‘Coğrafya, ekonomi ve demografi gibi faktörlerin ülke politikası, özellikle dış politikası üzerindeki etkilerinin incelenmesi’ olarak tanımlanan jeopolitik, ‘geo’ ve ‘politik’ kelimelerinden oluşup İsveçli siyaset bilimci ilk kez Rudolph Kjellen (1864-1922) tarafından “Bir Hayat Şekli Olarak Devlet” (1916) adlı eserinde devletin beş aktif unsurundan biri olarak kavramsallaştırılmıştır. Kjellen, Almanca ‘lebensraum’ yani yaşam alanı fikrinin sahibi, 1897-Siyasi Coğrafya; 1903-Siyasi Coğrafya veya Devletler, Ulaştırma ve Savaş Coğrafyası eserleri ile çağdaş jeopolitiği başlatan Alman coğrafyacı ve antropolog Friedrich Ratzel (1844-1904)’in etkisinde kalmıştır. Coğrafyanın önemine Antik Yunan döneminden itibaren çeşitli düşünürler tarafından dikkat çekildiğini vurgulamak ve İbn-i Haldun (1332-1406)’un “Mukaddime” (1377) adlı eserinde fiziki coğrafya ve tarih arasındaki ilişkiyi vurgulamasıyla öne çıktığını göz önünde tutmak gerekir.
Jeopolitik teoriler açısından İkinci Dünya Savaşı’nın kırılma noktası oluşturduğu tarihsel süreçte farklı teorisyenler devletin güçlenmesinde ya kara, ya deniz ya da hava gücünü öncelemişlerdir. Bunlardan deniz gücüne önem atfeden ise Amerikan deniz subayı Alfred Thayer Mahan (1840-1914) olmuştur. Mahan, “Tarih Üzerinde Deniz Gücünün Etkisi” (1890) ve “Deniz Gücünün Fransız Devrimi ve İmparatorluk Üzerindeki Etkisi” (1892) eserlerinde tarih boyunca devletler için deniz gücünün önemini vakalar üzerinden açıklamıştır. Mahan, deniz gücü olabilmenin altı temel prensibi olduğunu vurgulamıştır. Bunlar coğrafi konum, fiziki rahatlık, ülkenin toprak boyutu, nüfusun büyüklüğü, milli karakter, siyasi liderlik ve politikaları olarak sıralanmaktadır. O dönemki Rusya’yı kara gücü, İngiltere’yi ise deniz gücü olarak belirten Mahan, ticareti artırmak ve güvenliği kuvvetlendirmek için Panama Kanalı ile okyanusları birleştirmeyi ilk öneren kişi olarak ifade edilir.
Denizlere hakimiyet teorisi olarak adlandırılacak olan bu teoride ifade edilen deniz hakimiyetinin dünya siyasetinde oynadığı rol, tarih boyunca gerek ticaret yollarının kontrolü, gerek enerji transit hatları, gerekse de her tür kaçakçılıkta denizlerin önemi arttıkça güçlenmiştir. Dünyanın düğüm noktaları olarak ifade edilen denizler arasındaki geçiş noktaları, bir anlamda bu güzergahların geçtiği yerler olması nedeniyle stratejik olarak nitelendirilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Akdeniz, adeta dünyanın kalbidir ve iki büyük okyanus arasında yer alması nedeniyle tarih boyunca pek çok mücadelenin sergilendiği bir bölge olmuştur. Akdeniz’in Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç ana kıta tarafından çevrelendiği düşünülecek olursa buradaki mücadelelerdeki aktörlerin sayısının da o bir o kadar, hatta belki daha da fazla olması beklenir. Bir taraftan bu denize kıyısı olan ülkeler bu mücadelenin baş aktörleri olurken diğer taraftan dünya siyasetinde boy gösteren bölge dışı aktörler de deyim yerindeyse çıkarları söz konusu olduğunda ‘bayrak göstermekten’ imtina etmemişlerdir.
Tarih boyunca Akdeniz’de hakimiyet politikası izleyen ülkeler arasında yer alan Fransa’nın bu girişimleri Napolyon Bonaparte’ın 1799-1803 Mısır Seferi’nden Nicholas Sarkozy’nin ‘Union for the Mediterranean-Akdeniz İçin Birlik’ ve Emmanuel Macron’un son dönemdeki çıkışlarına dek sıralanmaktadır. Akdeniz boyunca 600 km kıyıya sahip olan Fransa’nın deniz hakimiyeti konusunda tarihte pek çok girişiminden son dönemde gündemde öne çıkan girişim ise Emmanuel Macron’un şahsında vücut buluyor. Ancak bu siyasetin mimarisinde Françoise Mitterrand’ın 1981-1991 yılları arasında resmi, Nicholas Sarkozy, Françoise Hollande ve Emmanuel Macron’un gayri resmi olarak danıştığı Jacques Attali ismi öne çıkmaktadır. Bundan üç yıl önce ‘Histories de Mer-Denizin Tarihi’ isimli eserinde denizlere hakimiyeti vurgulayan, hatta denizlerde bulunan kaynaklar ve üzerinden geçen transit hatlar nedeniyle güç mücadelesinin artık karalardan denizlere taşındığını savunan Attali, Fransa’da Deniz Bakanlığı kurulması, Akdeniz’e yönelik birlik oluşturma girişimleri ve deniz siyaseti mimarı olarak anılır.
Akdeniz’in Fransa için öneminde enerji, Çin’in ‘Tek Kuşak, Tek Yol Girişimi’ ile değişen deniz ticaret rotası ve Afrika öne çıkan başlıklardır. Fernand Braudel’in “Akdeniz birleşik bir bölgedir” ifadesinde tanımlandığı gibi Akdeniz, son dönemde bu faktörlerin etkisiyle Doğu Akdeniz ile son dönemde daha öne çıkmaktadır (5). Kara hakimiyet teorisini kaleme alan Halford Mackinder de, Doğu Akdeniz’i kalpgâh yani merkezi bölgeye giden deniz ticaretinin odak noktası olarak tanımlayıp teorisinde önemli bir yere koymaktadır.
Fransa’nın Akdeniz stratejisinde attığı adımlar arasında 28 Şubat 2007’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile imzalanan savunma işbirliği anlaşmasının GKRY’nin 2014 itibariyle enerji rezervi meselesinin gündeme gelişi ile enerji güvenliği gibi alanları içerecek şekilde genişletilmesi talebi sonrasındaki üç yıllık müzakere sonucu 4 Nisan 2017’de güncellenen anlaşmayı da hatırlamak gerekir .
Enerji bileşeni bağlamında Fransa için Akdeniz’in hem enerji transit hattı, hem de enerji rezervinin ortaya çıkışıyla beraber Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmada giderek öneminin arttığını da belirtmek gerekir. Fransa’nın enerji ihtiyacında Akdeniz üzerinden enerji taşıması gündemine Akdeniz’in kaynaklarından enerji sağlanması da eklenince Fransa’nın girişimleri gerek Total gibi şirketlerin sürece dahil olması, gerekse GKRY ile üs konusunda görüşmelere dek çeşitlenmiştir.
Akdeniz’in geleceğinde önemini kat be kat arttıracak bir diğer faktör ise Çin’in ‘Tek Kuşak, Tek Yol Girişimi’nin deniz hattıdır. Afrika kıtasını dolaşmadan Akdeniz üzerinden Avrupa pazarına ulaşan güzergah, ‘deniz ticaretinde mihenk taşı’ olarak bile değerlendirilmektedir. Burada hem bu ticaretin kontrolü için Akdeniz hakimiyeti, hem de güç mücadelesinde Çin’in güçlenmesinde önemli rol oynaması beklenen ‘Tek Kuşak, Tek Yol Girişimi’ üzerinde Akdeniz’in kontrolü ile Çin’in gücünün sınırlandırılması öne çıkan başlıklar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütün bunlar değerlendirildiğinde Fransa’nın daha önce sekiz kez denediği Akdeniz hakimiyeti girişimini daha da güçlenmiş nedenlerle dokuzuncu kez hayata geçirme girişimine sahne olan Akdeniz, üzerinde bulunan Kıbrıs’ın çözümsüzlüğünün sürmesi, Çin’in deniz ticaretinde yeni sayfa açması beklenen projesi, enerji transitinde EastMed ile enerji konusunun yeni bir boyut kazanması ve kendisini çevreleyen üç kıtanın kıyı şeridinde süregelen çatışmalardan dolayı daha nice önemli gelişmelere, işbirliklerine ve güç mücadelelerine gebe olacaktır.