Almanya-İsviçre seyahatimizin İsviçre ayağını yazıyor Ayşe Akdağ kardeşimiz iki yazıda. Zürih, Basel, Lozan ve Montrö seyahatimize sizi de dâhil eden bu leziz yazıları zevkle okuyacağınızı umuyorum. Keyifli okumalar…
Almanya seferinin üçüncü ve son gününde, Stuttgart şehrine veda etmeden önce, şehrin simgelerinden biri hâline gelen devasa Şehir Kütüphanesi’ni ziyaret ediyoruz. Dış mekândan içeriye doğru ilerlerken, Yusuf Hocamızın dikkatini kütüphanenin en üst katına yerleştirilmiş Arapça bir kelime çekiyor: الكتاب (El-Kitâb).
Yusuf Hoca, “Buraya bakın arkadaşlar,” diyor. Binanın dış cephesinde dünyanın pek çok dilinde “kütüphane” kelimesi yazılı. Ancak özellikle arapçanın seçilmiş olması Koreli mimarın, bilgi ve kültürün evrenselliğini yansıtmakla birlikte, İslâm medeniyetinin zihinlerde bıraktığı derin izleri gözler önüne serme kaygısının bir işareti olmalı.
Kütüphanenin iç mekânı ağırlıklı olarak beyaz tonlarla tasarlanmış olsa da, dış yapıdaki Arapça yazısı kadar göze ve gönle hitap eden bir estetik sunmuyor. Stuttgart Şehir Kütüphanesi’nin daha çok popüler bir fotoğraf durağı olduğunu düşünerek, şehir merkezindeki kitapçılara doğru yola koyuluyoruz. Şehir merkezinde, beş katlı devasa bir kitapçı olan Thalia Kitabevi’ne giriş yapıyoruz.
Şehrin tam merkezi olan Schlossplatz’ta bulunan bu büyük kitabevinde, Muharrem Hoca çok güzel bir fotoğraf karesi yakalıyor. Ben, Angela Merkel’in Özgürlük adlı eserini incelerken, Yusuf Hoca da Robert K. Massie’nin, Rusya’daki Romanov hanedanlığının son çarları Alexander ve Nikolaos’un hayatlarını anlatan The Last of the Romanovs kitabına göz atıyor.
Şehir merkezinin kalbi olan Schlossplatz Meydanı’ndan ayrılırken, burada hatıra fotoğrafı çektirdikten sonra İsviçre’ye doğru hareket ediyoruz. Yolculuk esnasında, Selim Kardeş, Kur’an ayetlerini okuyor, sesini yükseltmesini istiyoruz ve o anlar, bizi yolculuğun ötesinde bir yolda, ruhumuzu derin bir sukûnete kavuşturuyor.
Yaklaşık üç haftadır, İsviçre İslâm Toplumu Millî Görüş’ten Ahmet Kıvanç Çelebi Bey ile irtibat halindeyiz. Hocamızın İsviçre’ye geleceğini öğrendiğinde çok mutlu olmuş, kendilerini misafir etmekten oldukça memnun olacaklarını ifade etmişti. Ahmet Bey, “Muhteremin dediği gibi, zamanın ruhunu anlamaya çalışalım,” demiş ve bu sözüyle birlikte konferansın ismi belirlenmişti: Zamanın Ruhu ve İslam’ın Ufku.
Ahmet Bey, o tarihlerde İsviçre’de olmayacağını üzülerek belirtmiş ve programları bizimle birlikte Fevzi Yüzseldi Bey’in koordine edeceğini mutlulukla ifade etmişti.
Almanya seferine çıkmadan birkaç gün önce ise, İstanbul Marmara İlahiyat Fakültesi’nden mezun olan oğlan kardeşimin, Basel’de ikamet eden fakülteden arkadaşı Yusuf Gürgün Hoca’nın vesilesiyle, İsviçre Türk Diyanet Vakfı’nda gençlere yönelik bir konferans daha ekleniyor.
Hocamızın programlarını ayarlamaya çalışırken, yürek yangınının açamayacağı bir kapının olmadığını düşünüyordum. Neydi bu dert? Bu dert, Allah’ın izniyle gençlere ulaşmak ve onları, yüreği yangın yerine dönüşmüş bir adamla buluşturmaktı.
Öyle ki Zürih şehrine ilerlerken, Selim Kardeş yapay zekâya yolculuğumuz hakkında sorular soruyor; yapay zekâ bu yolculuğu bir ilim meclisi gibi görüyor, verdiği yanıtlarla gülmemize vesile oluyor. Yapay zekânın bile aramızdaki kardeşlik duygusuna gıpta ederek dâhil olmak istediği bir yolculuk bu.
Bu muhabbetle yol aldığımız için zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Bu muhabbete gençlerimizi de dâhil etmek arzusuyla, hocamızın “Çağrısı Çağını Kuracak Bir Gençlik” konferansı için Zürih şehrine doğru ilerliyoruz.
Avrupa Birliği ülkesi olmayan İsviçre, Avrupa ülkelerinin su rezervlerinin yaklaşık % 6’sını barındırıyor. Bu nedenle, “Avrupa’nın su kalesi” olarak bilinen, binlerce göl ve kilometrelerce uzunluktaki nehirleriyle İsviçre, zengin su kaynaklarına sahip bir ülke. Şehrin tabiatının güzelliğini seyretmiş olduğum kısa videolardan hatırlıyor ve ülkeye adım attığımız an yeşilin gönlümü yeşerttiğini hissediyorum.
Yaklaşık 3,5–4 saatlik anlatılmaz ve yaşanır bir yolculuğun ardından, İsviçre Türk Diyanet Vakfı’na varıyoruz. Bizi dışarıda, vakfın emektarlarından Adnan Altuntaş Bey; içeride ise vakfın Genel Müdürü Zafer Terkesli Bey karşılıyor.
Uzun bir yolculuğun ardından Zafer Bey, bizi Türklere ait bir mekâna götürüyor. Burada, sohbet arasında, İsviçre’deki Müslüman toplum ile İsviçre toplumu arasında nasıl bir uyum içinde yaşandığından bahsediyor.
Doğrudan demokrasi sistemi ile halkın, inisiyatif ve referandum yoluyla siyasi kararlar üzerinde doğrudan etkide bulunduğunu söylüyor. Sistemin temelindeki iki araç olan halk inisiyatifi ile referandumun önemine dikkat çekiyor. Bu sistemle halkın parlamento kararları hakkında görüş bildirmesinin ve anayasa değişiklikleri önermesinin mümkün olduğunu belirtiyor. Halkın bu yüzden şehrin ruhuna zarar vereceği gerekçesiyle geniş büyük yollar yapılmasını istemediği için trafiğin berbat olduğunu ama ahalinin bundan rahatsız olmadığını söylüyor.
Bizi çok güzel bir şekilde ağırladıkları mekândan, Yusuf Hocamızın konferansı için tekrar İsviçre Türk Diyanet Vakfı’na dönüyoruz. Çok sayıda gencimizin toplandığı vakıfta, bizi samimi ve güler yüzüyle Yönetim Kurulu Başkanı Bilal Yıldız Bey ve programa vesile olan Yusuf Güngör Hoca karşılıyor.
Yusuf Hoca’yı görünce, sanki kardeşimi görmüş gibi hissediyorum. Program başlayınca, kardeşimin resmini Muharrem Hoca ve Selim Kardeş’e gösteriyor, “Hocam, Yusuf Hoca kardeşime ne kadar benziyor, değil mi?” diye soruyorum.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, hayatı hakikatle temas eden gençlerimizi simalarından tanırsınız. Hakikatle tanışan gençlerimizin, kendiyle tanışmasının ve kendi olması hâlinin tezahürüdür bu. Peki, hakikatle tanışmak nasıl şekillenir? Yusuf Hoca, konferansında tam da bu noktaya değiniyor. Gençlerimizin, Hz. Ebû Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) gibi sahabelerin özellikleriyle tanışması gerektiğini vurguluyor. Bu özellikleri taşımanın ise, Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in yolunu bilmekten ve başka yolları elin tersiyle itmekten geçtiğini söylüyor. Hızın ayarttığı, hazların köleleştirdiği ve ayartının zehirli oklarının hedef aldığı çağda, gençliğin manevî bir zırh giymesi gerektiğini vurguluyor. Bu zırhın, hakikatin izini sürmekle, köklere inmekle ve göklere yükselmekle mümkün olabileceğini belirtiyor.
Gençliğin nasıl olması gerektiği sorusuna, “Bu dünyada yaşayan ama bu dünyayı yaşamayan; bu dünyaya var olmaya, konmaya değil; hak ateşinde yanmaya ve kor olmaya niyet etmiş, bu şuuru şiar edinmiş bir gençliğin nefes alıp vermesiyle, çağrısı çağını kuracak bir gençliğin var olabileceğini” söylüyor Yusuf Hoca. Gençlerin kendilerini ancak bu şekilde çağın ayartılarından, hızından ve hazlarından koruyabileceğini; kendilerini korumakla kalmayıp, insanların sorunlarıyla hemdert olacağını söylüyor ve programı, “Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler.” diyerek sonlandırıyor.
Yaklaşık üç saatin sonunda, gençler, Yusuf Hocamızla toplu bir fotoğraf karesine giriyor. Sabahın ilk ışıklarıyla, akşam gerçekleşecek olan Zamanın Ruhu ve İslam’ın Ufku konferansında kardeşlerimizle buluşuncaya kadar, Yusuf Hocamız, İsviçre'nin tarihi şehirlerini ziyaret etme niyetiyle harita üzerinde bir yol haritası çiziyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.