Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın, 7 Ekim’de, İsrail’in işgali altındaki bölgelere yönelik başlattığı Aksa Tufanı operasyonu Orta Doğu’daki güç dengelerini sarstı. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Almanya, Fransa, İngiltere gibi Batılı ülkeler İsrail’in yanında net bir duruş sergilerken Orta Doğu’daki aktörlerin birbirinden farklı pozisyon aldıkları görülüyor. Bu noktada Körfez ülkelerinin çatışmaya yönelik benimsedikleri politikaların birbirinden farklılaştığı ifade edilebilir.
Son savaşta Körfez ülkeleri arasında en aktif pozisyon alan aktör Katar. Çatışmaların müsebbibinin İsrail olduğunu beyan eden Katar aynı zamanda İsrail’i sert bir tonla kınadı. Dahası Batı’nın bütün baskılarına rağmen Katar Dışişleri Bakanı, Hamas’ın Doha ofisinin faaliyetlerini sürdüreceğini açıkladı. Bununla birlikte İsrail ile temas kurma noktasında 1994’teki ticaret ofisi açma kararı ile ilk adımı atan Doha yönetimi, çatışmanın diğer tarafı olan Hamas’ın siyasi üst düzey kadrosuna 2012’den beri ev sahipliği yapıyor. Başta El-Cezire Arapça kanalı olmak üzere medya üzerinden İsrail’i eleştiren Katar, Batı’dan gelen baskıları hafifletmek adına arabuluculuk rolüne ciddi önem atfediyor. Bu anlamda Katar, Hamas ile kurduğu yakın ilişki biçimini diplomatik bir fırsat olarak sunuyor ve çatışmada kendisini arabulucu olarak lanse ediyor. Doha’nın bu stratejisi Afganistan’da Taliban ile yapılan görüşmelerde başarıya ulaşmıştı. Bundan ötürü ABD, Fransa, İngiltere ve birçok Batılı aktör Hamas’ın elinde bulunan sayısı 200’ü aşkın esirin serbest bırakılması noktasında Katar ile temas halinde. Bu noktada Doha yönetimi arka kapı diplomasisi yürüterek Hamas ile irtibata geçip başta 2 Amerikan vatandaşı olmak üzere Batılı savaş esirlerinin bir kısmının serbest bırakılmasını sağladı. ABD başta olmak üzere birçok Batılı aktör nazarında güvenilirlik kazanmış durumda.
Eylül 2020’de İsrail ile normalleşmenin üçüncü dalgasında yer alan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn Hamas-İsrail çatışmasında Katar’a kıyasla İsrail’in yanında bir duruş sergiledi. Örneğin BAE Uluslararası İş Birliği Bakanı, Birleşmiş Milletlerdeki konuşmasında Hamas’ın operasyonunu barbarca olarak nitelendirirken İsrail’in hastane, mülteci kampı gibi sivillerin bulunduğu ve savaş hukukunda saldırılması yasak olan yerlere yönelik saldırılarına değinmedi. Benzer şekilde BAE’nin BM daimi temsilcisi, Hamas’ın Gazze’deki Filistinlileri temsil etmediğini ifade etti. Bahreyn de benzer şekilde İsrail yerine Hamas’ı zikrederek çatışmada Tel Aviv’in yanında durdu. Fakat 17 Ekim’de İsrail’in El-Ehli isimli hastaneyi vurması ve Bahreyn’deki İsrail diplomatik temsilciliklerin vatandaşlarca ateşe verilmesi BAE ve Bahreyn’in İsrail yanlısı tutumunu sarstı. Abu Dabi ve Manama yönetimleri İsrail’i işlediği savaş suçlarından ötürü- isim zikretmeden ve işgalden bahsetmeden- kınamak zorunda kaldı. Dahası BAE, insani krizi aşmak adına Gazze’ye 20 milyon dolarlık yardım paketi açıkladı.
İsrail ile diplomatik ilişkileri olmamasına rağmen Netanyahu’yu Maskat’ta ağırlayan Umman ise temkinli bir denge siyaseti güdüyor. Hamas ile İsrail arasında cereyan eden çatışmanın bölgesel bir savaşa dönmesini arzulamayan Umman, gerilimi azaltmak adına taraflarla iletişim kanallarını açık tutuyor. Bu anlamda Maskat yönetimi, başta Husiler olmak üzere İran destekli milis gruplarla bir dizi diplomatik görüşmeler gerçekleştiriyor. Dolayısıyla Umman, çatışmanın bölgeselleşme riskini önlemeyi ve özellikle Körfez yarım adasındaki tansiyonu düşürmeyi birincil hedef olarak kodlamış durumda.
Körfez’de uzun yıllar arabuluculuk faaliyetleri ile anılan Kuveyt ise tarihi tecrübesine kıyasla son çatışmada oldukça zayıf bir pozisyon sergiledi. İsrail’i kınayıp Filistin desteğini sürdüren Kuveyt’in cılız bir siyaset izlemesinin temel sebebi Eylül 2020’deki lider değişimiyle alakalı. Kuveyt diplomasisinin mimarı olan Emir Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir el-Sabah’ın vefatı sonrası yerine gelen Nevaf el-Ahmed’in düşük profilli bir diplomatik temsile sahip olması, Hamas-İsrail çatışmasında Kuveyt’in etkisiz kalmasına sebebiyet verdi. Kuveyt’in 2020’den beri iç siyasi çalkantılar ve istikrarsızlıkla uğraşması da Hamas-İsrail çatışmasında geri planda kalmasına neden oldu.
Körfez ülkeleri arasında Hamas-İsrail çatışmasına yönelik pozisyonu en çok merak edilen ülke Suudi Arabistan. Nitekim Suudi Arabistan, Haziran ayından beri gerek medya gerekse siyaset düzeyinde ABD’nin girişimleriyle normalleşme gündemindeydi. ABD’nin güvenlik garantörlüğü, nükleer projeye destek ve 1967 sınırlarında Filistin devletinin kurulması gibi şartlar karşılığında İsrail ile normalleşme görüşmelerine başlayan Suudi Arabistan, Gazze’ye yönelik saldırılar sonrası normalleşme sürecine ara vermiş gibi gözüküyor. Nitekim Riyad yönetimi, İsrail’in saldırıları sonrası Dış İşleri Bakanlığı’nın yayımladığı metinde çatışmalardan İsrail’in sorumlu olduğunu ifade etti. Derhal ateşkesin ilan edilmesini talep eden Suudi Arabistan aynı zamanda İslam İş Birliği Teşkilatı kapsamında acil bir toplantı düzenledi. İsrail’in saldırganlığına karşı ortak bir duruş sergilemek isteyen Suudi liderliği, İran dış işleri bakanını da sürece dahil etti. Dahası Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed bin Selman Mart ayındaki normalleşme sonrası ilk defa İran Cumhurbaşkanı ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve Filistin’in yanında bir duruş sergiledi. Dolayısıyla Riyad’ın gerek açıklamaları gerekse eylemleri ciddi yol kat edilmiş İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinin tıkandığına işaret olarak okunabilir.
Sonuç olarak Körfez ülkeleri İsrail-Hamas çatışmasının bölgesel bir savaşa dönüşmesini engelleme noktasında ortak bir tavır sergiliyor. Nitekim ABD, Körfez’e güvenlik garantileri vermiyor ve aksine İsrail, Hamas’ın operasyonlarından İran’ı sorumlu tutup Tahran’a bağımlı milisleri kışkırtmak istiyor. Bu durumun Körfez güvenliğine doğrudan tehdit teşkil etmesinden ötürü mezkûr ülkeler çatışmanın bölgeselleşmesine karşı duruyor. Bununla birlikte başta Suudi Arabistan olmak üzere Gazze ve Filistin meselesi, Körfez ülkeleri için garip bir ikileme yola açıyor. Filistin’i ve özellikle Gazze’yi desteklemek Müslüman Kardeşler ile anılan Hamas’ın güç kazanmasına, dolayısıyla Körfez’deki siyasal İslam tehdidinin artmasına yol açabilir. Bu durum Körfez’deki monarşilerin rejim güvenliğini sorgulanabilir hale getirebilir.