Yeni ve sivil bir anayasa tartışmasının ufkunda

04:0015/09/2025, Pazartesi
G: 15/09/2025, Pazartesi
Yasin Aktay

Şu anda Türkiye’nin devlet ile vatandaşlar veya vatandaşların kendi aralarındaki ilişkilerini, kurumlarını ve yetkilerini düzenleyen toplumsal sözleşmesi olarak mevcut anayasasını bu topluma kabul ettiren 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden tam 45 yıl geçmiş. Darbe 45 yıl önce yönetimi silah gücüyle devraldığında ilk iş olarak var olan anayasayı lağvetmiş. Meşruiyetini ve görev tanımını aslında o anayasadan alıyordu ama o anayasadan doğmayan bir hak ve yetkiyi silah gücüyle kendi kendine üretip

Şu anda Türkiye’nin devlet ile vatandaşlar veya vatandaşların kendi aralarındaki ilişkilerini, kurumlarını ve yetkilerini düzenleyen toplumsal sözleşmesi olarak mevcut anayasasını bu topluma kabul ettiren 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden tam 45 yıl geçmiş. Darbe 45 yıl önce yönetimi silah gücüyle devraldığında ilk iş olarak var olan anayasayı lağvetmiş. Meşruiyetini ve görev tanımını aslında o anayasadan alıyordu ama o anayasadan doğmayan bir hak ve yetkiyi silah gücüyle kendi kendine üretip o anayasayı ve anayasanın tanımladığı bütün görevleri sıfırlıyordu.

Bunu yapmak suretiyle aslında anayasalar tarihinin trajik bir gerçeğini bir kez daha ülke insanlarına hatırlatmış oluyordu. Bir toplum sözleşmesi olarak da tanımlanan anayasalar toplumun en son katıldığı, hatta sadece onay imzalarının genellikle zorla alındığı metinlerdir. 12 Eylül anayasası da son derece baskıcı bir diktatörlük süreciyle darbeciler tarafından yaz(dır)ıldıktan sonra halkoyuna sunulduğunda halka onaylamaktan başka bir seçenek bırakılmıyordu zaten.

Ancak yine de her şey tanımına uygun olmalıydı ve halkın en yüksek seviyede onayı alınmalıydı. Neticede zorla da kabul ettirildiğinde bir anayasa devleti inşa eden ve meşrulaştıran bir metin, ona itiraz edenler bile mevcut haliyle ona referans vermeden hareket edemiyorlar. 12 Eylül Anayasası’na en şiddetli muhalefet eden Süleyman Demirel yine de elinden bu anayasa metnini düşürmüyor, sürekli ona referans veriyordu.

Anayasa veya genel olarak yasa karşısında bulunduğumuz paradokstur bu. Ne kadar kötü olsa, ne kadar itiraz da etsek mevcut durumda fiilen geçerliliği vardır. Bu geçerlilik onu kimin hangi yöntemlerle dayatmış olduğundan bağımsız olarak işlemektedir. İşin trajik yanı da adına “toplum sözleşmesi” deniyor olsa da hiçbir ülkenin anayasası toplumun katılımıyla hazırlanıp yürürlüğe girmemiştir. Daha önce Prens Sait Halim Paşa’nın da işaret ettiği bu süreçte “toplum” aslında bürokratik veya oligarşik (askeriye, maliye, ilmiye) elitlerin kod adıdır.

12 Eylül Anayasası’nın yapılma şekli ve içeriği dolayısıyla çok kötü bir anayasadır, ama şu anda bizim anayasamızdır. Çok değiştiği halde üstelik. Değişmeyen çok az maddesi kaldı, ama yine de nasıl bir anayasa ise, o 12 Eylül ruhu üzerinden çekip gitmiyor. Yapıldığı andan itibaren eleştiriye konu olan birçok maddesi değişti. 30. yıl dönümünde 26 maddelik kapsamlı bir değişime konu oldu. 2017’de daha da kapsamlı, sistem bazında bir değişime uğradı ama işte yine bugünlerde bir anayasa değişikliğinin ufkundayız.

Bir süredir gündemde olan 12 Eylül Darbesi’nin ruhundan uzak, tamamen sivil bir anayasa gündemi bizde neredeyse 20 yıldır rutin olarak tekrarlanan bir gündem aslında. Bu süre içinde en iyi öğrendiğimiz şeylerden biri ideal, iyi bir anayasa metni hazırlama konusunda vatandaş olarak hepinizin de konuşmaya katılmamız. Yani anayasa yapım sürecine vatandaşın katılım kanallarının açık olması dolayısıyla daha iyi anayasalar için herkeste bir kanaat oluşmuş durumda.

Cumhurbaşkanının yeni ve tamamen sivil bir anayasa yapmaya herkesin katkıda bulunması çağrısına Hüda-Par da “Toplumsal Mutabakat Arayışı” başlığı altında cevap vermek üzere cumartesi günü İstanbul’da bir çalıştay düzenledi. Gün boyu siyasetçilerin ve akademisyenlerin hayli seçkin bir topluluğa hitaben yaptıkları konuşmalarla “girişmeye değer” yeni bir anayasa için yöntem, muhteva ve koşullar üzerine ciddi ufuk turlarında bulundular.

“Girişmeye değer” benim tabirim aslında, ama genel olarak yapılan mülahazaların altındaki kaygıları en iyi tavsif edebilecek bir tabir. Neticede mevcut anayasanın dibacesi ve “dokunulmaz” maddelerine yine hiç dokunulmayacağı daha baştan ilan edildikten sonra yapılacak değişikliklere değip değmeyeceği haklı bir soru. Çünkü 12 Eylül ruhu tam da o ilk maddelerde veya o maddelerin “değişmezliğinde, değişmesi teklif dahi edilemezliğinde” mündemiç.

Enteresan olan o maddelerin büyük çoğunluğunun hiçbir tartışma konusu olmaması. Bayrağa, başkentin Ankara oluşuna veya ülkenin sosyal hukuk devleti oluşuna kimsenin itirazı yok. Ama bir anayasada bir insanın isminin olması ve hele ona nispet edilen ve ne anlama geldiği üzerinde bile hiçbir şekilde mutabakat bulunmayan bir “milliyetçilik” her zaman her türlü otoriter siyaset veya uygulamanın mazeretini oluşturur. Bir anayasa metnine değişmezlik kaydı koymak hem gelecek nesillerin iradesine ipotek koymak hem de şimdiki ve gelecek nesillerin aklını, iradesini aşağılamak anlamına gelir, tam da 12 Eylül darbeciliğine yakışır şekilde.

Oysa ufkunda bulunduğumuz dünya, hızla değişen ve bilginin, teknolojik gelişmenin, insan ilişkilerinin çok daha farklı bir yere doğru gittiği bir dünya. Bu dünyada anayasası daha baştan çok muğlak ve içeriği tartışılır bir ideolojik doğma (değişmezlik) ile kayıtlanmış bir toplum olarak ciddi bir yer edinmek mümkün değil.

Çalıştayda önceki Meclis Başkanı sayın Mustafa Şentop ve Hüda-Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu açılış konuşmalarında yeni bir anayasa için yeterince sebebin belirmiş ve fazlasıyla birikmiş olduğunu ifade ettiler.

Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Türkiye’de artık göz ardı edilemeyecek bir nüfusa ve yerleşime ulaşmış muhacir gerçeğine dikkat çekerek anayasada muhacirlerin haklarının da dikkate alınması gerektiğini söyledi.

Mazlumder Genel Başkanı Hukukçu Kaya Kartal ve Mehmet Göktaş’ın da başlangıç konuşmacıları arasında yer aldığı çalıştaydaki oturumlarda Hüseyin Sudan, Abdurrahman Eren, Emir Kaya, Ahmet Sait Öner, Muharrem Coşkun, Saffet Köse, Kaya Kartal, Hamza Türkmen, Abdulmuttalib Arpa, İlhami Sayan, Halil İbrahim Çelik ve Adnan Akalın “Türkiye’nin Anayasa Yapım Deneyimi Işığında Yeni Anayasa Yapımında Yetki ve Yöntem Sorunu”, “Devlet Nedir? Ne İçindir?” “Nasıl Bir Anayasa? Manifesto, Temsil, Özgünlük”, “Aile ve Fıtratın Korunması”, “Etnik Kimlikler ve Anayasal Düzen: İlkeler ve Yaklaşımlar”, “İdeoloji Dayatmayan Kuşatıcı Bir Anayasa Mümkün mü?”, “İnanç Temelli İktisadi Faaliyet Hakkı”, “Kültürel Haklar ve Kültürel Hakların Korunması” “Eğitimin Yeniden Yapılandırılması: Süreklilik, Değişim, İhtiyaç ve Beklentiler”, “Kişisel Veriler ve Mahremiyetin Korunması” gibi başlıklar altında yaptıkları sunumlarla mevcut anayasaya yönelik eleştirilerini ve yeni anayasa için önerilerini ortaya koydular.

Çalıştayın sonuç bildirgesinde “Artık vakit, darbe anayasasının gölgesinden çıkıp sivil, katılımcı ve adil bir anayasa yapma vaktidir. Akademisyenler, hukukçular, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun bütün kesimleri bu tarihî sorumluluğu üstlenmeli; yeni bir geleceği birlikte inşa etmelidir” sözleriyle bir çağrıda bulunulurken, bana göre şu cümlelerle Hüda-Par olarak en esaslı önerilerini de yapmış oluyor:

“Türkiye’nin anayasal kimliği, tarihsel birikimi ve toplumsal değerleri dikkate alınarak inşa edilmelidir. Sosyolojik normlar, pozitif normlara yansımalı ve sisteme aktarılmalıdır. Bu bağlamda milletimizin İslam ümmetinin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeği, anayasal tasavvurda göz ardı edilmemelidir. Yeni anayasa, evrensel insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleriyle uyumlu biçimde, bu aidiyeti bir ayrımcılık değil; toplumun tarihî, kültürel ve manevi kökleriyle bağını güçlendiren bir referans olarak yansıtmalıdır.”

#siyaset
#politika
#Yasin Aktay