Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, 79. Genel Kurul Toplantısı'nın açılış konuşmasında Birleşmiş Milletler dahil uluslararası yönetişimin bütün kurumlarının yeniden yapılandırılması çağrısında bulunduğu sırada İsrail Lübnan’a yönelik 800. hava sortisini gerçekleştiriyor ve 2000’inci bombasını Lübnan semalarından aşağıya doğru fırlatıyordu. İsrail’in hâlâ devam eden saldırıları sonrasında Lübnan’da 100’ü çocuk olmak üzere 500 kişi hayatını kaybetti.
Daha da utanç verici olan ise aynı saatlerde hedef gözetmeksizin Gazze’ye yönelik saldırılarda bulunan işgalci İsrail rejimi onlarca sivili katletmişti. Medyada yer alan bir başka görüntüde de İsrail rejimi, katlettiği 80 Filistinliyi bir konteyner içinde Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’na gönderdi. Guterres aynı konuşmada Ukrayna’da barış ve çözüm çağrısında bulunurken muhtemelen Ukrayna ve Rus askerleri karşılıklı olarak otuzdan fazla kayıp vermiş, bu sayıdan daha fazlası da yaralanmış durumdaydı. Diğer çatışma alanları ve müdahale edilmezse potansiyel yeni çatışmalar bir kenarda tutulduğunda her iki savaş, (Gazze kesinlikle bir savaş değil soykırımdır) tam da Guterres’in konuşmasında ifade ettiği uluslararası meşruiyet krizini derinleştirmeye devam ediyor. İsrail tıpkı Nazi Almanya’sının 1939 yılında yaptığı gibi etrafındaki bütün ülkelere saldırıyor ve tüm insanlığı adeta esir almışçasına çocukları, kadınları ve ayrım gözetmeksizin bütün sivilleri katlediyor. Rusya da açık şekilde başka bir ülkenin topraklarını işgal ederek revizyonist bir imparatorluk hayali peşinde koşuyor.
Peki Guterres ve diğer liderlerin üzerinde sıklıkla durduğu meşruiyet krizi aşılmazsa nelerle karşılaşabiliriz? Cevabı yine Guterres veriyor; “Reform olmazsa parçalanma kaçınılmaz. Küresel kurumların meşruiyeti, itibarı ve etkisi azalır.” Birleşmiş Milletlerin mevcut meşruiyet krizine yönelik iyi haber geçmişe nazaran birçok liderin bu krizin farkında olmaları. Ancak kötü haber ise birkaç ülke hariç -Türkiye en önemlilerinden biri- kimsenin örgütün meşruiyet krizini aşmak için nasıl bir reforma tabi tutulacağını bilmiyor oluşu. O zaman hangi noktada olduğumuz sorusunu sormamız gerekiyor. Bence bulunduğumuz yer tam olarak şurası: Birleşmiş Milletler ölüyor ve elimizde yerine koyacağımız yeni bir örgüt yok. O halde hala en iyi çözüm Birleşmiş Milletleri en kısa zamanda reforme etmek. Peki bu nasıl mümkün olacak?
Birleşmiş Milletler'in krizini tek bir eksene indirgemek mümkün değil. Ancak belli başlı alanlarda bu krizi tarif etmek mümkün olabilir. Herkesin üzerinde mutabık kaldığı ancak sadece beş daimî ülkenin sessizliğini koruduğu temel sorun; İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan güç dağılımı ve jeopolitiği bağlamındaki resmin tam 79 yıldır dondurulmuş olması. 1945 yılında Birleşmiş Milletler kurulduğunda beş ülke kendi çıkarlarını koruyacak ve diğerlerinin buna müdahalede bulunamayacağı bir sistem inşa ettiler ve bu sistemi veto sitemiyle koruma altına aldılar.
Bugün ise çok farklı bir fotoğraf ile karşı karşıyayız. ABD artık hegemonik bir güç olmadığı gibi sistemi tek başına kontrol edebilecek esneklikten de oldukça uzak. Birleşmiş Milletlerin diğer daimî üyeleri de sisteme hükmedecek araçlardan yoksunlar. Rusya Ukrayna’da giriştiği revizyonist politikanın bumerang etkisiyle kendi topraklarında Ukrayna ile savaşmak zorunda kaldı. Çin, ABD’nin ablukası altında kendisine Batı’yı dengeleyecek yeni müttefikler ararken ekonomik araçlarının müttefik çekmek için yeterli olmadığının farkında. Fransa, Avrupa’nın stratejik otonomisini güçlendirmeye çalışırken Afrika’daki derinliğini iyice kaybetti ve NATO’nun Avrupa güvenliğinin temel sütunu olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. İngiltere ise Küresel Britanya gibi iddialı bir büyük strateji şiarıyla kendisini yeniden konumlandırma arayışında. Daha kritik olanı ise Birleşmiş Milletlerin beş daimî üyeleri arasında stratejik bir konsensüse ulaşmaktan oldukça uzak bir yerdeyiz. Rusya; ABD, İngiltere ve Fransa’nın ağır baskısı altında Çin’in stratejik küçük ortağına dönüşmek üzere. Çin de aynı durumdan mustarip. Buradan çıkan temel sonuç Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin herhangi bir uluslararası krizde ortak bir şekilde hareket etmesinin mümkün olmaması. Ukrayna’yı işgal eden Rusya’nın daimî üye olduğu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden bir barış planın çıması ne kadar zorsa, ABD ve İngiltere’nin parçası olduğu mutlak veto sistemi mekanizmasından da İsrail’in barbarlığını durduracak bir karar çıkması mümkün görünmüyor.
Yeni dünya ise 79 yıl öncesiyle karşılaştırıldığında oldukça farklı. Hiçbir ülke hiyerarşik bir uluslararası düzeni kabul etmiyor. Bununla birlikte, beş ülkenin tasallutunun yapısal kısıtlamaları karşısında diğer ülkeler tek düze bir dünyadan ziyade çok kutuplu ama daha gevşek kurallara bağlı bir dünya düzeni talebinde bulunuyorlar. Ne ABD ne diğer üyelerin askeri ve ekonomik güçleri, sistemi tek başlarına domine etmeye yeterli değil. O halde yeni dünya düzeninin çok kutuplu karakterini yansıtacak bir düzenlemeye ihtiyaç var. Bu ihtiyaç, mevcut sistemin yeni jeopolitik düzenin parametrelerini de yansıtacak biçimde reforme edilmesiyle ancak karşılanabilir.
Birleşmiş Milletler'in giderek derinleşen krizini yansıtan durum sadece yeni jeopolitik ortamla güvenlik konseyi yapısı arasındaki dengesizlik ile de sınırlı değil. Birleşmiş Milletler'in meşruiyet krizini derinleştiren diğer bir husus da kurallara dayalı sistemin giderek aşınması. Ukrayna ve Gazze’de devam eden iki savaş, ABD ve Avrupalı devletlerin Gazze’de devam eden İsrail’in soykırımına yaklaşımları ve destekleyici politikaları, kuralsız dünya düzenin daha fazla pekişmesine hizmet ediyor. Ukrayna’da gösterilen tavrın onda birinin Gazze’de İsrail’e gösterilmemesi ve soykırımı kolaylaştıran destekleri herkesin malumu olan kuralsızlığı bir istisna olmaktan çıkarmış durumda. Bununla birlikte örgüt hiçbir krizde liderlik gösteremiyor ve krizlerin derinleşmesini engelleyemiyor. Birleşmiş Milletler adeta bir tartışma kulübüne dönmüş durumda. Şeffaflık ve hesap verilebilirlik artık örgütle anılır özellikler olmaktan çıktı.
İşin özeti ise tam olarak şöyle: Saldırgana karşı kurbanı korumak için kurulan Birleşmiş Milletler, kurbanların kollarını bağlayarak saldırgana yumruklatan bir yapıya dönüşmüş durumda.
Birleşmiş Milletler'in reformu söz konusu olunca konuşanın çok, icraata geçenin ise çok az olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Brezilya Başbakanı Lula da Silva, “Birleşmiş Milletler Şartı’nın mevcut hali, insanlığın acil sorunlarından bazılarını ele almakta başarısız.” diyerek reformun, Genel Kurul’un yapısına, çalışma yöntemlerine ve veto yetkilerine odaklanması gerektiğini vurguluyor. İtalya Başbakanı Giorgia Meloni de reformun, sadece bazıları için değil, herkes için yapılması halinde anlamlı olacağının altını çiziyor. Aslında yeni hiyerarşiler oluşturmamak ve daha kapsayıcı bir örgüt yapısı oluşturmak için oldukça önemli bir çerçeve. Ancak nasıl bir reform yol haritası oluşturulacağından bahsetmiyor. Nüfusuyla Çin’i geride bırakan Hindistan ise reformun şart olduğunu söylüyor ve kolektif bir güç inşa etmekten bahsediyor. Asya’dan Endonezya “kapsamlı bir dünya düzeni” talebini dile getirirken “gerçek ve doğru reform” çağrısında bulunuyor. İlginç bir şekilde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da; “Şu ya da bu (ülkenin) diğerlerini bloke edemeyeceği, ülkelerin layıkıyla temsil edildiği ve bunu Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonunun çok daha adil olduğu kurumlarla yaptığı bir düzen”e ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Oldukça kapsamlı bir öneri. Ancak Fransa’nın reform konusunda nasıl bir yol haritası ve ajandası olduğu belirsizliğini koruyor.
Türkiye ise bütün reform tartışmalarında en net pozisyonu ortaya koyan ülkelerden biri. Hatta hepsinin başını çekiyor. Zira Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 14. kez Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na seslendi ve yeniden “Dünyanın Beşten Büyük” olduğunun altını çizerek “Daha adil bir dünya mümkündür” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan reform için adım atılmadığı takdirde dünyanın daha kapsamlı bir krizle karşı karşıya kalacağının vurguluyor ve beş ülkeye teslim edilmiş veto yetkisinin bir an önce değiştirilmesi çağrısında bulunuyor. Dünya beşten büyüktür ifadesi bu anlamda Türkiye’nin reform çağrısının çerçevesini oluşturuyor ve günümüz dünya siyasetinin gerçekliğini de tam olarak yansıtıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 79. Genel Kurul bağlamında yaptığı konuşmada da görüleceği üzere, ikiyüzlülükten uzak, dışlayıcı olmayan kapsayıcı ve çözüm üretici bir reform erdemli bir dünya siyaseti oluşturmanın tek çözümü olarak öne çıkıyor. Erdoğan’ın Gazze konusunda yaptığı çağrı ise bu noktada oldukça önemli. İsrail’in Gazze soykırımını ABD durdurmayacaksa atılması gereken adım yeni bir insanlık koalisyonu kurmaktır.
Türkiye’nin reform çağrısının temellerinden biri olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun fonksiyonunun değişmesi sayesinde söz konusu insanlık koalisyonu kurulabilir ve ABD’nin desteğine rağmen İsrail durdurulabilir. Bunun için Genel Kurul’da sandalyesi olan üye ülkelerin üçte ikisinin çoğunluğuyla İsrail’e karşı siyasi ve ekonomik araçları da içerecek bir yaptırım kararının çıkarılması yeterlidir. Bu karar aynı zamanda örgütün reformunun da fitilini ateşleyebilir. Zira bu kararın çoğunlukla alınması ve hatta uygulamaya konulması durumunda etkisi muazzam ölçüde büyük olacaktır. Önemli olan tek şey bu kararı alacak ülkelerin insanlık ittifakını kuracak cesareti göstermesidir.
Türkiye bu erdemli duruşun inşa edilmesi için başı çekebilir, hatta çekmelidir!