Öyle görünüyor ki son gelişmeler güvenlik anlayışının kökten değişmesine neden olacak. İsrail’in devam eden işgal altındaki Filistin topraklarına doğrudan askeri operasyonlarına ek olarak komşusu Lübnan’da uzaktan müdahale ile düzenlediği siber saldırılarında çok sayıda sivilin zarar görmesi güvenliğin yeni bir aşamaya taşındığını gösteriyor. Uzaktan müdahil olma konusu birçok soruyu da beraberinde getirmekte.
Üretim aşamasından tedarik zincirleri ve kullanım alanına kadar tehlikenin her yerde bizi beklediği paranoik bir ortam oluştu. Tıpkı Kovid-19 döneminde virüs kaynaklı salgının bazı ülkeler eliyle bilinçli olarak yayıldığı bioterörizm senaryolarının konuşulduğu o günlerde olduğu gibi hakim olan panik ve güvensizlik ortamında dünya İsrail’in bu saldırısıyla birlikte başka bir boyutu daha konuşur hale geldi. Her iki olay da aslında savunma sanayisinde ve küresel güç mücadelesinde gayri nizami harp yöntemlerinin çok rahatlıkla kullanılabileceği düşüncesinin de yanlış olmadığını ortaya koydu. Kimsenin kendini güvende hissetmediği bir ortam yeniden hakim.
Bu bağlamda özellikle savunma, istihbarat gibi kritik alanlarındaki dost devletler arasında karşılıklı güvenin arttırılması ile birçok alanda olduğu gibi çeşitlendirme/bağımlılığın azaltılması da hayati önem kazandı.
ABD’nin, yurt dışına satttığı uçakları ve diğer yüksek teknolojik ürünleri kontrol edebildiği hep konuşuluyordu. Yakında yaşanan benzer bir diğer gelişme de Rusya’da oldu; araçların sadece teoride değil, uygulamada da devre dışı kalınabileceği görüldü.
Çeçen lideri Ramzan Kadırov, Tesla Cybertruck marka aracının, üreticisi Elon Musk tarafından uzaktan devre dışı bırakıldığını açıkladı. Kadırov, bu aracı kendisinin makineli tüfekle donatarak cepheye gönderdiğini ve aracın manevra kabiliyeti ve iyi koruma açısından savaş görevleriyle iyi baş ettiğini belirtmişti. Tesla’nın aracı devre dışı bırakma sebebi/bahanesi bu olabilir.
Özellikle son yıllarda otomobil teknolojilerinin elektrikli araçlara geçişinden dolayı, tıpkı cep telefonlarındaki gibi uygulamaların kullanılması, tamamen elektronik olması ve en önemlisi çok büyük, güçlü bir bataryaya sahip olması ile bunların uzaktan kontrol edilebilir/müdahale edilebilir olması, savunma sanayiinin yanı sıra sivil bireylerin de bu konularda ciddi bir güvenlik endişesiyle karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Batılı ülkelerin savaş durumunda bir savaş hukukuna uymadığı, asker veya sivil ayrımı yapmadığını artık hepimiz biliyoruz.
Uzaktan müdahale konusunun, hem bireyler, hem de ülkeler açısından çok yönlü araştırılması/ sorgulanması gerekiyor. Örnekler çoğaltılarak sorgulanabilir. Son bir örnek daha; yıllardır aracı kurumlar ve aracı ülkeler tarafından uzaya fırlattığımız uydularımız da bu tehlike kapsamında değerlendirilebilir mi? Sonuçta bu uydular da ABD gibi küresel büyük güçler ve onlara ait bazı özel firmalar aracılığıyla yapılan işler. Yani sürecin bir aşamasında olmadığımız, kontrolümüzün olmadığı her türlü uydu projemiz vurulma, yok edilme gibi olasılıklar bakımından bizim için bir güvenlik endişesi oluşturabilir.
Peki kime güvenebiliriz? Hiç kimseye. Ancak bu soruyu Türk devletleri açısından sorduğumuzda farklı bir cevabı istisnai olarak verebiliriz. Türk cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki savunma iş birliklerinde bu sorunun sorulması gerekmiyor, çünkü kardeşlere güvenilir. Türk cumhuriyetleri bu konuda Türkiye’ye tam bir güven duyabilirler. ABD Avrupalı müttefikleriyle F-35’i yaptı; Almanya, İtalya ve İngiltere ile Eurofighter yaptı. Neden benzer projeleri Türk Devletleri de yapmasın?
Günümüzde birçok ülkede olduğu gibi Türk devletlerinde de “Kendimizi ne kadar güvende hissediyoruz?” sorusu gündemde. Devletler savunma bütçelerini artırıyor, kendi aralarında ortak tatbikatlar düzenleniyor. Dünyadaki askeri güç sıralaması Global Firepower listesinde Türkiye ön sıralarda (sekizinci) yer alıyor ve tecrübesini dost ve kardeş ülkeleriyle askeri eğitim ve ortak üretim alanında paylaşıyor. Aynı güç sıralamasında diğer Türk devletleri askeri güç bakımdan Kazakistan 58’inci, Azerbaycan 59’uncu, Özbekistan 65’inci, Türkmenistan 83’üncü, Kırgızistan ise 100’üncüdür. Bununla birlikte Rusya’ya büyük ölçüde bağlı olan devletler bu bağlımlılığı azaltma ve askeri ortaklıkları çeşitlendirme peşindeler.
Bu durum Rusya’dan gelebilecek olası bir askeri tehdit kaygısından ziyade, tıpkı ekonomi ve ticaret alanında olduğu gibi ikincil yaptırım tehdidine karşı geliştirilen bir yaklaşım olarak okunabilir. Bölgedeki Türk devletleri yaptırımlara maruz kalan Belarus durumuna düşmek istemiyorlar dolayısıyla Türkiye ile hem ikili, hem Türk Devletleri Teşkilatı çerçevesinde ilişkilerini geliştiriyorlar.
Sonuç olarak, güvensizliğin bu derece arttığı, uluslararası hukukun bir kenara itildiği ve güçlünün haklı olduğu bir ortamda devletler gücünü artırmak zorundalar. Türk cumhuriyetleri de bu konuda Türkiye ile alışveriş yapıp, savunma sanayisinde ortak projeler üzerinde çalışıp, ortak şirketler kurup, üretim imkanlarını araştırıp birçok projeye dahil olabilirler, birlikte yapabilir, birlikte başarabilirler. Hala çok geç kalınmış değil. Türk devletleri, yeni başlanacak projeler için değil de mevcut, şu anda Türkiye’nin sahip olduğu, ortaya çıkardığı, kullanıma başladığı, birçok projeye de finansal ve teknolojik olarak ortak olabilirler. Böylece mevcut projeler finansal açıdan çok daha güçlü, hızlı ve güvenilir bir şekilde ilerler. Türk cumhuriyetleri için de Türkiye’nin birikimlerine ve tercübelerine sahip olma bakımından önemli bir fırsat olabilir. Böylece Türk dünyası kendini daha güvende hissedebilir…