İsrail’in, Hizbullah’ın tedarik zincirine sızıp, satmayı becerdiği çağrı cihazları ve telsizlerin içine yerleştirdiği plastik patlayıcıları eş zamanlı biçimde patlatarak örgütün belkemiğini kıran benzersiz saldırılar Lübnan sahasındaki tırmanışın nasıl aniden kapsamlı bir savaşın girizgâhı olabileceğini sarsıcı biçimde gösterdi. Örgütün daha misillemeye yeltenmesine fırsat vermeden, seçkin Rıdvan Gücü lideri İbrahim Akil’le beraber 14 komutanı F-35 bombardımanıyla tasfiye etmesi de yaklaşan kara harekâtının uğursuz habercisi olarak yorumlandı.
Doğrusu alametlerden geleceği okuma çabasına gerek bile yok. Telsizlerin aynı anda patlatıldığı gün İsrail ordusu, 98. Paraşütçü Tümeni’ni Gazze’den Lübnan sınırına kaydırarak yeniden konuşlandırdı ve 2000 yılına kadarki işgalin faili Kuzey Komutanlığı’na tahkimat yaptı. Günün ilerleyen saatlerinde de Başbakan Netanyahu, Savunma Bakanı Gallant, Genelkurmay Başkanı Halevi ağız birliğiyle Hizbullah’la savaşın kaçınılmazlığı sadedinde beyanlarda bulundular.
İsrail’in düşük yoğunluklu çatışmayı başka bir şeye dönüştürme iştiyakı daha yaz başlarında kendini belli etmişti esasında. Ordunun odak noktasını Gazze’den Lübnan’a kaydırması gerektiği yönündeki tezler açıktan dillendiriliyordu. Öyle ki Dışişleri Bakanı Katz, Hizbullah’ı “topyekûn bir savaşta yok etmekle” tehdit ettikten sonra üst düzey bir diplomat da “Hizbullah ve Lübnan’a karşı oyunun kurallarını değiştirmeye karar vereceğimiz ana çok yakınız” diyordu.
Bol keseden tehditler savurdukları günlerde Gazze’deki -ilan edilmiş- hedeflerinden hiçbirine ulaşabilmiş değillerdi halbuki. Hamas’ı askerî ve idarî bir birim olarak yok edememiş, rehinelerin serbest bırakılmasını sağlayamamışlardı. Netanyahu içinse Lübnan aslında bu başarısızlıklarını perdelemek üzere bir can simidi mesabesinde. Elbette bu yeni savaşını da “kaçınılmazlık”la izah edecek ve “kendi kendini doğrulayan kehanetler”e çevirecek. Sahiden stratejik bir vizyona sahip olup olmadığı ise Gazze’de olduğu gibi Lübnan için de epeyce şüpheli.
7 Ekim’den itibaren başlayan gerilimde Hizbullah hiç de sanıldığı kadar agresif ve savaş yanlısı değildi. Bilakis hem saldırılarının ölçeğini hem de füzelerinin menzilini sınırlı tutmaya özen gösterdi. Kuzey İsrail’den öteye düşmeyen füzeler yine de 60 binden fazla İsraillinin beldelerini boşaltmasına sebebiyet verdi. İşte bu nüfus, ülkenin güneyiyle fazla meşgul olunduğunu, kuzeyin ihmal edildiğini düşünüyor ve kendilerine sahip çıkılması yönünde tazyik oluşturuyor, üstelik bunlar Likud partisinin ateşli destekçileri. Netanyahu kabinesinin aşırı sağcı, yerleşimci bakanları Smotrich ve Ben-Gvir gibi isimler de savaşı yayabildikleri her yöne yaymak için sınırsız bir tutkuya ve özgüvene sahipler.
Siyonist rejim sadece Güney Lübnan’ı değil, Hizbullah’ın güçlü olduğu Güney Beyrut’u da hedef alıyor ve sivil kayıplar karşısında da son derece pervasız. Fiilen ve kavlen şunu söylüyorlar: “Halkımız geri dönemezse sizin halkınız da yerinden edilecek!” Hizbullah destekçisi sivil halk üzerinde oluşturdukları bu şiddetli baskıyla kitle desteğini zayıflatmak ve hareket içinde muhalefeti kışkırtmayı umuyorlar.
İsrail güçleri bilhassa Güney Lübnan’daki sınıra yakın yerleri hedef alıyor. Sadece yerleşim birimlerini değil, ormanlar başta olmak üzere bölgedeki tüm yaşam kaynaklarını yok etmeye dönük bilinçli bir çabanın varlığı dikkat çekiyor. Bu açıkça Kavrulmuş Toprak Siyaseti denen özel bir harp usulü. Genellikle geri çekilen bir ordunun düşman ordusu tarafından kullanılmasına mani olmak üzere her şeyi ateşe vermesi mantığına dayalı bu yöntemi İsrail’in işgale hazırlandığı bir yer için önden kullanması farklı bir durum.
Sınırdan 8 km uzaklıktaki Zibkin ormanlarına aynı anda büyük füzeler yollaması ve bunu tekrarlaması İsrail’in hedefinin bölgeyi açıkça insansızlaştırmak ve ıssızlaştırmak olduğunu düşündürtüyor. Bu da işgalden ziyade tampon bölge oluşturma planını akla getiren bir manzara teşkil ediyor. Gelgelelim Hizbullah geri püskürtülmüş ve nüfus sürülmüşken Siyonistlerin işgalden vazgeçirilmesi pek mümkün gözükmüyor. Gazze ve Batı Şeria’yı bile ilhak etmek için Netanyahu’yu kışkırtan unsurlar Güney Lübnan’ın işgali için de ellerinden geleni yapacaklardır.
İsrail Genelkurmay Başkanı Halevi’nin kuzeyde yeni bir statüko oluşturulması için Hizbullah’tan dolaylı bir anlayış beklentisinde olduğu şartlardan çok fazla uzaklaşıldı. Gazze’de ateşkesi kotaramayan küresel güçlerin Lübnan’da bunu başarmalarını beklemek de safdilce bir hayal. Nasrallah’ın 7 Ekim’den sonra Hamas’ı yalnız bırakarak İsrail’e bedavadan bir tampon bölge armağan etmesi tarihî bir hıyanet olarak tanımlanırdı. Bunca üst düzey liderini ve binlerce orta düzey komutanını kaybettikten, bunca insan yerinden edildikten sonra böyle bir geri çekilme, hareketin kendini feshetmesinden başka bir manaya gelmeyecektir.
Hizbullah intikam almak zorunda. Şimdiye kadarki temkinli ve düşük profilli misilleme mantığını terk ederek savaşa ağırlığını koymaktan başka çaresi yok. Harp kapasitesi Hamas’la mukayese edilemeyecek çapta olan örgüt, füze envanterini sahiden kullanmaya başladığında İsrail tarafında yerinden olanların sayısının bir anda hangi rakamlara ulaşacağı tahmin edilemez. Tel Aviv’i rahatlıkla vurabilen 150 bin füze sadece kuzeydekilerin değil, tüm İsraillilerin uykularını kaçırmak için yeter de artar bile. Öte yandan İsrail’in bel bağladığı Demir Kubbe’nin sofistike füzeler karşısında sanıldığı kadar randımanlı bir korunma sağlamayabileceği her an fark edilebilir.
17-18 Eylül’deki Mossad eylemlerini “yenilikçi, cesur ve hayal gücü yüksek” bularak yeniden üstünlükçü psikolojiye bürünen Yahudilerin umduğu gibi ilerlemeyebilir işler. 1982’de Lübnan içlerine kadar ilerleyip de neden 2000’de apar topar çekilmek zorunda kaldıklarını çok erken unutmuşa benziyorlar. Birkaç yıl içinde hafızalarını tazelemek zorunda kalabilirler.