Büyüyen Türkiye’de çözmemiz gereken iki temel sorun

04:006/08/2025, Çarşamba
G: 6/08/2025, Çarşamba
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım

2025 yılının ‘Aile Yılı’ olarak ilan edilmesi ve bu bağlamda bazı adımların atılmış olması önemlidir. Diğer taraftan, orta sınıfları tahkim edecek politikalar dolaylı olarak nüfus sorununun çözümüne de önemli katkı sağlayacaktır. Çünkü ülkelerde doğum oranlarının artmasına en büyük katkı orta sınıflardan gelmektedir.

Mahmut Özer - Eski Milli Eğitim Bakanı

Ülkemiz son 20 yılda çok önemli bir dönüşüm ve büyümeye tanıklık etmiştir. Eğitimden sağlığa, ulaştırmadan altyapıya, güvenlikten savunma sanayiine kadar çok önemli atılımlar yapılmış ve Cumhuriyet'in birinci yüzyılında vatandaşların hizmetlere erişimi bağlamında eksikliklerinin önemli kısmının giderilmesi son çeyrek yüzyıla sıkışmıştır. Gelinen noktadan bakıldığında, Vedat Bilgin’in ‘Türkiye Tartışmaları: Batılılaşmadan Modernleşmeye’ kitabında da vurguladığı gibi Türk siyasal hayatında bu bağlamda üç kırılma dikkat çekmektedir. Birinci kırılma devlet-toplum ilişkilerinde geleneksel düzenin bozularak bürokratik tahakküm düzenine evrilme olarak gerçekleşirken ikinci kırılmada kültürel yapıda Batılılaşma politikaları ana akımı oluşturmuştur. Dolayısıyla ikinci kırılma birinciyi güçlendiren, genel bir çerçeve veren ve hayatın akışını düzenleyen bir işlev görmüştür. Üçüncüsü ise birinci ve ikinci kırılmalarla tahkim edilen yapının çok partili sisteme geçiş ile günümüze kadar demokratikleşme süreçleriyle aşılma girişimleridir.

Birinci ve ikinci kırılmalarla inşa edilen yapının aktörleri sahip oldukları imkânlar nedeniyle ülkemizde uzun bir dönem konforlu bir yaşam sürdüler. Bu kesim sahip oldukları imkânlarla yaşamın tüm alanlarında merkezi konumlara sahip oldular. Yer aldıkları sosyal ağlar, eğitimde, kültürde, sanatta, yönetimde, ekonomide, siyasette sürekli tahkim edildi ve genişledi. Bu kesimin dışındakiler oryantalist bir yaklaşımla özellikle ikinci kırılmayla inşa edilmeye çalışılan yeni dile göre dönüştürülmesi gereken pasif kesimler olarak değerlendirildi. Geçmişten günümüze bu dile dayananların ve siyaset yapanların toplumu temsil edebilme kabiliyeti sürekli daralmıştır. Siyasi partiler için de en büyük risk, zaten topluma yabancılaşmaktır. Ancak zaman akmakta, bu akışa sahip çıkanları ödüllendirmektedir. AK Parti’nin gücü de tam burada ortaya çıkmış, ülkenin toplumsal değişim dinamiğini ve akışını yakalayarak siyasete dönüştürebilmiştir. Yeni dil inşasına yönelik 1950’li yıllardan itibaren süren bu çabalarla büyük mücadeleler verildikten ve bu bağlamda yaşanan dramlardan sonra AK Parti ile özellikle son 20 yılda bu yürüyüş farklı bir evreye taşınınca üçüncü kırılma tam anlamıyla gerçekleşmiştir.


SİYASETTE YENİ DİL

Gelinen noktada her alanda yaşanan dönüşümün ana karakteristiği aynı dile dayanmasıdır. Dolayısıyla son dönemde ana akım olan yeni dile bakılırsa bu dilin tüm eksikliklerine rağmen ana karakteristiğinin bir taraftan önemli bir tarihi deneyim ve birikimimize dayanmaya çalışan diğer taraftan Batı’nın ve günümüz dünyasının kazanımlarına da açık ve bu iki birikimi mezcetmeye çalışan bir yaklaşıma sahip olduğu görülecektir. Bir başka deyişle, hem geçmişimizi, sosyolojimizi, özellikle son iki yüzyılda deneyimlerimizi dikkate alan hem de günümüz dünyasının meydan okumalarına cevap üretmeye çalışan bir girişimdir. Ve toplumun tamamını kapsamaya çalışmaktadır.

Kısaca, artık gelinen noktada büyük bir gecikmeden sonra toplumu, tarihsel birikimi merkeze alan ve dünyadaki gelişmeleri de kapsayan yeni dil yaklaşımı ana akım olmuştur, inşa süreci de devam etmektedir. Yeni dilin ana akım olmasının dünyada büyük değişim dalgalarının yaşandığı ve Batı’nın hikâyesinin de bittiği bir dönem öncesinde gerçekleşmiş olması oldukça önemlidir ve ülkemizin elini güçlendirmiştir. Dolayısıyla üçüncü kırılma öylesine basit bir değişim değil, derin bir dönüşümdür. Hayatın dili değişmektedir. Elbette bu köklü dönüşümün sancıları, krizleri ve yeni meydan okumaları olacaktır. Türkiye son dönemde yakaladığı yeni dilin imkânlarıyla geçmişte olduğundan çok farklı bir faza taşınmıştır. Gelinen noktada çözülmesi gereken yeni sorunlar ortaya çıkmakta, bu sorunların çözümlerinde artık eski yaklaşımlar da yetersiz kalmaktadır. Bir başka deyişle, yeni durumun yeni dinamikleri ile sörf edilmediğinde maliyetler, büyümüş bir Türkiye inşa edildiği için çok daha büyük olacaktır. Bu yazıda bu nedenle gelinen noktada ortaya çıkan, gittikçe daha görünür olan ve hızla çözmemiz gereken iki temel soruna vurguda bulunulacaktır.


ORTA SINIFLAR ÇÖKÜYOR (MU?)

Bu dönemin en önemli alametifarikası büyük kitlelerin oyuna dâhil edilmesidir. Bu dönemde hiçbir ayrım yapılmaksızın toplumun tüm kesimleri eğitimden sağlığa, ulaştırmadan altyapıya kadar sunulan tüm hizmetlere kolay bir şekilde erişebilirken ekonomide sağlanan istikrarlı büyüme ile refah seviyesi sürekli artmış ve orta sınıflar çok daha güçlenmiştir. Bu dönemin en çok kazananı toplumun sosyoekonomik seviye olarak orta ve alt sınıfları olmuştur.

Hal böyleyken tüm dünyada ilginç bir örüntü ortaya çıkmaktadır. Özellikle 1980’lerden sonra dünyada otomasyonun yaygınlaşması ile tetiklenen bir süreçte orta sınıflar sürekli mevzi kaybetmeye başlamıştır. Önce istihdamda etkisini gösteren bu örüntü ile orta sınıflar bu dönemde her genel amaçlı teknolojik dönüşümle mevcut işlerini kaybetmeye, daha düşük becerili ve dolayısıyla daha düşük ücretli işlerde çalışmaya zorlanmıştır. İşgücü piyasalarında bu şekilde sürekli mevzi kaybeden büyük kitleler giderek bir dönem çok rahat eriştiği hizmetlere erişemez duruma düşmektedir. Erişilendeki nitelik farkları giderek artmaktadır. Kaliteli hizmetlere erişilemediğinde büyük kitleler için yakıcı bir çevrim hızla çalışmaya başlamıştır. Her bir dezavantaj giderek diğer alanlarda da dezavantajlara yol açmaktadır. Toplumlar giderek büyük imkânlara sahip az sayıda yüksek kazananlar ve çok az imkâna sahip büyük kitleler olarak ikiye parçalanmaktadır. Özellikle ABD ve çoğu Avrupa ülkesinde derinden hissedilen bu süreç siyaseti de dönüştürmektedir. Özellikle göç politikaları ve yabancı düşmanlığı bu sürecin siyasette yol açtığı değişimlerden sadece bir tanesidir.


TOPLUMUN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

Garip olan tüm gelişmiş ülkelerde orta sınıflar için sürecin yaklaşık tamamlandığı dönemde Türkiye’de orta sınıflar, büyük kitleler merkeze taşınmış ve geçmişe göre çok daha güçlenmiştir. Ekonomik olarak da daha iyi noktaya gelmiştir. Ancak, son dönemde özellikle ekonomik sıkıntılarla birlikte bu imkân giderek zayıflamaktadır. Bizde de erişilen hizmetlerdeki kalite farkları giderek artmakta ve daha nitelikliye erişimin maliyeti büyük kitleler açısından güç yetirilmesi imkânsız bir şekilde sürekli yükselmektedir. Bir başka deyişle artık hizmetlere erişim sorunu çözüldükten sonra erişilenin niteliği ve bu nitelikteki farkların şiddeti devreye girmektedir.

Dolayısıyla, tüm dünyayı etkileyen bu derin örüntü, ülkemizde tam olarak ortaya çıkmasa da ilk işaretlerini ve izleyeceği etki yörüngesini gösterdiği için bu yörüngenin tersine çevrilmesi ve orta sınıfların bu dönemin tıpkı başlarında olduğu gibi tahkim edilmesi için her türlü önlem alınmalıdır. Çünkü bu süreç basit bir ekonomik süreç değil, sosyolojik olarak her şeyi etkileyecek ve deforme edecek bir süreçtir. Nasıl güçlü bir orta sınıfa sahip toplumlar çok daha umutlu ve dayanıklı olmaktaysa zayıflayan orta sınıflar da çözüm maliyeti oldukça yüksek çok sayıda yeni problemin ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır. Bir başka deyişle, orta sınıflar bir toplumun bağışıklık sistemi gibidir. Zayıflaması toplumsal sağlık için oldukça risklidir. Bu nedenle tüm kurum ve kuruluşların önceliği orta sınıfları, büyük kitleleri bu dönüşüme direnecek şekilde tahkim etmek olmalıdır.


NÜFUS AVANTAJIMIZ YOK OLUYOR (MU?)

Son yüzyılda sanayileşme, kentleşme, yaşam koşullarının zorlaşması ve bireyciliğin yaşam odağına yerleşmesi, yaşam kalitesine odaklanma ve özellikle orta sınıfların giderek yok olması gibi çok sayıda parametre ülkelerin nüfus artış hızlarını doğrudan etkilemektedir. Bu bağlamda yüzleşmemiz gereken bir diğer önemli sorunumuz daha ortaya çıkmıştır. Her zaman ülkemizin en büyük avantajı olan nüfus, giderek yenilenebilme karakteristiğini kaybetmektedir.

TÜİK verileri detaylı incelendiğinde iki önemli göstergede kritik değişikliklerin yaşandığı görülmektedir. Birincisi, doğurganlık hızında yaşanan değişimdir. Doğurganlık hızı 2001 yılında 2,38’e, 2023 yılında 1,51’e, 2024 yılında ise 1,48’e düşmüştür. Nüfusun yenilenmesi için gerekli doğurganlık hızının 2,1 olması gerektiği göz önüne alındığında nüfus giderek yaşlanacak ve genç nüfus azalacaktır. Bir diğer gösterge, doğurganlık hızının en yüksek olduğu yaş grubunda yaşanan değişimdir. 2001 yılında en yüksek yaşa özel doğurganlık hızı 20-24 yaş grubunda iken 2023 yılında 25-29 yaş grubuna kaymıştır. Artık kadınların doğurganlığı giderek ileri yaşlara kaymaktadır. Doğurganlığın ileri yaşlara kayışı doğurganlık hızını da düşürmektedir.

OECD 2024 yılında demografide yaşanan bu dönüşümün eğitime yansımaları ile ilgili ‘How are demographic changes affecting education systems?’ başlıklı raporunu kamuoyu ile paylaştı. Rapor 2013-2022 yılları arasındaki son on yılda çocuk nüfusundaki değişimin ülkelerin eğitim politikalarına yansımalarını değerlendiriyor. Raporun en önemli bulgusu, OECD ülkelerinin yaklaşık yüzde 80’inde 0-4 yaş grubu çocuk nüfusunda önemli düşüşlerin yaşandığıdır. Türkiye de 0-4 yaş grubundaki düşüş yaşayan ülkeler arasında yer alıyor. Raporda dikkat çekildiği üzere doğum oranlarındaki bu genel azalma eğilimi 0-4 yaş grubunda belirgin bir düşüşe yol açmasına rağmen 5-14 yaş grubunda henüz genel azalma eğiliminin etkileri tam anlamıyla görülmemektedir. Ancak, Güney Kore, İtalya ve Yunanistan’da ise bu yaş grubunda da önemli düşüşlerin yaşandığı görülmektedir. OECD ülkeleri genelinde, 2013 ile 2022 yılları arasında 5-14 yaş grubu çocukların sayısı ortalama yüzde 4,5 oranında artış göstermiştir. Türkiye’de 5-14 yaş grubundaki nüfus artışının OECD ortalamasının altında gerçekleştiği görülmektedir.

Rapor son on yıla dair önemli bulgular sunmakla birlikte yakın geleceğe dair önemli çıkarımlar da barındırmaktadır. Nitekim rapor, 2022-2031 dönemine yönelik yapılan kestirimler kapsamında verisi bulunan 47 ülkenin 37’sinde 5-14 yaş grubunda da düşüş evresinin gerçekleşeceğini öngörmektedir. En büyük düşüşlerin sırasıyla Güney Kore (yüzde 37’lik bir düşüş), İtalya (yüzde 18’lik bir düşüş) ve Finlandiya’da (yüzde 16’lık bir düşüş) yaşanacağı görülmektedir. Ülkemizde bu dönem için düşüş öngörülmemesine rağmen artışın son derece küçük olacağı görülmektedir. Söz konusu projeksiyonlarda en dikkat çekici ülke İsrail’dir. İsrail hem 0-4 yaş grubu hem de 5-14 yaş grubunda düşüşün tersine önemli artışların gerçekleştiği ülke olurken 2022-2031 dönemine yönelik projeksiyonda da 5-14 yaş grubunda en yüksek artışın (yüzde 17) gerçekleşeceği ülke olarak öne çıkmaktadır.


ETKİN SOSYOEKONOMİK POLİTİKALAR ŞART

Özetle nüfusumuzun yenilenme durumu ciddi bir şekilde alarm vermektedir. Risk ortadadır. Ülkemizin nüfus artış hızındaki bu sert düşüşte sebepler ne olursa olsun anlamlı ve etkin sosyoekonomik politikalar oluşturulduğunda ve kararlı bir şekilde uygulandığında bu eğilimi tersine çevirmek ve nüfus yenilenmesini sağlamak mümkündür. Cumhurbaşkanımızın sıklıkla dile getirdiği 3 çocuk vurgusu bu politikaların geliştirilmesinde önemli bir dayanak sağlayacaktır. Bu bağlamda özellikle gelişmiş ülkelerde çocuk sayısı fazla olan ebeveynlerin esnek çalışma koşullarından yararlanması, çocuk başına aileye yapılan ödemelerde ciddi artışlar sağlanması, okul öncesi eğitime ücretsiz erişebilmeleri, önemli vergi indirim seçeneklerine sahip olmaları ve konut sahibi olmada avantajlı olmaları bu bağlamda uygulanan politikalardan sadece birkaçıdır.

2025 yılının ‘Aile Yılı’ olarak ilan edilmesi ve bu bağlamda bazı adımların atılmış olması önemlidir. Diğer taraftan, orta sınıfları tahkim edecek politikalar dolaylı olarak bu sorunun çözümüne de önemli katkı sağlayacaktır. Çünkü ülkelerde doğum oranlarının artmasına en büyük katkı orta sınıflardan gelmektedir. Tüm dünyada 1960’lı yıllarda bebek patlaması olarak adlandırılan doğum oranlarındaki büyük artış tesadüfi değildir. Bu dönemler orta sınıfların genişlediği, ekonomik pastadan en büyük pay aldıkları ve güçlendikleri dönemlerdir. Bu dönemlerde orta sınıflar istikrarlı ve iyi ücretli işlere sahip olmuşlar ve ev sahibi olma oranları artmıştır. Dolayısıyla, çocuk yetiştirmeye uygun maddi koşullar oluşmuş, nihayetinde bu dönem orta sınıfların aile kurma konusunda geleceğe daha güvenle bakmalarını sağlayarak erken yaşlarda evlenmelerini ve birden fazla çocuk sahibi olmalarını kolaylaştırmıştır.


#Türkiye
#aile
#nüfus