Bir süre önce İran ve İsrail arasında süre gelen gerginlik birkaç gece önce yaşanan saldırının ardından yeni bir aşamaya taşındı. İran İslam Cumhuriyeti tarihinde ilk kez İsrail’e açıktan ve doğrudan bir saldırı düzenlendi. Saldırı öncesi İran beklentileri oldukça yukarıya taşıdığı için saldırının vaat edilenden daha sönük kalması ve söylediği gibi sert olmaması İran’ın kapasitesinin sorgulanmasına sebep oldu. Ancak bu, meselenin özünü anlamak adına çok da doğru bir yaklaşım değil. Şöyle ki konuyu askeri bir harekat olarak görmek yerine siyasi bir manevra olarak okumak gerekiyor ve bütün askeri hamlelerin siyasi bir hedef gözettiği de unutulmamalıdır. İran, askeri olarak “vuramadı” değil, “vurmadı”. Ancak siyasi ve aşağıda detaylarına gireceğim diğer sebeplerden dolayı “vuramadı”. Askeri anlamda tam kapasite bir aksiyona girmedi. Nitekim İran’ın kurduğu vekil güçler dahi ellerindeki görece daha zayıf teknolojilerle yapılmış füzelerle İsrail hava savunma sistemlerini aşabiliyor ve İsrail’in şehirlerini vurabiliyorken bu teknolojiyi onlara veren ve elinde çok daha gelişmiş sistemler olan İran’ın İsrail’i “vuramadığını” söylemek sahada yaşanan gerçekliğin gözden kaçmasına sebep olur. Ancak siyaseten İran elindeki bu teknolojiyi kullanamadı. Zira elde bir silah olması o silahın her şartta kullanılabileceği anlamına gelmiyor.
Peki İran neden tam kapasite saldırmadı? Çünkü İran halkı ve İran’ı yönetenler, sekiz yıllık Irak savaşı günlerinden savaşın ne olduğunu çok iyi biliyor. Savaşı siz başlatabilirsiniz ancak ne zaman biteceğini savaşın dinamikleri karar verir. Irak savaşını dahi taraflar güç bela sona erdirdiler. Özetle İranlılar insan kaybetmenin ve kritik altyapıların yok edilmesinin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. 1990’lardan beri İran’ın kritik altyapılarını Rafsancani, Hatemi, Ruhani gibi isimler birçok zorlukla, onlarca ambargo ve yaptırımla mücadele ederek inşa ettiler. Öyle ki ülkenin inşasını bir “cihada” benzettikleri için, Cihad-ı Sazendegi yani “inşaa cihadı” diyerek giriştiler inşaya. Başka bir deyişle İranlılar, 30 yılda bin bir zahmetle inşa edilen şeylerin İsrail’in ve Batı’nın bir haftalık saldırısıyla yerle yeksan olması riskini göze alamazlar. Son birkaç yıldır İran’da özellikle yaz aylarında bazı şehirlere elektrik ve su sağlanamıyor. Uzun kesintiler yaşanıyor. Bu da 2021’de Huzistan’da yaşandığı üzere protestolara sebep oluyor. Barış zamanında bile bunlar yaşanırken savaş, İran’ın kesinlikle göze alabileceği bir konu değil. Bu yüzden İran, İsrail’i askeri olarak vurabilirdi ancak siyasi olarak bu mümkün değildi.
İran’ın bu kırılgan yapısını İsrail tarafı iyi tahlil ettiğinden İran, meseleye İsrail tarafından bilinçli olarak ve zorla çekildi. İran tarafı kendisini bir oldubittinin içinde buldu. Şöyle ki İsrail istihbaratı, Muhammed Rıza Zahidi gibi önemli bir ismin attığı her adımı elbette bilmiyor değildi. Keza yine İsrail, Suriye’deki İran elçiliğine kim giriyor çıkıyor hiç bilmiyor değildi. Dolasıyla İsrail’in bütün bu bilgilere en ince detayına kadar sahip olduğunu düşünmek zor değil. İsrail’in böylesine önemli bir ismi, elçiliğin hemen yanındaki bir binada öldürmesinin taşıdığı ayrı bir hedef söz konusu. İsrail hem kendisiyle mücadele eden vekil güçlerin sevk ve idaresini yapan bir ismi öldürmüş oldu hem de İran’a hiçbir çıkış şansı bırakmayacak şekilde kendi üzerine çekti.
Bu aşamadan sonra İran’a hiçbir şans bırakılmadı. İran, İsrail tarafının ne yapmaya çalıştığını görse de kapasitesi dahilinde nasıl bir cevap verebileceği üzerine çalıştı. Bu süreçte insanlar bolca animasyon ve grafik tasarım işleri izlediler. Ancak diğer yandan basın başta olmak üzere İranlılar kendi iç kamuoylarına yoğun bir şekilde “İsrail konuyu Gazze’den saptırmak, ABD-İran denklemi yaratarak olayın hacmini genişletmek suretiyle soykırım suçundan kaçınmaya çalışıyor” dediler. İranlılar ile bölgedeki aktör ülkeler arasında bu süreç içerisinde yoğun bir diplomatik trafik yaşandı. İran Dışişleri Bakanı saldırı öncesi birçok ülkeyle telefonda görüşme gerçekleştirdi. İran Basını bunu “Dünya İsrail’i İran’ın gazabından korumaya çalışıyor” diye lanse etse de esasında burada taraflara gerekli bilgilendirmelerin yapıldığını, topyekun savaş istemediğini ancak bir cevap vermek zorunda olduklarından dolayı bu cevabın verileceğini anlattıkları söylenebilir. Nitekim çeşitli açık kaynaklara yansıyan bilgiler de bu yönde. Yani İran kendisi için “onurlu bir çıkış” arayışındaydı ve bunu da yapacağını ama savaş başlatmayı kesinlikle istemediğini belirterek gerçekleştirdi. İsrail’in de arzusu zaten buydu.
Bu iddiayı pekiştiren bir diğer konu da saldırı gecesi yaşananlar. Örneğin Ürdün sadece birkaç saatlik NOTAM ilan etti ve hava sahasını ikinci bir duyuruya kadar değil, birkaç saat için kapattı. İsrailli makamlar da kontrollü bir yaklaşım sergilediler. İsrail tarafında sert bir saldırı beklenseydi İsrail’in dili çok başka olurdu. Okulları kısa bir süre için kapattılar ve IDF tarafından hemen ertesi gece de kısıtlamaların kaldırıldığı açıklandı. Bu da İsrail’in askeri manada, doğrudan bir saldırıyla bir misilleme gerçekleştirmeyeceğini gösteren işaretlerden. Böylece İran, İsrail eliyle önce zora sokuldu ardından bir şekilde “onurlu çıkışı”nı bulmuş oldu. Şimdi İran’da sokaklarda kutlamalar yapılıyor ve her mecrada zafer havası işleniyor.
Bir diğer konu ise bu saldırının taraflara birçok veri sağladığıdır. Saldırılarla beraber adeta bir savaş oyunu gerçekleşti. Gönderilen droneları ve füzeleri hangi radarlar yakaladı, nerede vuruldu, hangi ülkeler vurdu gibi konuların hepsi özellikle İran tarafından tek tek not alındı. Sonuçta İran tarafı da her gün İsrail’e doğrudan saldırı gerçekleştirip silah sistemini test etme şansı bulamıyor.
Yukarıda da belirtildiği üzere Suriye’deki elçilik saldırısının hedefi, yeri, zamanı tesadüfen seçilmiş değildi. Bu saldırı İsrail’i İran’ın vekilleriyle değil de doğrudan İran’la karşı karşıya getirecek bir saldırıydı. İsrail, İran’ın vekilleriyle zaten yıllardır savaşıyor. 7 Ekim saldırısından bu yana da Husiler başta olmak üzere İran’ın vekilleri tarafından da saldırı almaya devam ediyor. Ancak bunların hiçbiri dünya kamuoyu için tam manasıyla bir İsrail-İran denklemi yaratmıyordu ve dikkatleri Gazze üzerinde tutmaya devam ediyordu. Suriye’deki saldırıyla birlikte İsrail doğrudan İran İslam Cumhuriyeti Devleti’ni vurmuş oldu. Hem bu vekil güçlerin İsrail’e saldırısını organize eden (ki böyle de mesaj vermiş oldu İran’a) bir üst düzey, tecrübeli bir ismi öldürmüş oldu hem İran’a saldırmaktan başka bir yol bırakmadı hem de dikkatleri Gazze’de yaşananlardan çekerek “İran tehdidi” üzerinden yeni bir algı yaratmaya girişildi.
Gazze’de yaşananlar yüzünden İsrail’in Batı’da ciddi bir itibar kaybı yaşamaya başladığı ve “soykırımcı” imajının pekişmeye başladığı biliniyor. Bu sebepledir ki droneların havaya kalktığı bilgisi düştüğü an “İsrail saldırı altında” başlığıyla bir sosyal medya kampanyası başlatıldı ve İsrail’in mağduriyeti yeniden gündeme getirildi. Siyasal hedeflerden birine böylece ulaşılmış oldu. Fakat bu kampanyaların etkili olup olmayacağını zaman gösterecek. Dikkatler Gazze üzerinde tutulmaya devam ederse bütün bu çaba boşa çıkacaktır.
Öte yandan İsrail iç politikasında Netanyahu’nun sıkışmışlığı bilinen bir konu. Bu olan biten İsrail’deki muhalifleri de baskılıyor ve susturuyor. Ancak sırf Netanyahu sıkıştı diye koca bir ulusun tehlikeye atıldığını iddia etmek de gerçekçi değil. Zira bütün bu olanlar ateşle oynamakla eş değer. Konunun birçok katmanı olduğu gibi ABD iç politikasıyla alakalı bir yanı da var. Şöyle ki Trump’ın yeniden iktidara geleceğinin konuşulduğu bir dönemde Biden yönetimi en az Trump kadar İsrail’in yanında olduğunu seçimlerden önce göstermiş oldu. Ancak İran’a yapılacak bir saldırıda yer almayacaklarını söyleyerek ABD hem İran tarafına hem de İsrail’e sınırı çekmeyi ihmal etmedi.
Saldırıdan hemen önce İsrail içinde görüşülen bazı kaynaklar açıkça “İran ne yapacak, Hamas’tan daha mı çok füze atacak” diyerek İran’ın tehditlerinin ciddiye alınmadığını belirttiler. Başka bir deyişle İran’ın saldırı düzenleyeceğini açıkladığı andan itibaren İsrail içinde pek bir dalgalanma yaşanmadı. Keza 7 Ekim saldırıları sonrası Lübnan sınırındaki köyler olası bir Hizbullah saldırısı çekincesiyle boşalmıştı. Bugün bu köylerin sakinleri geri dönüş gerçekleştirmiş durumdalar. Yani 7 Ekim’de “Hizbullah da saldırır mı” diye boşalan köyler bugün İran’ın tehditlerinden etkilenmemiş ve buradaki insanlarda Hizbullah’ın harekete geçeceği fikri yaratmamış durumda. Bu da İran’ın tehditlerinin İsrail halkı nezdinde pek ciddiye alınmadığını gösteren bir başka işaret.
Ancak madalyonun bir diğer yüzü var. İran, İsrail’in yaptığına mukabil bir diplomatik temsilcilik vurmak yerine İsrail’in doğrudan içine saldırarak el yükseltmiş oldu. Bu durum İsrail’in caydırıcılığı noktasında İsrail’deki bazı çevrelerde rahatsızlık yarattı. Bu yüzden İsrail’in doğrudan İran’a saldırması hiç ihtimali olmayan bir konu değil. Kesin bir yargıya varmak için henüz çok erken.
Sonuç olarak İsrail siyaseten istediğini aldı. İran saldırdı. Etkili oldu, olmadı bambaşka bir mesele. Ancak bugün İsrail’deki hükümet, “İran diye bir tehdit var bakın bana saldırdı, İsrail’in güvenliği önemli. İsrail’i korumak zorundayız” diyerek elindeki kanı temizlemeye girişecektir. Keza Netanyahu 30 yıla yakındır İsrail siyasetinde aktif bir isim olmasının yanı sıra abisi de İsrail’in milli kahramanı. Yani İsrail içinde oldukça güçlü bir isim. Bu olaylar sayesinde mahkemeden ve ceza almaktan döndü. 7 Ekim’den önce İsrail sokaklarında on binlerce kişi istifasını haykırırken bugün İsraillilerin gündemi çok başka. Özetle bütün bu olanlar İsrail’deki mevcut hükümete inanılmaz derecede yaradı. ABD açısından da yaklaşan seçim öncesi İsrail’e gösterilmesi gereken destekler gösterildi ve İsrail’in savunulmasının önemine olan vurgu yapıldı.
İran ise muhtemelen sürecin içine zorla çekildi ve en hasarsız ama devlet onurundan taviz vermeden ne yapabileceğini -belki de çeşitli ülkelerle istişarelerle- hesapladı. Akabinde geçen geceki saldırı gerçekleşti. İsrail tarafı cevap vereceğiz dese de hem İran’ın hem de İsrail’in askeri doktrinleri açıktan bir savaştan kaçınmayı öncelediğinden bu çatışma sönümlenerek tekrar Suriye sahası gibi alanlarda devam edecektir.
Gazze’de yaşananlardan sonra İsrail için de saplandığı yerden bir çıkış yolu gerekiyor. Bu noktada kendi iç kamuoyuna İran tehdidini bahane ederek bir ateşkese yönelmesi olası. Ancak eğer tüm bu gürültü içerisinde Gazze halkı ve yaşadıkları unutulursa veya yaşananlar normalleştirilirse işte o zaman İsrail, en temel stratejik hedefine ulaşmış olacak. Bu noktaya ayrıca dikkat edilmesi ve hassasiyet gösterilmesi gerekiyor. Gazze konusunda samimi olan her devletin, yapılan bu saldırıyı hızlıca gündemden düşürüp gerçek gündem olan Filistin meselesine odaklanması gerekiyor. Aksi halde İsrail içindeki “şahin kanat” istediğini almış olacak ve Gazze’de olanlar bu meseleler arasında sönümlenecektir.