Siyasal tarihin savaş merkezli inceleme alanından bakıldığında meydana gelen harplerin neticelerinde veya çıkış sebeplerinde jeopolitiğin büyük bir etkiye sahip olduğu görülür. Jeopolitik disiplini; devletlerin coğrafi konumlarını, doğal kaynaklarını, demografik yapılarını, fiziki özellikleri ile insan kaynaklarını merkeze alarak bu etkenlerin uluslararası politikaları nasıl etkilediğini inceler.
Modern jeopolitiğin kurucularından kabul edilen F. Ratzel devletleri yaşayan organizmalar/canlılar olarak tanımlarken, coğrafi faktörlerin ülkelerin gelişimi açısından büyük bir öneme sahip olduğunu belirmiştir. Amerikan deniz subayı ve stratejist A. T. Mahan da meseleye deniz yollarının kontrolünden yaklaşarak güçlü bir donanmanın jeopolitikte belirleyici olacağını ifade eder. Alman general K. Hausfoher sıkı bir Nazi’dir ve “Lebensraum” kavramını geliştirerek Nazilere ilham olur. Ona göre “yaşam alanı” Almanya’nın hayatta kalabilmesi ve güçlü olabilmesi için ulaşması gereken sınırları ve güç seviyesini teşkil eder. Mezkur kavrama dair pek çok atfa yer verebiliriz. Ama bizim anlatmak istediğimiz nokta; jeopolitiğin önemiyle birlikte Türkiye’nin istikbali için jeopolitik konumu büyük bir önem arz eden Kıbrıs meselesidir. Bugün adada iki farklı siyasi teşekkül vardır. Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra gerçekleşen bu statüko önceden Lozan ile belirlenmiş İngiliz tahakkümünden sonra vuku bulur. Biz bu yazımızda İngiltere’nin sömürgelerinden çıkış kararıyla birlikte Kıbrıs’a dair Türkiye-İngiltere-Yunanistan hattında yaşanan ve merhum Başbakan Adnan Menderes hükümetinin o dönemki milli ve kararlı tutumunu ele alacağız.
İsmini adada bolca bulunan ve Latince telaffuzu “Cyprum” olan bakırdan alan Kıbrıs adası, Doğu Akdeniz’in en hakim tepesinde, Türkiye kıyılarına 70 km. uzaklıkta yer alır. Jeolojik olarak incelendiğinde Anadolu yarımadasında yer alan Antalya ve Mersin arasındaki Taşeli çıkıntısından kopan bir kara parçasının bugün Kıbrıs adası olarak yerleşim yeri olduğu hemen anlaşılır. Tarihsel olarak ifade edecek olursak; 4. yüzyılının sonlarında ikiye bölünen Roma İmparatorluğunun doğu sınırları içerisinde (Bizans) kalır. İslâm orduları 7. yüzyılın ikinci yarısında bölgeye seferler düzenleyerek hakimiyet tesis ederler. Bizanslı vali vergi karşılığında yerini korur. Ancak bu süreç 300 yıl boyunca sürekli isyanlar ve ona karşı halife ordularının müdahalelerini getirir. Başlayan Haçlı seferlerinden nasibini alan ada, Latin birlikler tarafından defalarca istilaya uğrar. Sırasıyla Memlük, Karamanlı, Venedik hücumları ve tahakkümlerinden sonra ada 1571’de, Sultan II. Selim tarafından fethedilerek Osmanlı toprağı olur.
Artık Türk hakimiyet sahasına giren Kıbrıs adası, nam-ı diğer 93 Harbi yani 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi sırasında “Osmanlı’nın adayı savunamayacağı” iddiası ile İngiltere tarafından işgal edilir. Sözümona İngiltere Osmanlı’ya ittifak desteği verme bahanesiyle adaya yerleşirken yapılan bir protokolle bu ‘geçici’ olduğu vurgulanan işgal, resmi hale getirilir. Birinci Cihan Harbi sonrasında Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde başlayan Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra Lozan görüşmelerinde bahis konusu olan Kıbrıs adası nihayetinde İngiltere’nin tahakkümüne bırakılırken ada bir koloniye dönüştürülür. İlerleyen zamanlarda bölgedeki Rumlar, Enosis propagandasına alet olarak isyanlar çıkartmaya başlar. Bu durum 1950’lere gelindiğinde Türklere karşı yapılan katliamları da beraberinde getirir. İşte bu noktada Başbakan Adnan Menderes öncülüğünde Türk hükümeti, Kıbrıs’ın mukadderatı hakkında, etkileri günümüze kadar uzanan önemli tutumları sergilerler.
“Üzerinde güneşin batmadığı krallık” olarak tarif edilen, 19. ve 20. yüzyılda işgallerle sömürge alanını genişleten İngiltere İkinci Cihan Harbi’nin ağır maliyeti ve ortaya çıkardığı yeni denklemler sebebiyle 1947’de Hindistan’ı, 1948’de de Filistin’i terk eder. Kolonilerindeki doğrudan hakimiyeti bırakan İngiltere’nin bu tutumu Kıbrıs’taki Yunanlılar için de bağımsızlık veya Enosis yani Yunanistan’a bağlanma fikrini ortaya çıkarır. Buna mukabil olarak adadaki Yunan sempatizanları İngiltere’nin de kısmî desteğini alarak Kıbrıs’ta taşkınlıklara daha sonra da katliamlara kalkışırlar. Henüz 25 yıl evvel Millî Mücadele’den çıkmış ve çok partili hayata yeni geçmiş Türkiye; NATO müttefiki olan ve yükselişteki komünizme karşı ilişkileri hassas yürüttüğü Yunanistan’ın genişlemeci tutumuna karşı ancak 1951’den sonra ciddi tepkiler ortaya koymaya başlar.
Türk kamuoyu ise 1949’dan itibaren Kıbrıs’ın, Türkiye’nin bir parçası olduğunu, Yunanistan’ın Enosis hayallerine kurban edilemeyeceğini vurgular. Konuya dair Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’nün ilk demeci şöyledir:
“Kıbrıs bizi çok yakından ilgilendirmektedir. Statüsünde bir değişiklik bahis konusu olursa bunun bizsiz ve haklarımıza aykırı şekilde yapılmasına imkan bırakmayız.”
Bağımsızlığını ilan ettiği tarihten itibaren Türkiye aleyhine genişleyen Yunanistan’a karşı Türk hükümeti özetle “Kıbrıs adasının statüsü Lozan’la belirlenmiştir ve hakimiyet İngiltere’dedir. Yunan hükümetine devri söz konusu olamaz.” çizgisindedir. Buna karşın Yunanistan’ın Kıbrıs’ı ilhak için yerli ayrılıkçıları terörize ve kriminalize ederek silahlandırması, Türk kamuoyunun ve Türk hükümetinin tavrının zaman içinde sertleşmesine neden olacaktır. Gelişmeler ışığında İngiltere, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meselesini görüşmek üzere Türkiye ve Yunanistan’ın da dahil olduğu bir konferansı, Londra’da düzenleyeceğini ilan eder. Konferans tarihi yaklaşırken adadaki Yunan ayrılıkçılar katliamlarını artırmaya devam ederler. Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması gerektiğini ifade ederek konferans öncesi şiddet vasıtasıyla etki alanı oluşturmaya çalışırlar.
Başbakan/Başvekil Adnan Menderes 24 Ağustos 1955 günü yaptığı açıklamada Türk hükümetinin İngiliz hükümetine sert bir nota verdiğini ve bölgedeki ırkdaşlarının can ve mal haklarının korunmasının İngiltere’nin mesuliyetinde olduğunu ve gelişmeleri yakından takip ettiğini belirtir ve ekler:
“Bir vatan, terzinin önündeki gibi neresinden istenirse kesilebilir bir meta değildir. … Tarihi hadiselerin gösterdiği istikamette hudutları çizilen bir coğrafya parçasıdır.”
Bununla birlikte Adnan Menderes; Türk-Yunan dostluğuna önem verdiklerini de ifade ettikten sonra Türkiye olarak gidişatın “Yunan milleti için şeametli (uğursuz) sonuçlar doğurmasını önlemek için gayret ettiklerinin” de altını çizerek Türk hükümetinin her türlü seçeneği masada tuttuğunu da kıvrak bir siyasi zekayla beyan eder.
Londra Konferansı, 29 Ağustos’ta toplanırken Türk kamuoyu rengini açıkça Kıbrıs’ın, Türkiye’ye dahli yönünde belli eder. İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçişe şahitlik etmiş olan Falih Rıfkı Atay; Kıbrıs’ın Yunanlılara bırakılmasının Türkiye için bir beka sorunu teşkil edeceğini beyan eder. Kıbrıs davasının öncülüğünü yapan Başbakan Adnan Menderes’in talimatıyla Üçlü Konferansta Türkiye’nin sözcüsü olan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türk tezini şu umdeler üzerine inşa eder: Kıbrıs konusunda taraflar 1878’den beri sadece Türkiye ve İngiltere’dir, üçüncü ülkenin dahli söz konusu değildir. Kıbrıs’ın statüsü Lozan ile belirlenmiştir; bu statünün bozulması, Lozan’ın da tartışmaya açılması demektir. Türkiye’nin Lozan’da, Kıbrıs’taki haklarından feragat ettiği iddiası, gerçek dışıdır. Kıbrıs Anadolu’nun tarihi, kültürel ve jeolojik bir parçasıdır. Kıbrıs’ın jeopolitik konumu; Türkiye’nin istikbali için büyük önemler arz etmektedir. Son madde ise şudur: Adadaki İngiliz hakimiyeti devam etmeyecekse Kıbrıs, mutlak suretle Türkiye topraklarına katılmalıdır.
Sonuç olarak ifade etmek gerekir ki; Kıbrıs Anadolu’nun bir parçası, Doğu Akdeniz, Türkiye’nin hakimiyet ve hareket sahasıdır. Kıbrıs’ın Müslüman Türk kimliğinin muhafazası, Türkiye’nin istikbali açısından bir beka meselesidir. Merhum Erbakan ve Ecevit koalisyonunda Barış Harekatı'yla Kıbrıs Türklüğüne yapılan zulüm sona erdirilmiştir. Ancak Türkiye’nin böylesi radikal bir adım atış sürecinin tetikleyicisi merhum Başbakanımızdır. Kıbrıs’taki tarihi Türk hakimiyetinin varlığını, Kıbrıs’ın selametini ve Türkiye’nin Kıbrıs merkezli beka sorununu çözümünü şehit Adnan Menderes’e borçluyuz. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz tartışmalarının yaşandığı şu günlerde, tarihsel olarak bu hakikati dile getirmek, Kıbrıs davasına hizmet eden en büyük isimlerden olan Adnan Menderes’i anmak elzemdir.