İsrail’in Gazze soykırımının yıkıcı etkileri devam ederken, bölgesel ve küresel düzeyde İsrail karşıtlığı tarihsel bağlamda bakıldığında ilk kez bu kadar yüksek sesle ifade ediliyor. Batı’da başta ABD, İngiltere, Fransa başta olmak üzere birçok üniversite öğrencisinin İsrail karşıtı protestoları toplumları ve göreceli birçok devleti aksiyon almaya itse de söz konusu aksiyon söylemsel düzeyden ileriye gidemiyor. Bunun da İsrail’in saldırgan tutumunu pekiştirdiğini söyleyebiliriz. Pervasızca saldırılarına devam eden İsrail, ateşkes için ikili görüşmelerde olumlu seyreden Hamas’ın siyasi lideri İsmail Heniyye’yi İran’da öldürülmesiyle barış görüşmeleri tıkanmış ve ateşkes ihtimali
ortadan kalkmıştı.
İran’ın İsrail’den Heniyye’nin intikamını alacağına ilişkin sert söylemleri ise İsrail’in agresif tutumunu ve sözde güvenlik gerekçeli bölgesel saldırılarına “meşrulaştırıcı” bir karşı söylem olarak İsrail ve başta ABD olmak üzere destekçilerinin ana argümanı haline dönüştü. Gelinen noktada ise İran-İsrail çatışmasından dolayı duyulan endişenin gündemi uzun bir süre meşgul etmesi, İsrail’in savaşı Filistin’de daha da derinleştirmesine olanak tanıdı.
İsrail-Hizbullah arasındaki on yıllardır münferit saldırılar sonrasında süregelen gerilim İsrail’in Gazze’de başlattığı saldırılarıyla yeni bir sürece girdi. Liderler bazında tehditlerin artan dozunun sahaya yansıması ise gecikmedi. Hizbullah tarafından gerçekleştirilecek topyekun bir savaş ilanında Netanyahu’nun Beyrut’u Gazze’ye çevireceğine yönelik söylemi malumun ilanı olarak adım adım sürecin geleceği noktayı işaret eden beyanlardandı. Öyle ki İsrail’in Eylül ayı itibarıyla Lübnan’a düzenlediği hava saldırıları neticesinde Güney Lübnan’da 30 bin aile Suriye sınırına doğru akın ederken, İsrail’in Mossad destekli nokta atışı operasyonlarının ise sayısı giderek arttı.
Hizbullah her ne kadar drone ve füze saldırıyla İsrail’e karşılık verse de 17-18 Eylül 2024 tarihlerinde İsrail’in Hizbullah üyelerine yönelik siber saldırıları, Hizbullah içerisinde büyük bir kırılmayı beraberinde getirdi. Hizbullah üyelerinin kullandığı pager ve walki-talkielerin eş zamanlı patlatılması, İsrail’in Hizbullah’ın içerisine istihbari anlamda sızdığının ve saldırının üst yönetimi ortadan kaldırmaya yönelik artacağının açık bir göstergesiydi. Söz konusu siber saldırı sonrasında onlarca Hizbullah üst yönetim kadrosu ve
üyesi öldürülürken, Lübnan’daki birçok sivilde hayatını kaybetti.
Lübnan’dan gelen son gelişmelere bakıldığında, Hizbullah lideri Nasrallah’ın İsrail’in 27 Eylül 2024’te düzenlediği hava saldırıları sonrasında öldürüldüğünün açıklanmasıyla İsrail’in savaşı Hizbullah’tan öte Lübnan’da olası bir kara harekatı düzenleyeceğine yönelik endişeleri de haklı çıkardı ve nitekim İsrail
30 Eylül itibariyle Lübnan’a bir kara harekatı başlattı.
Gelinen noktada ise savaşın bölgeselleşmesine doğru evirilen süreçte karşımıza çıkan esas soru; bunca insani krize ve Netanyahu hükümetine yönelik toplumsal karşıtlığa rağmen İsrail neden durdurulamıyor? Hiç şüphesiz soruya ilişkin ifade edilebilecek temel cevaplar; ABD’nin koşulsuz desteği, bölge devletlerinin çıkarları doğrultusunda hareket etmeleri ve krizden uzak durmaya yönelik motivasyonları ve BMGK üyeleri arasında İsrail’e karşı bir fikir birliğinin oluşamaması. Tarihsel bağlamda ABD-İsrail ilişkisi iç ve dış siyasi ve ahlaki inançlar bağlamında inişli çıkışlı olsa bile, Washington’un İsrail’e desteği askeri ( Demir Kubbe’nin inşa sürecindeki en büyük finansör ve destekçisi olmasının yanı sıra ABD’nin F35’leri teslim ettiği ilk ülke olması) siyasi ve teknoloji bağlamında sarsılmaz olmuştur. Öyle ki Netanyahu’nun ABD kongresinde işlediği onca insanlık suçuna rağmen dakikalarca ayakta alkışlanması bu durumun bir tezahürüdür.
Bölge devletleri bağlamında bakıldığında ise tüm ülkelerin kendi aralarında siyasi, teo-jeopolitik, ekonomik çıkar çatışmalarının yanı sıra, ulusal çıkarlarını koruma içgüdüsüyle hareket ettiğini söylemek mümkün. Son dönem yansımalarına bakıldığında: Ürdün’ün İran’ın İsrail’e düzenlediği drone ve füze saldırılarında hava sahasını kapatması akabinde bazı droneları ve füzeleri düşürdüğünü açıklamasıyla dolaylı da olsa İsrail’e destek olmuştur. Her ne kadar İsrail’in Filistin’deki saldırılarını kınasalar bile, Oil Change International’ın verilerine göre Suudi Arabistan, Irak ve Mısır’ın Sumed boru hattı üzerinden düzenli bir şekilde İsrail’e petrol sevkiyatına devam etmesi gibi genel olarak bakıldığında bölge hükümetlerinin açıklamalarındaki temel gayenin kendi ülke güvenlikleri ve ekonomik çıkarlarını korumak üzere olduğu da görülmekte.
Uluslararası kabul gören BM’nin acizliği ise toplumların adalet, güvenlik ve hukukun üstünlüğü gibi kavramların anlamsızlaşmasına neden oluyor. Öyle ki veto yetkisi olan daimi üyelerin kararların kabul edilmesi ve işletilmesiyle ilgili inisiyatiflerine ilişkin tartışmalar devam ederken, beş daimi üyeden biri olan ABD’nin İsrail aleyhine BMGK’nun aldığı kararları “hukuksal olarak bağlayıcı olmadığına” dair yorumlamaları kendi siyasi hedeflerini desteklemekten öteye geçememekte. Halihazırda gelinen noktaya bakıldığında, İsrail’in insan hakları ihlalleri, Filistin’de gerçekleştirdiği soykırım, savaşı bölgeselleştirmesi; siyasi, askeri ve teknoloji alanında ABD’nin tam desteği alması, bölge ülkelerinin siyasi, ekonomik çıkarları için İsrail karşıtlığının söylemsel düzeyde kalması ve BM’nin ABD’nin koşulsuz İsrail desteği karşısında yürütme yetersizliğinden kaynaklandığını ifade
etmek mümkün.