NATO’nun akıbeti ne olacak?

04:0017/03/2025, Pazartesi
G: 17/03/2025, Pazartesi
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Batı ile Rusya arasında sıkı bir denge politikası izleyen Türkiye’nin NATO içerisinde nevi şahsına münhasır bir duruşu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü liderliği altında harici dayatmalara boyun eğmeden kararlar alan ve uygulayan Türkiye, önümüzdeki süreçte bu duruşunu koruyarak NATO güvenlik mimarisinin kritik parçası olmayı sürdürecektir.

Dr. Hacı Mehmet Boyraz / Medipol Üniversitesi
Mert Soyuberber / Araştırmacı

Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi oldukça hızlı ve sansasyonel başladı. Bir yandan sömürgeci anlayışla Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmek için Ukrayna’nın minerallerine gözünü diken “çılgın lider”, diğer yandan Grönland, Kanada ve Panama Kanalını Amerikan topraklarına katmaya çalışıyor. Trump’ın özellikle NATO üyesi olmasına aldırış etmeden Kanada’yı ciddi ciddi 51’inci eyalet yapmaya yönelik girişimleri, sadece bu ülkeyi değil tüm NATO üyelerini endişelendiriyor. Bu sebeple Trump’ın ikinci dönemi NATO’nun geleceği açısından ziyadesiyle kritik bir dönem olacağa benziyor. Bu bağlamda üye ülkeler arasındaki güven bunalımı, ABD’nin NATO içindeki rolü, üye ülkelerin savunma harcamaları ve NATO’nun genişlemesine kadar pek çok konu gündemin ilk sıralarında yer alıyor.

GÜVEN BUNALIMI

İkinci Trump döneminde NATO’yu bekleyen en önemli mesele üye ülkeler arasındaki güven bunalımıyla ilgili. Zira Trump’ın ilk görev süresinde NATO’yu sorgulayan ve üye ülkelerle ilişkileri zedeleyen söylemleri, ittifakın kolektif savunma ilkesine ve dayanışma ruhuna çok zarar verdi. Trump, ocak ayında başlayan ikinci döneminde ise “otantik” söylemlerinin dozunu iyice arttırdı ve komşusu Kanada’nın ABD’ye katılması gerektiğini söyledi. Böylece bir başka NATO üyesinin topraklarına göz dikmekle kalmadı aynı zamanda Birleşmiş Milletler Şartı’nın “uluslararası barış ve güvenliği tehdit etmeme” ilkesine aykırı hareket etti.

Trump, transatlantik ittifakın öte yakasındaki partnerlerini de kaygılandıran adımlar attı. Örneğin Amerikan ordusunun Avrupa’daki askeri varlığını beşte bir oranında azaltacağını ve yaklaşık 20 bin Amerikan askerini geri çekeceğini dile getirdi. Dahası “Önce Amerika” sloganı altında küresel bir ticaret savaşı başlattı ve bu ticaret savaşına NATO’daki birçok müttefiki dahil etti. Amerikan sanayisinin korunması adına Avrupa ülkelerine yüksek gümrük tarifelerini ve ithalat kısıtlamalarını başlatması, bu politikanın en somut yansıması oldu.

Trump’ın bu kesintisiz şok terapisi, ittifak üyeleri arasındaki güven bunalımını iyice derinleştirdi. Öyle ki Avrupa’daki en transatlantikçi ülkelerin başında gelen Almanya, NATO’ya ve dolayısıyla ABD’ye olan bağımlılıktan kurtulmak için ezeli rekabet içerisinde olduğu komşusu Fransa ile bu konuda ciddi ciddi müşterek çalışmalara başladı. Bunlara karşın Trump, üye ülkeler nezdindeki güven bunalımlarını gidermeye yönelik herhangi bir yapıcı adım atma niyetinde değil. Hatta tam tersine bilinçli şekilde bu bunalımları derinleştirmeye çalışıyor.

ABD NATO’DAN ÇIKAR MI?

Trump’ın göreve geldikten sonra “NATO’dan çıkmayı ciddi olarak gündeme alabilirim” şeklindeki açıklaması da özellikle Avrupa ülkelerinde önemli soru işaretleri oluşturdu. Burada hemen belirtmek gerekir ki NATO’yu kuran ve stratejik yönünü belirleyen ABD’nin NATO’dan ayrılması mantıklı bir karar olmaz çünkü böyle bir adım, transatlantik ittifakın mimarisini ayakta tutan temel sütunu yıkarak ittifakın fiilen son bulmasına sebep olur. Dahası Avrupa ülkelerinin Amerikan yörüngesinden uzaklaşarak başka seçeneklere yönelmesine zemin hazırlayabilir ki bu durum, Rusya ve Çin gibi alternatif güç merkezleri için yeni fırsatlar doğurur. Bundan ötürü Trump’ın söz konusu açıklamasını reel politik bir değerlendirmeden ziyade sıra dışı şeyler söylemekten haz alan narsist bir liderin popülist bir değerlendirmesi olarak okumak lazım.

Trump’ın ikinci döneminde ABD’nin NATO içindeki liderlik rolünü bilinçli olarak zayıflatacağı yönündeki görüşler de rasyonellikten uzaktır. Çünkü NATO, bir güvenlik ittifakı olmanın ötesinde Amerikan hegemonyasının devamlılığı açısından stratejik bir enstrüman niteliğindedir. Bundan dolayı NATO’nun hem siyasi hem de askeri hamisi konumundaki ABD’nin ittifak içindeki etkinliğini azaltma “lüksü” bulunmuyor. Ayrıca yine Trump’ın narsist kişilik özellikleri dikkate alındığında ABD’nin NATO içerisindeki rolünü zayıflatmak bir yana tahkim edeceği öngörüsü kulağa daha mantıklı geliyor. Nitekim Trump’ın göreve geldikten sonra Rusya-Ukrayna savaşını bitirmek için tek başına inisiyatif alarak ve Ukrayna’yı bypass ederek doğrudan “Batı” adına Rusya ile müzakere masasına oturması, ABD’nin küresel liderliğini pekiştirmek istediğini gösteriyor. Bu durum, Trump’ın ABD’nin transatlantik güvenlik mimarisi içindeki hâkim pozisyonunu sürdürme ve ittifakın karar alma süreçlerini tekeline alma eğilimiyle örtüşüyor.

TRUMP’TAN YÜZDE BEŞ DAYATMASI

NATO’nun ikinci Trump dönemi bitene kadar ajandasında yer alacak bir diğer önemli konu başlığı; üye ülkelerin savunma harcamalarıyla ilgili olacak. Bilindiği üzere Trump, ilk döneminde NATO üyelerinin gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYH) en az yüzde 2’sini savunmaya ayırmaları konusunda ısrarcı olmuştu. Bazı üye ülkeler bu ısrara mecburen uyarak savunma harcamalarını artırırken bazılarıysa yüzde 2’nin oldukça gerisinde kalmıştı.

Trump, yeni döneme “yüzde 2’yi yüzde 5 yapın” çağrısıyla başlamasına rağmen mevcut veriler bu çağrının üye ülkeler açısından pek de uygulanabilir olmadığını gösteriyor. Statista tarafından yayınlanan verilere göre NATO ülkelerinin ortalama savunma harcamaları geçen yıl yüzde 2,71’de kaldı. ABD’nin savunma harcamaları yüzde 3,38’de kalırken Polonya yüzde 4,12 harcamayla yüzde 5 şartına en yakın ülke oldu. İspanya, İtalya, Portekiz ve Kanada gibi bazı ülkelerin harcamaları ise yüzde 1,6’yı geçemedi. Buradan anlaşıldığı üzere ABD dâhil olmak üzere şu anda yüzde 5 şartını sağlayabilen bir ülke yok.

Öte yandan NATO ülkeleri, savunma harcamalarının artışı konusunda iki kutba ayrılmış durumda. Bir yanda Baltık ülkeleri ve Polonya gibi Rus tehdidini enselerinde en fazla hisseden ülkeler, herhangi bir oransal şartlanmadan ayrı olarak savunma harcamalarını sürekli artırmaya çalışıyor. Hakeza Türkiye gibi stratejik özerkliğini tahkim etmeye çalışan sınırlı sayıdaki üye ülkeler, ABD’nin taleplerinden ayrı olarak kendi ihtiyaçları doğrultusunda savunma sanayiine geniş kapsamlı yatırımlar yapıyor. Diğer yanda Almanya ve Fransa gibi bütçe açığını kontrol altında tutmaya çalışan ve savunma harcamalarına daha fazla pay ayırıp diğer sektörleri ihmal etmek istemeyen ülkeler yüzde 2’de diretiyor. Kısacası Trump’ın yüzde 5’lik hedefinin uygulanabilirliği oldukça muammalı bir konu. Ancak Trump’ın inatçı kişiliği dikkate alınırsa bu konuda dayatmalara devam etmesi ve “daha fazla güvenlik” adı altında tüm üye ülkeleri yüzde 5’e zorlaması bekleniyor.

YENİ BAŞVURULARA KIRMIZI IŞIK

İkinci Trump döneminde NATO’nun genişleme ihtimali oldukça düşük. Bilindiği üzere ittifak, Nisan 2023’te Finlandiya’nın ve Mart 2024’te İsveç’in katılımıyla 32 ülkeye ulaştı. NATO üyelikleri gündemde olan Bosna Hersek, Gürcistan ve Ukrayna’nın başvuruları ise ABD tarafından temkinli bir yaklaşımla ele alınıyor. Zira Trump, NATO’nun mevcut yapısı itibarıyla yeni bir genişlemeye hazır olmadığını ve olası genişlemenin ABD’ye daha fazla yük getireceğini düşünüyor. Bu nedenle ittifak içerisinde yük paylaşımı konusunda denge sağlanana kadar yeni üye fikrine kesin surette karşı çıkıyor.

Trump’a göre küresel siyasetin gündemini gereksiz yere meşgul eden Rusya-Ukrayna savaşı, Kiev’in NATO üyeliği konusundaki ısrarı nedeniyle başladı. Savaşın sona ermesi içinse öncelikle bu tartışmanın son bulması gerekiyor. Nitekim Trump, iki hafta önce yaptığı açıklamada Rusya’ya verilecek güvenlik garantileri çerçevesinde Ukrayna’nın NATO’ya kabul edilmeyeceğini açıkça söyledi. Bu sebeple Ukrayna’nın NATO üyeliği uzun süre mümkün görünmüyor. Hatta Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenskiy’nin geçtiğimiz hafta Beyaz Saray’da Trump ile kameralar önünde sınırları zorlayan bir tartışmaya girdiği dikkate alınırsa Kiev için NATO üyeliğinin artık bir hayale dönüştüğü söylenebilir.

Trump, Rusya’nın arka bahçesi olarak kabul ettiği Gürcistan’ın NATO’ya katılımına da olumlu bakmıyor. Devam eden Rusya-Ukrayna savaşı sürecinde Gürcistan’ın NATO’ya entegrasyonunun Moskova’yı daha fazla kışkırtabileceği ve bölgedeki gerilimi tırmandırabileceğini düşünüyor. Tiflis yönetimi de NATO üyeliği tartışması nedeniyle Rusya’nın 2008’de Abhazya ve Güney Osetya’yı işgal etmesi nedeniyle bu konuyu fiilen rafa kaldırmış durumda.

Bosna Hersek ise NATO üyeliği yolunda dış faktörlerden ziyade iç dinamiklerden kaynaklanan engellerle karşı karşıya. Kuruluşundan bu yana etnik bölünmeler ve girift siyasi yapısı nedeniyle karar alma süreçlerinde zorlanan Bosna Hersek, NATO’ya üyelik konusunda kendi içinde mutabakata varabilmiş değil. Dahası şu an için Bosna Hersek’in NATO’ya acilen katılmasını gerektirecek önemli bir güvenlik tehdidi bulunmuyor. Bu nedenle Bosna Hersek’in üyeliği, acil olmayan bir mesele olarak görülüyor. Dolayısıyla NATO’nun yakın gelecekte genişlemesi söz konusu değil.

TÜRKİYE’NİN NEVİ ŞAHSINA MÜNHASIR DURUŞU

Batı ile Rusya arasında sıkı bir denge politikası izleyen Türkiye’nin NATO içerisinde nevi şahsına münhasır bir duruşu var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın güçlü liderliği altında harici dayatmalara boyun eğmeden kararlar alan ve uygulayan Türkiye, önümüzdeki süreçte bu duruşunu koruyarak NATO güvenlik mimarisinin kritik parçası olmayı sürdürecektir. Bununla birlikte Türkiye, Rusya ile stratejik ilişkilerini gözetmeye devam edecektir. Yani stratejik özerklikte ısrarcı olacaktır.

Bir devletin milli çıkarlar doğrultusunda büyük güçlere ya da sair aktörlere bağımlı olmadan karar alabilme ve uygulayabilme kapasitesi olarak tanımlanan “stratejik özerklik”, Türk dış politikasının geçtiğimiz on yılda benimsediği temel düsturdur. Hatırlanacağı üzere Türkiye, 2015 ve sonrasında sınırlarını koruyabilmek için NATO’daki müttefiklerinden Patriot hava savunma sistemleri talep etmişti. Ancak bunu bir koz olarak kullanmaya çalışan sözde müttefikler, Ankara’nın talebine olumlu yanıt vermedikleri gibi Türkiye’ye haksız yere ambargo uyguladılar. Bunun üzerine Türkiye Rusya’dan S-400’leri satın aldı.

ABD ve NATO tarafından sürekli sorgulanan S-400 meselesi ve Rusya ile yakın ilişkiler konusu, Türkiye açısından stratejik özerklik politikasının ilk güçlü yansıması oldu. Bu politika, Rusya-Ukrayna savaşında da devam etti. ABD’nin baskısı nedeniyle Rusya’ya yaptırım uygulayan Avrupa ülkeleri siyasi belirsizlikler ve enerji krizleriyle çalkalanırken Türkiye ise kendi çıkarlarını gözeterek bir yandan Ukrayna’ya silahlı insansız hava araçları temin etti diğer yandan Rusya ile ilişkilerini korumayı başardı. Denge politikasının muazzam bir örneği olan bu yaklaşım sayesinde Türkiye, savaşın kızıştığı dönemde tarafları 2022 yazında İstanbul’da masaya oturttu ve iki ülke arasında bir tahıl koridoru açarak tüm dünyayı etkisi altına alabilecek insani bir krizin önüne geçti.

Türkiye’nin stratejik özerkliğe dayalı yaklaşımı Karabağ, Doğu Akdeniz ve Suriye’de devam etti. Bu bölgelerdeki çetin mücadelelerin neticeleri alenen gösteriyor ki Türkiye, izlediği proaktif politikalarla artık yakın coğrafyasında kendi başına oyun kuruyor ve gerek bölgedeki aktörleri gerekse büyük güçleri bu oyunun kurallarına uymaya mecbur bırakıyor. Ayrıca Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik süreçlerinde açıkça görüldüğü üzere Türkiye, sair ülkelerin beklentilerine ve zorlamalarına aldırış etmeden milli çıkarlarına uygun taleplerle gündemi belirliyor.

Bu şartlar altında küresel barışın ve istikrarın merkezi haline gelen Türkiye, İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un deyimiyle tam manasıyla bir “istikrarlaştırıcı güç” haline geldi. Dolayısıyla Türkiye’nin NATO içerisindeki nevi şahsına münhasır duruşunu sürdürmesi, kendi menfaati kadar küresel barışın ve istikrarın sağlanması bakımından da önem arz ediyor. Buna dayanarak Ankara’nın Trump liderliğindeki ABD’nin beklentilerine ya da NATO’nun kurumsal taleplerine aldırmadan önümüzdeki süreçte de stratejik özerkliğini ve yine Altun’un deyimiyle “Türkiye ekseni”ni güçlendirmeye yönelik rasyonel politikalara devam edeceği rahatlıkla söylenebilir.



#NATO
#ABD
#Donald Trump