
Kirk suikastı, ABD ve Avrupa Katolikliği ayrışmasını pekiştirdi. Suikastın, gençliği çok etkileyen bir figür olan Kirk’ün tam da İsrail’e sırtını dönmek üzereyken yapılması, ABD’li muhafazakârların birliğini, Avrupa’yı da etkileyecek şekilde bozmaya devam etti.
ABD’li gençler arasında popüler muhafazakâr aktivist, Turning Point USA’nın kurucusu, Charlie Kirk 10 Eylül 2025’te Utah Valley Üniversitesi’nde düzenlenen bir etkinlik sırasında, 31 yaşında, binlerce kişinin gözleri önünde sahnede öldürüldü. Kameraların ve herkesin gözü önünde gerçekleşmesine rağmen halen kimin neden öldürdüğü tartışmalı bu cinayet, ABD toplumunda şok ve kırılmaya, dini ve siyasi olayları şekillendiren bir dönüm noktasına dönüştü. Kirk, Evanjelik bir Hıristiyandı, ancak öldürülmeden kısa bir süre önce Katolikliğe yaklaşmıştı; “Meryem Ana”ya saygı göstermeye başlamış, tesbih duası etmiş ve Paskalya Ayini’ne katılmıştı. Karısı Erika Katolik’ti ve Kirk, bir piskoposa Katolik olmaya “çok yakın” olduğunu söylemişti.
Charlie Kirk, Evanjelik Hristiyan bir aktivist olarak, Turning Point USA etkinliklerinde ve söylemlerinde güçlü bir Hristiyan kimliği vurguluyordu, ancak bu kimlik daha çok Amerikan muhafazakarlığına entegre, Amerikan “vatanseverliği” ile harmanlanmış bir Hristiyanlıktı. Ana akım Evanjelik çizgide; kürtaj karşıtlığı, geleneksel aile değerlerine destek ve Judeo-Christian (Yahudi-Hristiyan) medeniyetinden/mirasından bahseden, İsrail’i destekleyen, Evanjeliklere ait “İsrail’in Tanrı’nın seçilmiş halkı”olduğu inancıyla uyumlu, bir Hristiyanlıktı. Kirk, ABD’li Katoliklerin sosyal medyada estirdiği “Christ is King” mottosuna karşıydı ve dini daha kapsayıcı ve GOP çizgisine (Cumhuriyetçi Parti'nin kısaltması GOP; Grand Old Party) yakın bir şekilde kullanıyordu dolayısıyla hem Hristiyan hem de İsrail yanlısı orta yolcu haliyle ABD müesses nizamına yakın bir figürdü.
KÜLTÜR SAVAŞLARI
Öte yandan ABD’de Katoliklik, özellikle muhafazakâr çevrelerde, “kültür savaşları” ile iç içe geçmiş durumda. Burada bir parantez açıp “kültür savaşlarını” anlatmakta fayda var: ABD siyasetinde “kültür savaşları” ifadesi ABD toplumun temel değerleri, inançları ve yaşam tarzları üzerine ABD içinde muhafazakâr ve “ilerici” (liberal) gruplar arasında yaşanan ideolojik ve sosyal kutuplaşmayı ve çatışmaları ifade ediyor. Günümüzde, gelinen noktada, kültür savaşları, ABD’nin “kırmızı eyaletler “ (muhafazakâr) ile “mavi eyaletler” (liberal) arasındaki bölünmeyi derinleştirmekte ve bu nedenle ABD içinde silahlı iç çatışmalardan hatta bir iç savaştan korkulmaktadır. Kültür savaşları, ABD’de özellikle seçim dönemlerinde tekrar eden, örneğin, kürtaj hakkı veya bireysel silahların kontrolü gibi tartışmalarda bariz bir şekilde görülmektedir. Çatışma çıkaran konular şunlardır: En başta dinin kamusal alandaki rolü, örneğin okullarda dua hakkı, kürtaj hakkı veya eşcinsel evlilik gibi konularda çatışmalar, toplumsal cinsiyet, cinsiyet eşitliği, LGBTQ hakları, trans bireylerin hakları ve cinsiyet rolleri üzerine tartışmalar; çok kültürlülük, ırkçılık, ayrımcılık, olumlu ayrımcılık ve göçmenlere yönelik politikalar; eğitim ve ifade özgürlüğü alanında, müfredat (beyazların çokça rahatsız olduğu “eleştirel ırk teorisi”), sansür, cancel culture (linç kültürü) ve siyaseten doğru olma adına gerçeklerin inkarı. Ayrıca, geleneksel aile yapısı, evlilik tanımı ve bireysel özgürlükler arasındaki gerilim. Bütün bunlar “kültür savaşları” terimi altında konuşulmaktadır.
AVRUPA KATOLİKLİĞİNE KARŞI ABD KATOLİKLİĞİ
ABD Katolikliğine dönecek olursak, ABD’de kürtaj karşıtlığı, geleneksel aile değerleri ve woke ideolojiye muhalefet gibi konular, Katolik kimliğini siyasi bir araç haline getirmiş durumdadır. “Woke” sadece ekonomik sınıflar değil, başka farklılıkların da toplumdaki eşitsizliklere yol açtığını fark etmiş ve “aydınlanmış solculuk” anlamına geliyor. Bugün Demokrat parti “woke ideolojisinin” kalesi durumda. “Woke ideolojisi” bilindiği gibi Demokrat Partinin kültürü olarak sık sık Cumhuriyetçi Başkan Trump tarafından aşağılanıyor. Woke’a muhalefet etmek birlik sağlamada en önemli unsur oldu, bu sayede ABD muhafazakarları aralarındaki farklılıkları unutarak “ilericilere” e karşı birlik olabildi ve seçim kazanabildi. ABD Katolikliği halihazırda kendi ülkesinde “ilericilerle” mücadele ederken, zamanla buna Avrupa da eklendi. Nitekim Trump Hükümeti işbaşı yaptıktan sonra ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’in 14 Şubat 2025’te 61. Münih Güvenlik Konferansı’ndaki konuşması Avrupa Hristiyanları ve Katolikleri için bir şok ve bir dönüm noktası oldu. Seyirciler güvenlik -Ukrayna savaşı ve savunma harcamaları- üzerine bir konuşma beklerken, “kendi savunmanızı kendiniz yapın” dedikten sonra konuşma Vance’in Katolik kimliği (2021’de Katolikliğe geçen Vance, St. John Paul II’den alıntı yaparak konuşmasını bitirdi) nedeniyle dini bir boyut kazanarak dini özgürlükleri savunan bir konuşmaya dönüştü, “Hristiyan bir ses” olarak Vance Avrupa Katolikliği’ni suçladı: Kilise’nin AB politikalarına (göç hoşgörüsü, diyalog) verdiği desteğin, “gerçek özgürlüğü” baltaladığını, halkı “gerçeklikten uzaklaştırdığını” iddia etti.
Avrupa’yı “Sovyetvari” uygulamalarla (seçim iptalleri, sosyal medya kontrolü) göç ve güvenlik ilişkisinde halkın endişelerini görmezden gelmekle eleştirdi. Ancak bu konuşma Avrupa Katolikliği’nin “ilerici” çizgisiyle karşıtlık içindeydi. İkinci Vatikan Konsili’nin (1965) “ilerici” barışçı evrenselcilik ruhuna ters düşüyordu. Bu konuşma, Avrupa mutabakatına karşı bir saldırı, ABD’nin yaptığı bir “ideolojik savaş ilanı” olarak yorumlandı. Sol ve ilerici Katolikler, en sert şoku yaşadılar. Bunlar Gazze’de kiliseleri bombalanan Filistinli Hristiyanlarla empati yapan Katolikler olarak, Vance’i ABD’deki “kültür savaşını” Avrupa’ya taşımakla suçladılar. Ilımlılar “Vance’in Hristiyan değerleri savunması doğru ama üslubu yıkıcı”, “Avrupa’nın elitlerine MAGA kitlesi gibi muamele etti” dediler. Bazı muhafazakârlar ise Vance’i ilham verici buldular, örneğin Meloni, “Avrupa kendini kaybetti, Vance’e katılıyorum” dedi. En önemlisi de bu konuşma bazı siyasi sonuçlar üretti, Avrupa’da aşırı sağın yükselişini hızlandırdı (Almanya seçimlerinde AfD oyları arttı. İtalya’da Meloni koalisyonu güçlendi).
AYRIŞMA BÜYÜYOR
Bu konuşmadan aylar sonra Kirk’ün öldürülmesi, ABD Katolikliği ve Avrupa Katolikliğinin ayrışmasını pekiştirdi. Suikastın, gençliği çok etkileyen bir figür olarak tam da Kirk İsrail’e sırtını dönmek üzereyken yapılması, yani İsrail’in Gazze’de izlediği siyaset ile ilişkili olması, ABD’li muhafazakarların bu birliğini, hem de Avrupa’yı da etkileyecek şekilde, bozmaya devam etti. Neden Avrupa’yı da etkiliyor, çünkü Avrupa Katolikliği “ilericiler” tarafından zaten 1965’ten itibaren “diyalog çalışmaları” ile İsrail lehine değiştirilip- dönüştürülmüş durumda. Avrupa Katolikliği, Vatican II adı verilen (1965’te Nostra Aetate ile yani “Yahudi karşıtlığına son” ) Yahudi-Hristiyan diyaloğu ile değişti- dönüştü ve Vatican tabiri caizse ‘Bundan böyle Yahudi karşıtlığı yapmayacağım’ diyerek tövbe etmişti.
Öte yandan ABD Katolikliğini de bölen bir şey oldu, Siyonist olmayan ABD Katolikleri, özellikle de gelenekselci Katolikler, bu milliyetçi birlik altında Evanjelik-Katolik birleşmesini şüpheyle karşıladılar. ABD Katolikleri, Evanjelizmin aktivizminden etkilenmiş bir grup olarak Avrupalı Katoliklere nazaran daha Siyonist eğilimliler, ancak dini bir yakınlaşma olsa da Katolik dini öğreti (akideler) sebebiyle Hristiyanlık ve Yahudilik arasındaki çelişki giderilemiyor. Geleneksel Katolik öğreti, modern İsrail’i teolojik bir mecburiyet olarak ele almazken, bazı ABD Katolikleri, Evanjelik “Hıristiyan Siyonizminin” etkisiyle, kendilerini teolojik olarak mecburen İsrail’i desteklemek zorunda hissediyorlar. Özetle evanjelik aktivizm ABD Katolikliğini, özellikle genç muhafazakârları etkiliyor, ancak geleneksel Katolik öğreti bu etkiye karşı direnç göstermeye devam ediyor, çünkü dini akideler aslında buna izin vermiyor.
AVRUPA’DA ESEN TRUMPIZM RÜZGARLARI
Avrupalı Katolikler, neomuhafazakâr bir Amerikan Katolikliğinin Avrupa’da yayılmaya başlaması tehlikesi karşısında endişeliler, çünkü “sağcı bir Katolisizm”den korkuyorlar. Aslında Charlie Kirk öldürüldüğünde, Kirk’ün varlığından bile haberdar değillerdi hatta Amerika’ya ait bir mesele diye ilgilenmediler bile. Ancak daha sonra bu ideolojinin Avrupa’da etkisini gördükçe milliyetçi ve sağcı eğilimli bir ekümenizm ile iç içe bir görüntü veren bu ABD Katolikliğine karşı mesafe koydular. Onlardan farklı olarak bilakis İsrail’e eleştirel yaklaşıyorlar, daha barışçılar ve milliyetçiliğe karşıt bir yaklaşım içindeler, hatta genellikle Katolik olan Filistinli Hıristiyanlara karşı empati gösteriyorlar. Kirk’ün dini yaklaşımı, Trumpizm benzeri bir siyasi ve dini mesihçilik halini aldı ve Trumpizm ile elele Avrupa’da yayılmaya başladı. Kirk’ün “şehit edilmesi”, ABD-Avrupa “aşırı sağcı” hareketlerinde "ortak şehit" kabul edilerek Avrupalı siyasilerce kullanılıyor ve bu durum Trumpizm’in Avrupa’da yayılmasına zemin hazırlıyor. Kirk’ün ölümünden sonra Kirk’ün mirası olan programını (medyasını) karısı Erika üzerinden ABD “müesses nizamı” ele geçirdi ve ABD’de büyük genç kitlelerini bu hareketin içine katmaya başladı.
Suikast sonrası ABD’li Katolikler arasında, Evanjeliklerin aktivizminden de etkilenerek, milliyetçi ve sağcı eğilimli bir ekümenizm yaratıldı. Buradaki ekümenizm farklı Hristiyan mezhepleri arasında dünya çapında Hristiyan birliğini teşvik etme faaliyeti, bir sosyal hareket ve eğilimdir. Bu ekümenizm ile ABD’de Katolik gruplar, çoğunlukla gençlerin katıldığı büyük kitleler halinde Kirk’ü anmak için kandiller yaktıkları anmalar ve dua etkinlikleri düzenledi. Ancak bu ekümenizm Avrupa’da siyasi ve dini gerginliğe yol açtı. Özellikle Avrupa Katolikliğinin Almanca konuşan “ilerici” kesimi, Avusturya ve Almanya da - sağcı Katolikliğin yükselişi ve Trumpizm’in kıtaya gelme tehlikesi konusunda oldukça endişeli.
İKİNCİ KONSİL’İN SONU MU?
İlerici kanattan Alman piskoposların AfD’ye karşı halka uyarıları pek işe yaramadı. AfD artık ülkenin en popüler siyasi partisi. İtalya’da da durum farklı değil, örneğin Giorgia Meloni, Kilise yanlısı sağcı bir ideolojik koalisyona liderlik ediyor. Bu durum, Avrupalı Yahudi topluluklarını da endişelendiriyor ve Batı Avrupa’yı bir araya getiren savaş sonrası İkinci Vatikan Konsili olarak bilinen ana akım uzlaşıyı zayıflatıyor. Bu uzlaşı neydi? İkinci Vatikan Konsili (1962-1965), Katolik Kilisesi’ni modern dünyaya uyarlamayı amaçlayan bir dizi reformu hayata geçirdi ve özellikle Yahudi-Hıristiyan ilişkileri, ekümenizm ve Kilise’nin siyasi meselelerdeki rolü gibi konularda önemli değişikliklere neden oldu. Charlie Kirk suikastı sonrası, İkinci Vatikan Konsili’nin bu öğretileri, hem birleştirici hem de ayrıştırıcı bir rol oynadı. ABD’de, Kirk’ün Evanjelik kökenli olup Katolikliğe yaklaşması, bu ekümenik ruhun bir yansımasıydı, ancak suikast sonrası milliyetçi bir “Hristiyan birliği” (Evanjelik-Katolik ittifakı) öne çıktı. Bu durum Konsil’in ekümenizmini siyasallaştırarak Trumpizm’le bağdaştırdı ve Nostra Aetate’nin ılımlı diyalog ruhuna ters bir gelişme oldu. Kirk suikastı, Avrupa Katoliklerini ABD’nin milliyetçi ekümenizminden uzaklaştırdı. Konsil’in evrensel Kilise vizyonu, barışçı duruşu Avrupa’da Filistinli Hıristiyanlarla dayanışmayı mümkün kılan bir duruştu. Avrupa Katolikleri, siyasi şiddeti kınarken Kirk’ü fazla tanımadıkları için mesafeli kaldı. Ancak aşırı sağcı gruplar, Konsil’in evrenselcilik ruhuna aykırı olarak Kirk’ü milliyetçi bir sembol haline getirdi. ABD Katolikliği, Kirk’ün siyasi mirasını sahiplenerek Konsil’in barışçı ruhundan ve Avrupa Katolikliğinden uzaklaştı.
ORTADA BİR TUHAFLIK VAR
Ancak bu kadar hızlı gelişmelerin ortasında Vatikan’a bağlı olmayan gelenekselci Katolikler hem ABD’de hem de Avrupa’da her iki kutba da uzak bir şekilde bambaşka bir aydınlanma yaşıyorlar, Charlie Kirk’ün gerçek katilini Charlie Kirk’ün karısı Erika’dan çok daha merak edip araştıran gelenekselci Katolik aktivistler, Kirk’ün yakın arkadaşı, Candace Owens’ı takip ediyorlar. Teorik bilgisi çok olmasa da onu çok daha imanlı buluyorlar. ABD’nin “kültürel savaş” ortamında Owens radikalleşmekle, Siyonistler tarafından da “antisemitik” olmakla suçlanıyor. Bu sebeplerden Owens, Kirk’ün cenazesine davet edilmeyerek dışlandı. Ama bu onu durdurmadı bilakis bileyledi. Kendisini tehdit eden Siyonistlere hodri meydan dedi. Bu da onu ABD muhafazakâr kamuoyunda kahraman mesabesine yükseltti. Çünkü Kirk’ün ölümünün FBI tarafından açıklanması yetersiz kaldı, cinayetin üstü kısa sürede kapatıldı. Üstelik karısı Erika hiç yas tutmadı. Ortada bir tuhaflık var. Trumpizm Charlie Kirk’ün mirasına çöreklense de MAGA kitlesi yekpare değil ve Hristiyanlar gerçek bir “wake up” sürecindeler.








