Kudüs’te toplanan yaklaşık 300 Filistinli kadın, 26 Ekim 1929’da onlarca araçlık bir konvoy oluşturmuş ve korna çalarak sokaklarda dolaşmaya başlamışlardı. İçlerinde Arap Yürütme Komitesi Başkanı Mûsâ Kâzım el-Hüseynî’nin eşi Rukiye Hanım, İstiklal Partisi’nin kurucusu Avnî Abdulhâdî’nin eşi Tarab Hanım ve eş-Şihâbî’lerin kızı Züleyha Hanım gibi Kudüs’ün ileri gelen ailelerine mensup pek çok kadın da vardı, Filistin’in diğer şehirlerini temsilen gelen kadınlar da… Ve hedefleri İngiliz Yüksek Komiseri’nin eviydi. Zira İngilizler, kısa bir süre önce Mescid-i Aksa’ın batı yüzünde yer alan Burak Duvarı’nın korunması için çıkan ayaklanmaların ardından yayınladıkları bildiride, Yahudilere yönelik taşkınlıkları(!) kınamış ve bu ayaklanmaya katılanların en ağır şekilde cezalandırılacağını ilan etmişlerdi. Filistinli kadınlar da bu nedenle İngiliz komiserden hesap sormaya gidiyorlardı.
O gün aynı zamanda Arap Kadınlar Komitesi’nin ilk toplantısını da gerçekleştirmişlerdi. Komitenin kurulması bir anda gerçekleşmemişti elbette. Yaklaşık 10 senedir süren bir mücadele vardı. Belfûr Deklarasyonunu’nun yayınlanmasının ardından Kuzey Filistin’de yaşayan 29 kadın bir araya gelerek, İngiliz yetkililere gönderilmek üzere bir mektup kaleme almışlardı. 1920 yılının başlarında kaleme alınan bu mektupta; “Biz Müslüman ve Hristiyan hanımlar olarak bu durumu şiddetle protesto ediyoruz” cümleleri dikkat çekiyordu.
O zamandan bu yana yaşanan ulusal kriz daha da derinleşmiş, Yahudi göçü artmış ve ağır cezalar sonucunda pek çok Filistinli aile parçalanmaya başlamıştı. Ve kadınlar da, bu adaletsizlikten en çok etkilenenlerin başında geliyordu. Susmaları, olan bitene sessiz kalmaları düşünülemezdi o nedenle. Artık babaları, eşleri ya da oğullarıyla birlikte kavganın orta yerindeydiler. Çoğu üst sınıfa mensup, eğitimli kadınlardan oluşmasına ve genellikle siyasetçi, büyük toprak sahibi, âlim, öğretmen, avukat ya da doktor eşleri olmalarına rağmen kısa sürede üye sayılarını kırsal kesimden kadınları da kapsayacak şekilde artırmışlardı. İçlerinde Müslüman kadınlar da vardı, Hristiyanlar da… Şehirde yaşayanlar da, Filistin’in küçük kasaba ve köylerinde yaşayanlar da…
Şimdiye kadar bulundukları evlerinde izole bir hayat süren kadınlar, bir anda seslerini yükselterek kendilerini görünür kılmışlar ve mücadelenin önemli parçalarından biri haline gelmişlerdi. 26 Ekim günü gerçekleştirdikleri kongre, Filistinli kadınların ilk kez örgütlü biçimde işgale karşı mücadele etmeye başlamaları anlamına geliyordu ve büyük bir saklı gücü müjdeliyordu aslında.
Arap Kadınlar Komitesi, Filistin’in Nablus, Hayfa ve Yafa gibi diğer şehirlerindeki kadın derneklerini tek bir çatı altına toplayarak, kadınların siyasete girme hakkını resmen tescilleyen ilk dernek olmuştu. Kurucuları arasında Züleyha eş-Şihâbi, Milyâ es-Sekâkînî, Hatice Râğıb el-Huseynî, Zehiyye en-Neşâşîbî, Şâhende ed-Duzdâr, Behîra Nebîl el-Azme, Tarab Avnî Abdulhâdî, Ernistîn el-Ğûrî, Vahîde Huseyn Fahrî el-Hâlidî, Ketrîn Şukrî Dîb, Fatûm Kemâl el-Budeyrî, Sa‘îde İhsân el-Câbirî, Ni‘metî Cemâl el-Huseynî, Enîse Subhî el-Hadra ve Klîr Anastâs Hanâniyâ gibi isimler vardı. Ve sadece eğitim ya da hayırseverlik faaliyetleri ile ilgilenmiyor, İngiliz mandasına ve Siyonistlere karşı açık biçimde savaş ilan ediyordu.
Konvoy evin önüne vardığında, 5 kadın temsilci olarak araçlardan indi. Yüksek Komiserle görüşmeyi onlar yapacak, diğerleri ise araçların başında bekleyeceklerdi. İngiliz komiser, sahte bir dostluk gösterisi ile karşılayarak kahve ikram etmek istedi ancak kendilerine teklif edilen kahve ikramını hiç düşünmeksizin geri çevirdiler ve protesto metnini vererek, öfkeyle oradan ayrıldılar. Altını çizdikleri 3 önemli konu vardı; İngilizlerin gösterdikleri yanlı tutum, Siyonist çetelerin taşkınlıkları ve artan Yahudi göçü.
Arap Kadınlar Komitesi’ne bağlı Filistin’in çeşitli yerlerindeki yüzlerce kadın, bir an olsun yorulmaksızın çalışmaya devam edecekti. Bir gün Nablus’ta gösteri düzenlerdi, ertesi gün Yafa, Hayfa ya da Ramallah’ta. Ya da Kudüs’te. Bir yandan ellerinde avuçlarında ne varsa ortaya döküyorlar, bağış topluyorlar ve bu paraları ihtiyaç halinde olan Filistinli ailelere ulaştırıyorlardı. İçlerindeki çok sayıda kadın da, gönüllü hemşireliğe başlamış, hastanelerde dolaşır olmuştu. Filistin’in tarihinin en önemli dönemeçlerinden birisi olan 1936-1939 İsyanı esnasında da olağanüstü bir gayretle çalışmaya devam eden Filistinli kadınlar, bir yandan da örgü örmeye başlamışlardı. Bunların bazıları, soğuktan korunmaları için direnişçilere gönderiliyor, bazıları da satılarak parası kullanılıyordu. Kırsal yerlerde yaşayan kadınlar da, ne zaman İngiliz askerleri ya da Siyonist çetelerle bir çatışma yaşansa cesurca ortaya atılarak, Filistinli direnişçilere erzak, su ve mühimmat sağlarlardı.
Direnişin büyük kumandanlarından Fevzî el-Kâvukcî şu sözlerle anlatacaktı bu desteği;
Bu savaşta, kadınlar bize su, yiyecek ve ekipman taşımakla kalmayıp, sürekli tezahürat ederek moralimizi yükseltiler. İngiliz askerleri, etrafımızı sardığı anda dahi ihtiyacımız olan her şeyi bize sağladılar ve galip gelmemizin en büyük sebebi onların bu yardımı ve coşkusuydu.
Filistin tarihine dair bilmemiz ve aklımızdan bir an olsun çıkarmamız gereken bir sürü şey var. Arap Kadınlar Komitesi, bunun başında geliyor. Bugün Filistin’in her yerinde, işgalcilere kafa tutan binlerce kadın görüyoruz. Yaşlı teyzelerin, gencecik kızlarla aynı ruha sahip olarak dimdik ayakta durduklarına şahit oluyoruz. Kimisi evladını kendi elleriyle toprağa veriyor. Kimi de eşini. Gözlerimizin önünde en soylu biçimde beliren bu büyük iman gücünün karşısında ağlıyoruz. Ve bu iman gücünün, 100 sene önce başlayan böyle bir hikayesi var işte…