Sayın Cumhur-başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulundaki ilk ‘Dünya 5’ten Büyüktür’ temalı konuşmasının üzerinden tam 11 yıl geçti. Bu sene BM 79. Genel Kurulu’nda Türkiye’nin bu mesajı, pek çok ülkeyi de yanına alarak güçlenmişti. Bilhassa Gazze’deki soykırım ve küresel mekanizmaların, BM’nin bu hususta sergilediği etkisiz tutum ile beraber, çok daha fazla ülkeyi Türkiye’nin henüz bu boyutta katliamlar yaşanmadan evvel yaptığı çağrısını desteklerken bulduk. Elbette güzel ülkemizin yıllardır dile getirerek, her türlü uluslararası platformda izah etmeye çalıştığı bu durumun geç de olsa karşılık bulmaya başlaması önemli bir gelişme. Ancak bu sürecin tüm yükünü Türkiye’nin çekmesini beklemek, olumsuzluklar karşısında sağına soluna bakmaktan insiyatif alamamak diğer ülkelerin çözmesi gereken bir sorun. Çünkü bu reform aslında teknik olarak çok büyük bir tek sesliliği gerektiriyor.
1945’te “savaşların önüne geçmek” ve “çatışma bölgelerinde barışı sürdürmek” gibi iddialı argümanlarla ortaya çıkan BM’nin kronik başarısızlığı ve işlevsizliği, henüz üç yıl sonra 1948’te, İsrail’in kurulması ve Filistinlilerin yaşadıklarıyla başlamıştı zaten. 15 bin Filistinli şehit edilip yüzbinlerce insan sadece 1947-1949 yılları arasında zorla yerlerinden edilmişti. Günümüzde BM’nin etkisizliğinin geldiği noktaya ve gözlerimizin önünde işlenen, tarihin en kanlı soykırımına hala şahit oluyoruz. Sadece bununla da sınırlı değil, yine 1948’teki Keşmir ihtilafı günümüze kadar 10 binlerce Müslümanın ölümü ile sonuçlandı. 1948 sonrası Kamboçya’da, Somali’de, Ruanda’da, Srebrenitsa’da, Irak’ta, Sudan’da, Suriye’de, Yemen’de, Rohinya’da 100 binlerce masum insan can verirken BM yine bir adım atamadı. Nitekim şu an Gazze’de de atamıyor çünkü kendi içerisindeki statüko buna izin vermiyor. BM Güvenlik Konseyi (BMGK) üyesi beş ülkeden birisinin herhangi bir saikle reddettiği hiçbir kararın yaptırımı yok. Mekanizma tam anlamıyla küresel sistemin içerisinde oluşan müesses nizamın, “üstünlerin hukuku”nun tahakkümü altında.
Peki değişim mümkün mü? Birleşmiş Milletler Şartı 108’inci madde uyarınca olası bir reform tasarısının, BM Genel Kurulu’nda oylanması ve halihazırdaki 193 ülkenin en az üçte ikisinin bu tasarıyı onaylaması gerekiyor. Bununla da sınırlı değil, olası bir onay sonrası tasarı, ülkelerin kendi ulusal mekanizmalarından da onay almalı. Ve en kritik nokta; bu kararı alacak ülkelerin içerisinde beş daimi üyenin tamamı bulunmak zorunda. Yani sistemi beş ülkenin üzerinden kurgulayan statüko, gelecekteki olası bir “reform” ihtiyacı durumunda yine statükoya tabi kalınmasını ilk günden garanti altına almış durumda. Bu acı gerçekliklere ek olarak, dünyanın geri kalanının da beklentileri mevcut. Mesela Afrika grubu BMGK üye sayısının artırılmasını, Arap Grubu, Arap ülkelerine daimi üyelik statüsü verilmesini talep ediyor. Veto hakkı olan iki daimi üye; Çin ve Rusya ise buna rağmen şu anki BMGK yapısını “Batı merkezli” buluyor. Dünyanın münferit bölgelerinden pek çok ülkenin çeşitli beklentileri mevcut. Genel olarak bu farklı ülkelerin ve grupların talepleri artık “Dünya 5’ten Büyüktür” gerçekliğinin BM’nin yapısında kendisine yer edinmesi aslında. Türkiye ise bu itirazın mihmandarı olarak BM Genel Kurulu’nun tahkim edilmesini, hesap verilebilirlik ilkesinin BMGK için geçerli olmasını talep ediyor. Dünyanın kaderinin beş daimi ülkenin tahakkümü altında olması ve bu ülkelerin uluslararası krizlere, katliamlara, savaşlara ideolojilerini merkeze alarak yaklaşması BM’nin ilk günden beri neden etkisiz ve başarısız olduğunu bize gösteriyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin BM kürsüsünde en güçlü şekilde dile getirdiği bu haklı reform arayışı, küresel ve adil bir mekanizmaya olan ihtiyacı, beklentiyi gözler önüne seriyor. Zamanında bunu Türkiye düşmanlıklarından dolayı, Türkiye söylüyor diye önyargı ile ele alan ülkelerin dahi artık bir çıkmazda ve arayışta olduğunu biliyoruz. Ancak bu adalet ve küresel intizam çağrısını, şu an statükoyu oluşturan ana aktörlerin kabul etmesi mümkün gözükmüyor. Dolayısıyla bütün BM üyesi ülkelerin, Türkiye’nin yaptığı çağrının takipçisi ve destekçisi olması şart.
Sözde reform adı altında, daimi üyelerin tahakkümüyle belirlenecek yeni üyeler ve reformlar değil, kalan 188 ülkenin ortak kaygı ve beklentilerinin de karşılandığı bir süreç başlatılmak zorunda. BMGK’nın beş daimi üyesinin kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışacağı olası bir reform, 1945’ten beri işlemeyen sistemi dünyaya farklı bir yüzle pazarlama girişimine dönüşmemeli.
Her ne kadar fazlaca dile getirilmese de 1945’ten, San Francisco Konferansı’ndan, yani BM’nin kuruluşundan beri devam eden yapısal sorunlar var. BMGK’nın yapısı ile ilgili reform talepleri bu konferansta küçük ülkeler tarafından dile getirilse de, ABD, Çin, SSCB, Fransa ve İngiltere, bu küçük devletlere karşı adeta birlik olarak bir blok oluşturmuşlardı. Yani ideolojik anlamda halen farklı noktalarda olan iki temel kutbun (ABD, İngiltere ve Fransa’ya karşı Çin ve Rusya), söz konusu statükoyu muhafaza etmek olduğunda nasıl bir araya geldiklerini daha önce de gördük. Dolayısıyla bu olası ve zor reform, sadece bir reform değil, aynı zamanda bir ‘küresel adalet’ devrimi çağrısı. Bu sürecin kalıcı bir çözüme kavuşması ise ilk olarak bütün dünya ülkelerinin kolektif samimiyetine, ikinci olarak yeni statüko dizaynına karşı ortak şuurun oluşturulabilmesine bağlı.
Aksi halde, tıpkı Gazze soykırımı vesilesiyle tekrar yüzleştiğimiz gibi, soykırıma değil, soykırımı kimin gerçekleştirdiğine göre pozisyon alan bir sisteme hapsolacağız. Hukukun üstünlüğünün sadece belirli ülkelerin siyasi ajandaları ve hegemonların “insafı” doğrultusunda şekillendiği, “üstünlerin hukuku” gerçeğinin insanlığa karşı galebe çaldığı, küresel bir kaosa doğru hızla gitmeye devam edeceğiz.