Eşyânın metafiziği

04:008/08/2025, Cuma
G: 8/08/2025, Cuma
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Dijitale angaje olmuş, metafizik meselelerden kopmuş, maddenin sadece fizikî yanıyla ilgilenen insana deseler ki ellerin, ayakların, dilin, gözlerin, burnun, kalbin ve bilcümle sahip olduğun her şey yarın senin hakkında söz sahibi olacak, senin adına konuşacak, senin hiçbir iraden kalmayacak, sahip olduğun her şey sana şahitlik edecek, o insan buna inanır mı?

Hatice Ebrar Akbulut / Yazar

Ekranların istila ettiği hayatlarda büyüyen çocuklar ve ekrana adapte olmuş zihinler, hayattan nasıl keyif alacağını, bu hayatı nasıl yürüyeceğini bilemez hâldedir. ‘Düşünüyorum öyleyse varım, acı çekiyorum öyleyse varım, hissediyorum öyleyse varım’ gibi tüm hissî ve fikrî kalıpların yerini ‘Ne kadar kendimi gösteriyorum o hâlde varım, görünüyorum öyleyse değerliyim, izleniyorum öyleyse kıymetliyim, takipçim artıyor demek ki seviliyorum, ne kadar alışveriş yaparsam o kadar yaşıyorum’ gibi tamamen hazza ve maddeye dönük kalıplar aldı. Sonuçta ekran oburluğu, yeni ve türedi bir insan tipi var etti. Bakıcısı, eğiticisi, teselli edicisi, haz ve mutluluk kaynağı ekran olan bir nesli hakiki ve öz olana döndürmek, onun bakışını değiştirmek, ilgisini çekmek, dikkatini anlamlı yerlere yoğunlaştırmak, suyu tersine akıtmaktan çok daha zor bir mesele hâline geldi.

HANGİ TEKNİK MUCİZEVİ VARLIĞIN YERİNE GEÇEBİLİR?

Ev, okul, iş yerleri ve tüm sosyalleşme alanlarına kadar ekranla iç içe olmak, her ânı paylaşma isteği duymak, her ânı fotoğraflamak insanı yaşamın kendisinden soyutlar. İzole olmuş, aşırı bireyselleşmiş insanlar bile yalnızlık seremonileri söylerken aslında bir ekranla baş başadır ve her şeyini kendisini izleyen elektronik cihazla paylaşır. Öğrencileri kitaplara, kütüphanelere ya da sahaya değil, dijitale yönlendirmek onları gerçek bir ödev bilincinden uzaklaştırır. Öğretmenden yapay zekâyı aşması ya da yapay zekâ tarzında kendini programlaması beklenir. Hangi insan bir cihaz ya da bir makine gibi hızlı olabilir? İnsanın fıtratı, yaradılışı, melekeleri hız yapmaya ne kadar uygundur? Bir insan tasarımı olan ve bütün insanların dijitale aktardığı bilgileri hızlıca toplayan, onları elektronik hafızasında depolayan yapay zekâ insanları neden bu kadar kendine hayran bıraktı? Teknik ne kadar ilerlerse ilerlesin, herhangi bir teknik, insan gibi mucizevi bir varlığın yerine geçebilir mi? Hırsları, düşkünlükleri, yükseklikleri, arzuları, aşkları, hastalıkları, hataları, iyilikleri, gönlü, aklı ve kalbiyle bir insanın taşıdığı herhangi bir şeyi taşımayan makineler, hayata hükmettiğinden ve değer sıralamasında insanın önüne geçtiğinden beri dünyada silah teknolojisi gelişmeye başladı. İnsanlığa kasteden her şey, rahatlıkla planlanır ve uygulanır oldu. Sayıların konuştuğu ekranda insanın dili de zihni de kalbi de her şeyi sayısal düşünmeye başladı. İnsanlık, güç kimdeyse izzet ve şerefin, haysiyet ve hayatın onda olduğu zehabına kapıldı.

KENDİ HAYATININ BAŞKİŞİSİ MİSİN?

Programlanmış, sürekli düğme arayan, her şeyin kaydını tutan, galerisinde aynı ânın onlarca karesini saklayan, kitaba ve yazıya düşünsel bir yürüyüş olarak değil, kopyalanan bir metâ olarak bakan insan, kendi kendini de panoptize eder, daraltır. Ekseninden çıkacağı, kendini aşacağı, sonra ben bunu nasıl aştım diye kendine şaşıracağı kadar geniş bir alanı varken ekranla dar bir alana hapsolur. Kendi hayatına başkasının gözünden bakamaz. Kendinden çıkıp yine kendine dönemez. Kendi yaşantısına kuş bakışı olsun bakamaz. Genel hâlinin panoramasını göremez. Hayatının her ânını karelemesine, galeride depolamasına rağmen kendi hayatının başkişisi olamaz.

Kendi hayatının başkişisi olmanın mânâsı şudur: Duygu hâllerime egemen değilim. Hiçbir şeye mâlik değilim. Sorumluluklarım da var acziyetlerim de. Kendi iradem dışında beni yaratan bir varlığa muhtacım. Yalnızlığa ihtiyacım olsa da başkalarına da muhtacım. Mutluluk kadar hüzünlere de uğramalıyım. Her şey ben odaklı değil, benim dışımda akan bir nehir var. Dahil olacağım ve olmayacağım işler, yollar, hâller, olaylar var. Daima cesur ve özgüvenli olamam. Tökezleyebilirim. Ağlayabilirim. Yenik düşebilirim. Hırs yapabilirim. Başaramayabilirim. Sevilebilirim, sevebilirim ama düşmanca tavırlara maruz da kalabilirim. Düşmanın da akıllısını görmeli, hastalıklı sevgilerden uzak durabilmeliyim. Hayatı acısıyla, tatlısıyla kavrayabilmem için güven kırıklıklarını da yaşamalıyım. Hep ileriye, hep zirveye koşamam. Yükseklerin tadını ve değerini anlamak için bazen düşmeli, gerilemeli, düş kırıklıkları yaşamalıyım. Ben aynada gördüğüm yüzümden ibaret değilim.

KENDİ HAYATININ ŞİİRİNİ YAZMAK

Zamanın en küçük parçasında dahi bir yerim yok. Bu hayattan akıp gideceğim. Ne şimdiki yüzüm bana ait, ne sahip olduğum güzellikler. Dışımı süslediğimden daha çok içimi süslemeli, içimi geliştirmeliyim. Bedenime özendiğim kadar ruhuma da bakım yapmalı, en nazik gülleri ruhum için dermeliyim. Çünkü yaşlanınca kırışıksız bir yüzden daha çok ihtiyacım olacak ruhumdaki güzelliklere. Kitaplar, dostlar, sözler, hatıralar biriktirmeli, bir derdin kovuğunda pişmeli, mutlu bir ânı çok uzun bir yolmuş gibi bellemeliyim. Hayatın mutlu anlardan daha çok zorlu yollar getireceğini anlamalıyım. Hayır, böyle düşünmek hayatını olumsuzluklara endekslemek değil, bilakis yaşanabilecek iyi hâllerin kıymetini bilmeye odaklanmaktır. Çünkü mutluluk bir ândır, hayatsa boşluk kaldırmayan uzun bir süreç. Öyleyse mutlu anlar için telaş etmemeliyim. Endişeye, tedirginliğe, şüpheye de hayatımda yer açmalıyım. Ötekinin, bir yabancının varlığını kendime tehdit olarak görmekten vazgeçmeli, onu kendilik yolculuğumda kendime bakabileceğim bir pencere olarak görmeliyim. Aynalar camlardan ibaret değil, ekranlar birer ayna değil, başkasının gözleri en iyi aynadır kişiliğimi olgunlaştırmak için. Risklere, mucizelere, hayretlere, sürprizlere kapılarımı açabilmeliyim. Eşyâya bakabilmeli, hareket hâlindeyken temaşa edebilmeliyim. Kendi hayatını yazan, okuyan, inşa edenlerden olmak anlatılamaz ama tarif edilebilir. Kendinle kalmayı sevmek, kendini onarmayı öğrenmek, yaşamakla barışık olmak, ruhunu anlamlı his ve düşüncelerle örmek, geçinme sanatında ustalaşmak… Bir insanın varacağı en yüksek, en huzurlu ve en zor mevki bunlardır. Tam olarak Stefan Zweig’ın “Kendi hayatının şiirini yazanlar” dediği. Orası kendi hayatının öznesi olunan yerdir.

EŞYÂNIN ŞAHSİYETE KAVUŞMASI İNSAN ELİNDENDİR

Felsefi ve teolojik tartışmalarda insanı hayvandan ayıran yegâne şeyin akıl olduğu ve insanın düşünen bir hayvan olduğu söylenir. İbn Haldun’a göre Allah her hayvana bir organ vermiştir. Bu organ o hayvanın tabiatına içkindir. İnsana ise tüm hayvanata verdiğine bedel olarak el ve fikir vermiştir. İnsan, elleri sayesinde fikir üretir, eller düşüncenin hizmetine matuftur. Oswald Spengler ise insanın hikâyesine, insanlaşma serüvenine eller üzerinden bir yorum getirir. “İnsanın insana dönüşmesiyle elin ortaya çıkışı zamandaştır” der. İnsan kendi elleriyle üretmeye başladığından itibaren kendi varlığıyla ve anlam dünyasıyla tanışır. İnsanın elleriyle yaptığı her şey eylemdir ve her eylem, insan ruhunun derinliği nispetinde kendini gösterir. İçtenliği, niyeti, iç derinliği ve ruhu eylemlerine yansır.

İnsan, elleriyle eşyâ üretirken eşyânın ruhunu yani tekniğin metafiziğini kavrar. Bir şey nasıl vücuda getirilir, nasıl oluşur, hangi süreçlerden geçer, geçerken insan sabrın merhaleleriyle nasıl sınanır ve nihai olarak ürettiği eşyâ karşısında nasıl bir tavır takınır? Şüphesiz zorluk süreçlerine tanıklık ettiği için ortaya konan emeğin hakkını verir ve eşyânın kıymetini bilir. Ellerle üretmenin anlamı, insanın kendi emeğini müşahhaslaştırması ve eşyâya şahsiyet kazandıran bir emek anlayışını benimsemesidir. Eşyânın şahsiyet kazanmasıysa insanın kendiliğini, ruhunu, kimlik ve karakterini eşyâya yansıtması demektir.

Byung Chul Han, dijital cihazların elleri körelttiğini, gelecekteki insanın artık ellere ihtiyacı olmayacağını söylerken ellerin kavrama yeteneğini yitirmesine dikkat çeker. İnsan, elleriyle ürettiği andan itibaren varlığını nasıl kavramışsa dijital âletler sebebiyle ellerinin mahiyetini yitirmiştir. Ellerin başına gelen gözlerin de başına gelmiştir. Tabaka tabaka yaratılan yedi gök, insanın gözlerine sunulur ve insana denir ki “Gözlerini çevir de bir bak, herhangi bir düzensizlik ya da çatlak görecek misin?” Gözlerin bir kere bakmakla ikna olmadı ve hâlâ kusur aradıysa sonra tekrar tekrar dönüp yine bak. Fakat beyhude. Bakışların o aradığı kusuru, çatlağı, düzensizliği bulamayıp âciz, yorgun ve bitkin bir şekilde sana dönecektir. Kainata ısrarla bakılmasının salık verilmesi, gözlerin temaşa ve tefekkürü en iyi şekilde icra edebilmesindendir.

HÜKMETTİĞİMİZİN TAHAKKÜMÜ ALTINDAYIZ

Eşyâ/âlet üretimi, daima insanın gündelik yaşantısının bir parçası olmuştur. Ancak kapitalist sistemde insan, eşyânın karşısında edilgen ve tüketici konumdadır. İnsan nesneyi değil, nesne insanı kullanır. Dijitalize olmuş insanlar, görüntüye o kadar önem verir ki kullandıkları herhangi bir nesneden heveslerini aldıklarında o nesne büyüsünü çoktan yitirir. Göklerde ve yerde ne varsa insan için musahhar kılınmış, insanın hizmetine verilmiştir. Gökyüzü ve yeraltı istasyonları kurarak tüm insanlığı güdümüne alan küresel siyaset, insanı musahhar kılınan makamdan alıp eşyâya tapınan, onun boyunduruğu altına giren bir yere indirgemiştir.

Kapitalizmde ruhsallığa yer olmaz. Kapitalist işleyiş tamamen maddeye odaklıdır. İnsana musahhar kılınan eşyâdan insana tahakküm eden eşyâya geçilen dünya düzeninde eşyâ insanın ruhuna hitap eden bir aracı değil, insanın ruhunu, heyecanlarını, ev ve aidiyet duygusunu sömüren bir metâdır. İnsanın arzuları, hisleri, düşünceleri yerine yalnız haz ve tatmin duyguları kamçılanır. Kullanılan yeni bir elektronik cihazın yeni bir sürümü çok geçmeden çıkar. Henüz eskimeyen, iş gören cihazlar da çoktan işlevini yitirir. Yenisi bir anda ‘gereksinim’ hâline gelir. İnsanın yeni tanrısı eşyâdan eşyâya koşmaktır. Bu koşuşun anlamıysa şudur: Bir türlü gerçek huzuru, özgürlüğü, mutluluğu yakalayamamak, bir türlü mutmain olamamaktır.

Eşyâ bahsini kavramak, insanın niçin yaratıldığını da kavramasıdır, kendisi üzerine düşünme cesaretidir. Dijitale angaje olmuş, metafizik meselelerden kopmuş, maddenin sadece fizikî yanıyla ilgilenen insana deseler ki ellerin, ayakların, dilin, gözlerin, nefes almak ve koku maksadıyla kullandığın burnun, kalbin ve bilcümle sahip olduğun her şey yarın senin hakkında söz sahibi olacak, senin adına konuşacak, senin hiçbir iraden kalmayacak, sahip olduğun her şey sana şahitlik edecek, o insan buna inanır mı? Şüphesiz inanmaz, inanamaz.

BİR EŞYADAN DİĞERİNE KOŞUP DURMA!

Dijital dünyanın insana yaptığı en büyük kötülük, kişinin her şeyin bir çırpıda olabileceğine inanması, her şeyin emeksizce kazanıldığını sanması, bugün yaşıyor ve hareket edebiliyorsa geri planda deveran eden mükemmel bir işleyişin olduğunu unutmasıdır. Eşyâyı unutan, onun tabiatına yabancılaşan, eşyâya hoyrat davranan fıtratını yitirir. Bir nevi yaradılış gayesinden sürgün olur, niçin yaratıldığını unutur. Ataullah İskenderî “Bir eşyâdan diğer bir eşyâya seyahat edip durma! Aksi hâlde daha önce dönüp geldiği yere tekrar tekrar gelen değirmen eşeği gibi olursun” derken maddeden çık, mânâya ulaş, aslını ve esasını unutma, yoksa maddeye saplanır, özgürlüğüne kavuşamazsın demek ister. İskenderî’ye göre eşyâ, kainatı var edeni kavramak için bir aracıdır. Yalnız insan eliyle üretilenler değil, yaratılan her şey birer eşyâdır. İnsanın vücudu da bir eşyâdır ve insan, vücudunun kölesi olmasın diye ona vârid ve ilham verilmiştir. Vârid, insanın iradesi, dahli ve kastı olmaksızın kalbe dolan mânâlar, kalbe gelen feyizlerdir. İnsan sürekli uyarıldığı, tüketime sevk edildiği, sürekli olarak ekrandan akan kim ve ne olduklarını bilmediği yüzlere, bedenlere, metâlara maruz kaldığından aklının ve kalbinin ziyasını yitirir. Kendisine emanet olarak verilen bedenine dahi her şeyi yapabilme cehaletine düşer.

Dijital köleler, yaratılan düzene tâbi değildir. Onlar, üretilen sanal bir düzene göre hareket eder. Ekran karşısında yalnız ötekinden değil, kendi bedenlerinden de kopar. Beden algısı, tektipleşen kullanıcı görselleri üzerinden bozulduğu kadar teknik araçların kullanımıyla da bozulur. Uzun süre koltuğa gömülmek, sadece parmakları hareket ettirmek, gözü ekrana hapsetmek motor becerilerin gerilemesine, birçok ruhsal sorunun ortaya çıkmasına sebep olur. Dijital köleler bedenlerine tapınır, yaşlanmayı doğal bir süreç ve hayatın bir parçası olarak kabul edemez. Ruhen güzel yaşlanmak yerine bedenen güzel ve dinç kalmayı önceler.

Eşyânın ruhundan kopmak, bedenin tahakkümünü ve esaretini kabul etmektir.

Eşyânın metafiziğini kavrayamamak düşünceden, histen, anlayıştan sürgün olmak, kuru ve yapay bir akılla kalakalmaktır.



#Toplum
#Teknoloji
#Hayat