bırakmayacağı”
şeklinde tercüme edilebilecek sözleri de bu güç ve etkiye dahil olmuştur. Yüzyıldır
Kürtleri alavere dalavere kendine köleleştirmiş olanlara karşı bir Musa yola çıkmıştır
artık. Kürtlerin Siyonist emperyalizmin elinden özgürleşmesi mukadderdir.
DEM Parti’nin ve Selahattin Demirtaş’ın
geçmişte şu veya bu hataları yapmış olmasına takılmadan, bu çağrıya verdiği cevap, bu açılan yeni sayfa için oldukça umut vericidir. DEM’in PKK tasallutundan kurtarılması her şeyden önce DEM ve Kürt hareketini kendi ruh köklerine geri döndürür.
PKK ise ABD ve İsrail’in lejyoner örgütü olarak şimdiye kadar hem insan kaynağı bakımından hem de maddi ve söylemsel olarak sömürdüğü Kürt halkının yakasından düşme ihtimali bu sayede daha da güçlenmiştir.
Bahçeli’nin çıkışına cevabın PKK tarafından ve Türkiye’nin savunma sanayiine sabotaj şeklinde gerçekleşmiş olması, hitap ve muhatap arasındaki uyumu da gösteriyor.
Bu uyum içinde PKK da kimin sözcüsü ve lejyoneri olduğunu göstermiş oluyor. Bu lejyoner örgütün siyasetimiz üzerinde bu kadar güçlü bir blokaj oluşturması karşımızdakilerin gücünü mü bizim siyasetsizliğimizi mi gösterir?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in bu süreçte kumar jargonuna müracaat ederek “el yükseltme” adına “Kürtlere Türkiye devletini sunma”
teklifi tarz ve bağlam itibariyle bu olumlu çıkışı sulandırmaktan başka bir anlam ifade etmemiştir. Yeni bir şey de söylemiş olmuyor.
Erdoğan ve AK Parti’nin baştan beri Kürtlere söylediği şey zaten bu. En radikal Kürt milliyetçilerinin dahi kendilerine bir devlet aramasına gerek yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Kürtlerin de devletidir, Türklerin olduğu kadar.
Haddi zatında bu bağlamda
Türk-Kürt-Arap-Çerkez ayırımı da yoktur. Türkiye’de Kürtler ne Irak ne İran ve ne de Suriye’de olduğu gibi ikinci sınıf vatandaş olmadı hiçbir zaman.
Dilleri ve kimliklerinin göz ardı edildiği dönemlerin uygulamalarının hedefi sadece Kürtler değildi. Bir ulus-devlet inşası adına Türkiye’de bütün çeşitliliklerin göz ardı edildiği bir siyasetin içinde yaşadılar ne yaşadılarsa. Bu siyasetin içinde Türkler de bir homojenleştirme programına aynı şekilde tabi tutuldular. Ama bu başka bir konu, daha önce de çok konuştuk, sonra da konuşuruz.
Şimdi geldiğimiz noktada yeni şeyler konuşmanın, yeni şeyler söylemenin gereğini duyuyoruz. Aradan ABD, İsrail ve onların aparatı olan PKK’yı çıkarıp kendi bedensel bütünlüğümüzü ve uyumumuzu yakalamalıyız, safları sıklaştırmalı insanlığa düşman
Siyonist eşkıyalığa karşı tarihin doğru tarafında yer almalıyız. Gün o gündür.
#Siyonizm
#politika
#Yasin Aktay