Ortadoğu'nun en büyük problemlerinden birisi olan mezhep gerilimi, Musul operasyonu ile yeniden gündemde. Terör örgütü DEAŞ'ın ve aynı vahşetle katliam yapan Haşdi Şabi'nin bölgedeki kanlı saldırıları 'mezhep savaşları' söylemini tekrar alevlendirdi.
İslam dünyasında son dönemlerde ön plana çıkan mezhep gerilimleri, özellikle Irak ve Suriye'de yaşanan çatışmalar üzerinden yeniden gündemde. Irak'ta yaşanan iç gerilimler 2003 sonrası Şii-Sünni kimliği üzerinden alevlenmeye başladı. Maliki yönetiminin Sünnileri dışlayan politikası, İran'ın Irak'taki etkinliğini artırma çabaları ve bölgede Şii yayılmacılığına yönelik politikası Şii-Sünni gerilimini artırdı. Şii yayılmacılığına karşı çıkan Sünni Arap ülkeleri de bu dönemde karşı hamlelerde bulunarak İran karşıtı bir cephe oluşturmanın çabası içerisine girdi. Son dönemde ise terör örgütü DEAŞ'ın Musul'u ele geçirmesinden sonra bölgedeki Şia kutsallarına saldırması ve bazı bölgelerde Şiileri katletmesi, Irak'taki iç gerilimi artırdı.
Ortadoğu'da son dönemde çatışma dinamiklerinin artması, 1979 İran devrimi, bölge ülkeleri arasında yaşanan güvensizlik, bölgenin dış müdahalelere açık olması, 1980'lerden bu yana devlet dışı aktörlerin güçlenmesi ve bölgedeki terör örgütlerinin bölge dinamiklerini etkileme kapasitesine ulaşması Şii-Sünni gerilimine de etki etti. Tarihsel arka planı 7. yüzyıla kadar giden Sünni-Şii gerilimi zaman içerisinde daha da derinleşti.
- Özellikle 1979 yılında yaşanan İran devrimi ve sonrasındaki İran'ın devrimi ihraç etme politikası bölgedeki mezhep gerilimine yeni bir boyuta taşıdı. İran'ın izlediği politika bölge ülkelerinde büyük bir rahatsızlığa yol açtı. Sünni ülkeler İran'ın politikası karşısında tedirginlik yaşarken, Körfez ülkeleri İran karşısında daha fazla işbirliğine yöneldi. 1979 yılında gerçekleşen Sovyetler Birliği'nin Afganistan müdahalesi bölgede yeni bir sürecin önünü açtı. ABD yönetimi, Sovyetlerin etkisini kırmak için Afganistan'da içinde Taliban'ın da bulunduğu milislere silah yardımında bulunurken, 1991 Körfez Müdahalesi sonrası ise bu gruplarla karşı karşıya geldi. Bu gruplardan biri olan El-Kaide 1990'lı yıllardan itibaren sözde cihad söylemi üzerine temellendirdiği bir yapılanmanın içerisinde yer aldı. El-Kaide'nin terörist eylemleri ise uluslararası alanda daha çok Sünni dünyaya mal edilmeye çalışıldı. El Kaide lideri Usame bin Ladin'in Suudi Arabistanlı olması ve Suudilerle yakınlığı bu algının güçlenmesine neden oldu.
1975 yılında Lübnan'da yaşanan iç savaş bölgedeki gerilimi artırırken, devlet dışı aktörlerin de güçlenmesine neden oldu. İsrail ile Filistin arasında yaşanan çatışmalar, Lübnan iç savaşına zemin hazırlarken, devlet otoritesinin de zayıflamasına neden oldu. Bu ortamda Hizbullah güçlü bir aktör olarak ortaya çıktı. İran devriminden esinlenen Hizbullah, 1982'de kurulduktan sonra İsrail'i Güney Lübnan'dan atacağını açıkladı. Hizbullah kurulduktan sonra Lübnan iç savaşında ve sonrası dönemde İran çizgisine yakın hareket etti. Bu durum bölgedeki tansiyonu daha da artırdı. Sünni ülkeler İran'ın Hizbullah'ı desteklemesinden büyük endişe duyarken, bölgede büyük bir güvenlik ikilemi ortaya çıktı. İran'ın Şii politikası karşısında Suudi Arabistan, ABD ile birlikte bir set kurmaya çalıştı. Bu dönemde Suudi Arabistan İran karşısında Irak'a güçlü bir destek verdi.
11 Eylül saldırılarından sonra ise bölge daha da kırılgan hale geldi. ABD'nin Afganistan ve Irak işgali, bölgedeki fay hatlarını etkilerken, bölgede oluşan otorite boşluğu yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Irak işgali Saddam rejiminin sonunu getirirken, ülkenin de fiili olarak üç parçaya bölünmesine neden oldu; Bağdat merkezli Şii bölgeler, Erbil merkezli Kürt bölgesi ve Sünni nüfusun yaşadığı Musul ve çevresi.
İşgal aynı zamanda ülkedeki Şii Arapların, Kürtlerin ve Sünni Arapların Irak içerisindeki pozisyonunu da etkiledi. Ülkede 2005 sonrası dönemde Şiiler iktidara gelirken, uzun yıllar boyunca ülke yönetiminde etkin bir konumda bulunan Sünni gruplar ise uzaklaştı. 2005'te iktidara gelen Maliki, izlediği politika ile Sünnileri ötekileştirdi. Sünnilerin ülke yönetimindeki rollerinin azalmasının yanı sıra Maliki yönetimi Sünnilere baskı uygulamaya ve dışlamaya başladı. Bu durum Irak içerisindeki Sünni-Şii gerilimini de artırdı. Maliki iktidarını güçlendirirken, İran yanlısı bir politika izledi. Maliki'nin İran etkisine girmesi ile birlikte hem Kürtler hem de Sünni Araplar Bağdat merkezi hükümeti ile büyük bir sorun yaşamaya başladı. Bağdat-Tahran yakınlaşması Ortadoğu'daki diğer Sünni ülkeleri de tedirgin etti. Körfez ülkeleri Tahran'ın izlediği politika karşısında Batı ile güçlü bir ittifak kurmaya çalıştı.
2006'dan sonra Lübnan'da Hizbullah'ın daha da güçlenmesi ve bölgedeki etkinliğini artırması da Sünni kesimlerdeki rahatsızlığı artırdı. 2011 yılında Suriye'de yaşanan iç savaş ve İran'ın etki alanını Suriye'ye taşıması ise Sünni ülkelerdeki İran endişesini daha da derinleştirdi. İran'ın 'Şii Hilali' politikasından rahatsızlık duyan Arap ülkeleri, İran'ın Lübnan, Irak, Suriye ve Yemen'de etkin olmasına karşı ciddi bir silahlanma yarışına girerken, güvenlik stratejilerini de yeniden değerlendirdi.
- Biri Sünni biri Şii aynı örgüt: DEAŞ ve Haşdi Şabi
- İran ise bölgedeki etkisini kalıcı hale getirmeye çalıştı. Maliki yönetimi ile yakın ilişki kuran İran, ABD'nin 2011 yılında Irak'tan çekilmesi sonrası Bağdat ile ilişkilerini daha da güçlendirdi. İran, DEAŞ'ın Musul, Telafer ve Tikrit'i ele geçirmesinden sonra özellikle Şii nüfusun yaşadığı bölgelerde Şii kutsallarına ve Şii nüfusa yönelik saldırılarına sert tepki gösterdi. İran, Musul'un DEAŞ'ten kurtarılması için Irak ordusuna güçlü bir destek verirken, Haşdi Şabi milislerinin de bölgede etkin olmasını sağladı. İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'yi Irak'a gönderen İran, Irak'ta hem siyasi hem de askeri anlamda daha da güçlendi. Musul ve diğer kentlerin DEAŞ'tan kurtarılması için harekete geçen Irak ordusuna en büyük destek de İran yanlısı Haşdi Şabiler'den geliyor.
- 2005 sonrası ülke yönetiminden dışlanan ve Irak'ın en büyük Sünni kenti olan Musul'un DEAŞ'ten kurtarılmasında rol almak isteyen Sünniler ise operasyondan dışlanmaya çalışılıyor. Türkiye'nin Başika kampında eğittiği 3 bin kişilik Ninova Muhafızları'nın operasyona katılma talebine operasyon öncesi olumlu yaklaşmayan ancak daha sonra izin veren Bağdat hükümeti, izlediği politika ile Sünni nüfusu tedirgin ediyor. Özellikle Haşdi Şabiler'in Telafer ve diğer bölgelerde Sünnilere yönelik olası katliam girişimi bölgedeki bu tedirginliği daha da derinleştiriyor. DEAŞ'in ele geçirdiği bölgelerde Şii halkına karşı gerçekleştirdiği katliamların bir benzerini Haşdi Şabi milisleri de DEAŞ'tan kurtarılan bölgelerdeki Sünni halka karşı gerçekleştiriyor. İntikam duygusuyla hareket eden Haşdi Şabi milislerinin Sünni halkı hedef alması bölgedeki tansiyonu artırıyor. Bu durum bölgede bir Şii-Sünni çatışma riskini de tetikliyor. Özellikle Haşdi Şabi milislerinin Telafer operasyonuna katılma ihtimali bu endişeyi güçlendiriyor.