11 Temmuz 1995’te Srebrenitsa’da yaşanan soykırımın üzerinden 24 yıl geçti. Sırp ordusunun katliam izlerinin silinmeye çalışıldığı Srebrenitsa’daki acı, insanlığın hafızasındaki yerini korumaya devam ediyor. Sırpların katliamlarına uğramış olan Müslümanların naaşları bulunmaya devam ediliyor. Bu yıl 33 naaşın Potoçari Anıt Mezarlığı'na defnedileceği bildirildi.
Avrupa’nın ortasında yaşanan bu soykırıma giden süreç ise uluslararası toplumun gözleri önünde yaşandı. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ilk işaretleri verilen katliamlar, 1992’de Bosna Savaşı ile başladı ve 1995’te imzalanan Dayton Anlaşması'na kadar sürdü. Acının halen taze olduğu bu topraklarda Bosnalılar ve soykırıma maruz kalmış masumların yakınları yeniden hayata tutunmaya çalışıyor.
20. yüzyılda yaşanmış olan en büyük acılardan biri olarak kayıtlara geçen Srebrenitsa soykırımının BM Barış Gücü’nün gözleri önünde yaşanması ise, uluslararası aktörlerin sorumluluğunu ortaya koyuyor.
Soykırıma giden tarihi süreç ise büyük fotoğrafı yakından görmemizi ve Bosna'nın kaderini yakından anlamamızı gerektiriyor…
Bosna-Hersek, tarihsel süreçte Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki en önemli eyaletlerinden biri oldu. Dört asır boyunca Osmanlı’nın hâkimiyetinde kalan Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnaklar, Hırvatlar ve Slavlar barış içerisinde yaşadı. Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması ve dağılma sürecine girmesi ise en çok Müslüman Boşnakları etkiledi. Bosna-Hersek, 1800’lerin başından itibaren Avusturya’nın saldırılarının hedefi oldu. Osmanlı’nın egemenliğinin zayıflaması ise bölgedeki istikrarı etkiledi. Osmanlı-Avusturya ve Osmanlı-Rus savaşları ise bölgedeki krizi derinleştirdi. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1878’de yaşanan savaşın ardından ise Bosna-Hersek, Avusturya’nın işgalinde kaldı. 1908’e kadar devam eden fiili işgalin ardından Osmanlı’nın Balkanlarda zayıflamasını fırsata çeviren Avusturya bölgeyi ilhak ettiğini duyurdu.
I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi bölgede kısa süren bir barış ve istikrar dönemi getirdi. Ancak Yugoslavya’yı bir araya getiren topluluklar arasındaki siyasi, sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel farklılıklar bu gruplar arasında sürekli çatışmalar ve anlaşmazlıklar yaşanmasına neden oldu. Ülkedeki ayrışma Tito’nun 1945 yılında Alman ordusuna bağlı milisleri bölgeden çıkarmasına kadar devam etti. Tito, bu dönemde yapılan seçimleri kazanarak cumhuriyet yönetimine geçtiğini ilan etti. Bu dönemde ülkedeki siyasi yapı ‘federalizm’ olarak belirlendi ve özerklik verilen bölgeler arasında Bosna-Hersek’te yer aldı. Bu durum kendisini cumhuriyetin ve ülkenin egemen gücü ve gerçek sahibi olarak gören Sırpları rahatsız etti. Bu faktör ülkedeki çatışma dinamiklerini sürekli olarak canlı tuttu. Özerk cumhuriyetler (Hırvatistan, Bosna-Hersek, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Karadağ, Slovenya, Slovakya) arasındaki gerilim ve kutuplaşma bu dönemde varlığını sürdürdü. Özellikle söz konusu özerk bölgeler arasındaki siyasi ve ekonomik gelişmişlik farkı tarafları karşı karşıya getiren önemli etkenlerden oldu. Federalist yapının kabul edilmiş olmasına rağmen Sırpların yönetimde etkin olma çabası diğer özerk cumhuriyetlerde rahatsızlığa yol açtı.
1974’te Yugoslavya’da kabul edilen yeni anayasa ise ülke içerisindeki gerilimi daha da artırdı. Yeni Anayasa ülkenin lideri Tito’ya ömür boyu devlet başkanlığı yapma hakkı getirirken, federe devletlere de bağımsızlık hakkı da dahil olmak üzere kendi kaderini tayin etme hakkını veriyordu. Buna bir de Kosova’ya özerklik hakkının verilmesi de eklendiğinde bölgedeki gerilim artmaya başladı. Özellikle Sırplar ‘kaderini tayin etme hakkına’ ve ‘Kosova’ya özerklik' verilmesine karşı çıktı.
İleride Bosna-Hersek’i işgal edecek olan ve Srebrenitsa’daki soykırımın fikir mimarları arasında yer alacak olan Miloseviç’in 1987’de darbe yaparak ülkedeki kontrolü sağlaması ve özellikle ordu üzerindeki kontrolü ele geçirmesi ise bölgedeki fay hatlarını tetikledi. Miloseviç, federal cumhuriyetlere verilen bazı anayasal hakları kaldırdı ve böylece 6 federe cumhuriyet arasında kriz tırmandı. Ekonomik olarak da diğer cumhuriyetlere göre gelişmiş olan Slovenya Temmuz 1990’da bağımsızlığını ilan etti. Bu durum domino etkisine yol açtı ve Hırvatistan’da bağımsızlığını ilan ettiğini duyurdu. Bu bölgede Hırvat ve Sırp çatışmalarının başlamasına yol açtı. Çatışmalar 1991’de iç savaşa dönüştü.
Yugoslavya’da yaşanan çatışmalara ve katliamlara karşın 1991’de Yugoslavya’ya sadece silah satışını yasaklamakla ve bölgeye Barış Gücü göndermekle yetinen BM Güvenlik Konseyi ise bu dönemde etkili bir rol üstlenemedi. ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin çatışmalar karşısında seyirci kalması ve Almanya’nın ise Hırvatistan ve Slovenya’yı desteklerken, Bosna-Hersek’teki gelişmeleri görmezden gelmesi Sırp ordusunu cesaretlendirdi.
Bu dönemde Suriye iç savaşında da tanık olduğumuz göç sorunun bir benzerinin Bosna’da ortaya çıkması ve Avrupa ülkelerine yönelmeleri ise Avrupa ülkelerini harekete geçirdi. Bugün olduğu gibi o dönemde de mültecileri sorun olarak gören ve bununla uğraşmak istemeyen Batılı ülkeler, ‘güvenli bölgeler’ konusunu tartışmaya başladı. Özellikle bu dönemde uluslararası toplumdan yükselen ‘müdahale çağrıları’ da Batının harekete geçmesinde etkili oldu. BM Güvenlik Konseyi 1993’te aldığı bir karar ile Saraybosna, Gorajde, Srebrenitsa, Tuzla, Zepa ve Bilhac’da güvenli bölge ilan etti ve BM Barış Gücü misyonunu burada görevlendirdi.
Yugoslavya İç Savaşı devam ederken 1995 yılında Bosna’nın Srebrenitsa şehri, Sırp ordusu tarafından işgal edildi. 11 Temmuz günü Sırp askerler, Müslümanların evlerini tespit etti, büyük bir katliam gerçekleştirdi.
Srebrenitsa'nın 11 Temmuz 1995'te Sırp birlikleri tarafından işgal edilmesinin ardından BM bünyesindeki Hollandalı askerlere sığınan sivil Boşnaklar, Sırplara teslim edildi. Hollandalı Komutan Thom Karremans, Srebrenitsa şehrini ve kendisine sığınan 25 bin sivili Sırp ordusuna teslim ederek katliama zemin hazırladı.
Sırp askerler Bosna Müslümanları ve Bosna Hırvatlarını yollarda, dağlarda öldürdüler. 10 bin kişiyi esir alan Sırp ordusu Mladiç'in emriyle esirleri öldürmeye başladı. 5 gün süren katliamda 8 bin 372 kişi öldürüldü.
Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak sayıları 64'ü bulan toplu mezarlara gömdüler. Sırp saldırısı nedeniyle Srebrenitsa kenti harabeye döndü. Savaşın izlerini kentin sokaklarında görmek mümkün.
Savaşın ardından kayıpları bulmak için başlatılan çalışmalarda, toplu mezarlarda cesetlerine ulaşılan kurbanlar, kimlik tespitinin ardından her yıl 11 Temmuz'da Potoçari Anıt Mezarlığı'nda düzenlenen törenle toprağa veriliyor.
Bosna’da üç buçuk yıl devam eden savaşta ise 312.000 kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. 27.734 kişi resmî kayıtlara kayıp olarak geçti. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda 20.000 kayıbın cesedine ulaşıldı, bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği belirlendi.
Sırp komutan Ratko Mladic'in Lahey'deki ICTY'de yargılanması devam ederken, aynı mahkeme geçen yıl Bosnalı Sırpların o dönemdeki lideri Radovan Karadzic hakkında aralarında Srebrenitsa soykırımının da bulunduğu 10 ayrı suçtan 40 yıl hapis cezası verdi.
Bosna Hersek Mahkemesine devredilen bir davada ise 13 Temmuz 1995 tarihinde bine yakın Boşnak sivilin öldürülmesiyle suçlanan Milorad Trbic, 2009 yılında açıklanan kararla 30 yıl hapse mahkum edildi. Eski Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Milosevic de hakkındaki iddianamede Srebrenitsa'daki soykırımla suçlanmış ancak ICTY'de yargılanması devam ettiği sırada tutuklu bulunduğu cezaevinde yaşamını yitirmişti.
Soykırım kurbanlarının yakınları tarafından 2007 yılında Hollanda'da açılan davada, Lahey Bölge Mahkemesi, Srebrenitsa'nın işgali sırasında BM bünyesinde görev yapan Hollandalı askerlere sığınan 300 Boşnak sivilin Sırp askerlerine teslim edilmesinden dolayı Hollanda'yı suçlu buldu. Mahkeme 2014 yılında aldığı kararında, "Hollandalı tabur, Sırplara teslim edilen 300 kişinin öldürüleceğini öngörmesi gerekirdi." ifadesine yer verdi.