Suriye’ye barış gücü ve yeni güvenlik mimarisi

04:0022/07/2025, Salı
G: 22/07/2025, Salı
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Ortadoğu’ya nefes aldırmayan İsrail’in saldırgan politikalarına karşı Suriye’de kurulacak ve Şam yönetiminin ülkeyi yeniden inşasına koruma sağlayacak Türkiye ve Suudi Arabistan’ın öncülük edeceği bir ‘Barış Gücü” bölgemizi dış müdahalelerden koruyacak bir güvenlik mimarisinin oluşumunu da sağlayabilir.

Sernur Yassıkaya / Gazeteci

Esed rejiminin 8 Aralık 2024’te devrilmesiyle yaşanan jeopolitik gelişmeler, Ortadoğu’daki dengeleri derinden sarstı. 75 yıldır ABD desteğiyle bölgede kurduğu statükodan yararlanan İsrail, artık bu yapının sürdürülebilir olmadığını görmeye başladı. İsrail’in en büyük tehdit olarak gördüğü gelişme ise, Suriye’de merkezî ve halk desteğini büyük oranda sağlamış bir devlet yapısının yeniden inşa sürecine girmesi oldu. Tel Aviv yönetimi, “mikro bir Ortadoğu” olarak tanımlanabilecek Suriye’de, farklı etnik ve dini grupları kullanarak bu yeniden toparlanmayı engelleme stratejisi izliyor.

13 Temmuz’da Suriye’nin güneyinde Dürzi topluluklar ile Bedevi Araplar arasında patlak veren çatışmalarda İsrail’in doğrudan müdahil olması, bu politikanın tamamen açığa çıkmasına sebep oldu. Şam’daki yeni yönetimin önceliğinin ülke ekonomisini ayağa kaldırmak ve 13 yıl süren iç savaşta yıpranan toplumsal yapıyı rehabilite ederek ulusal birliği tahkim etmek olduğu biliniyor. Halihazırda düzenli ordu kurma çalışmalarına başlayan Şam’ın ayakları üzerinde durana kadar bölgesel bir güvenlik şemsiyesi altına alınması bölgenin istikrarsızlaştırıcı ve işgalci gücü İsrail’in provokasyonlarına karşı bir zorunluluk olarak kendini gösteriyor. Hatırlanacağı üzere, geçen hafta yayınlanan bir haberde, Türk Savunma Bakanlığı kaynakları, “Türkiye, talep edilmesi halinde Suriye’nin savunma kapasitesini güçlendirmeye ve terörle mücadelesine destek vermeye hazırdır” ifadelerine yer verilmişti.

KENDİ GÖBEĞİMİZİ KENDİMİZ KESELİM

İsrail, bölgede yeniden kontrol sağlamak adına Suriye’yi zayıf, parçalanmış ve sürekli kriz halinde tutmaya çalışıyor. Özellikle terör örgütü PKK/YPG, Nusayri ve Dürzi topluluklar üzerinden sahada etkin olmaya çalışan İsrail’in nihai hedefi, merkezî Şam otoritesinin bölge genelinde etkinlik kazanmasını önlemek. Ancak sahadaki dinamikler artık bu oyunu bozacak yönde değişiyor. Yeni Şam yönetimi, 8 Aralık sonrası süreçte Arap ülkeleri ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerle diplomatik kanallarını yeniden kurdu ve bu durum Tel Aviv’in uzun vadeli planlarına ciddi darbe vurdu.

Bu gelişmeler karşısında, Türkiye’nin 2010’lu yıllardan bu yana önerdiği “bölgesel güvenlik ve iş birliği mekanizması”, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadeleriyle “Bölgenin kendi göbeğini kendisinin kesmesini sağlayacak” bölgesel bir inisiyatifin Suriye üzerinden hayata geçirilmesi düşünülebilir. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna, bölgenin en modern silahlı gücüne sahip Türkiye’nin ve ekonomik lokomotifi olacak Suudi Arabistan’ın liderliğinde şekillenecek bu inisiyatifin “Barış Gücü” çerçevesinde ele alınması, sadece çatışmaların önüne geçmekle kalmayarak, aynı zamanda bölge dışı müdahalelere karşı Şam’ı hedef alan saldırılara karşı caydırıcı bir unsur işlevi görebilir. Suriye’nin yeniden inşasını desteklemek; ülkenin egemenliğini korumak ve dış güçlerce dayatılan bölünme politikalarını engellemek hedefleri üzerine inşa edilecek. Bu girişim, sadece Suriye’nin değil, tüm bölgenin istikrarını önceleyen bir güvenlik doktrini olarak değerlendiriliyor.

DEAŞ’A KARŞI MÜCADELE HALKASI ÖRNEK OLABİLİR

Bu çerçevede planlanan barış gücü, Türkiye’nin daha önce DEAŞ terör örgütüyle mücadele için Ürdün, Irak, Lübnan ve Suriye ile kurduğu “yakın halka” modeli üzerine kurgulanabilir. Bu yapı, Suriye’nin sınır komşularının ortak güvenlik anlayışı çerçevesinde birlikte hareket ettiği bir örnek model olarak daha geniş bir bölgesel yapılanmanın da hayata geçirilmesinde öncü olabilir. Ancak mevcut tehditler artık yalnızca terör değil; aynı zamanda bölgesel ve küresel ölçekte hibrit güvenlik riskleri içeriyor. Bu nedenle barış gücü modelinin etki alanı da genişletilecek. Yeni yapı “Körfez Halkası” ülkeleri olarak Katar ve Suudi Arabistan gibi ekonomik, siyasi ve diplomatik gücü yüksek aktörleri de içerecek. Böylece barış gücü hem diplomatik meşruiyet hem de mali ve operasyonel kapasite açısından çok katmanlı bir yapıya kavuşacak.

ŞAM YÖNETİMİNİN DAVETİYLE

Söz konusu ‘Barış gücü’ askeri misyonların ötesine geçerek insani yardımın koordinasyonu, sivil altyapının korunması ve siyasi çözüm süreçlerinin desteklenmesi gibi görevler üstlenebilir. Özellikle Suriye’nin yeniden inşasında merkezî yönetimle koordineli biçimde hareket edecek bu yapı, sahada sürdürülebilir bir istikrarın temellerinin atılmasını sağlayabilir. Şam yönetiminin bu barış gücüne davet göndermesine ek olarak, tercihen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınacak bir kararla bu yapının uluslararası meşruiyeti güçlendirilebilir. ABD’de Trump yönetiminin Suriye’ye verdiği destek de burada önemli bir dayanak olarak görülebilir. Lübnan’da 1978’den bu yana faaliyet gösteren UNIFIL (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü) gibi, bu barış gücü de Suriye’nin, İsrail’in işgal ettiği Golan Bölgesi hattında ve Lübnan sınırlarında görev alarak bölgede caydırıcı bir istikrar unsuru haline gelebilir.

İSRAİL BÖLGENİN REFAHINDAN ÇALIYOR

Ortadoğu’da İsrail’in tetiklediği süregelen krizler sadece güvenlik tehditleri doğurmuyor; aynı zamanda halkların ekonomik refahını da doğrudan tehdit ediyor. İsrail’in Filistin’de, Gazze’de ve Suriye’de uyguladığı şiddet politikaları, bölgesel kalkınma girişimlerinin önündeki en büyük engel. Örneğin, Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu kapsamında hayata geçirmeyi planladığı NEOM Projesi, sadece Krallığın değil, tüm Körfez bölgesinin dönüşümünü hedefliyor. Ancak bu tür büyük ölçekli projeler için gerekli olan barış ve güvenlik ortamı, İsrail’in sürekli çatışma yaratan politikaları nedeniyle zayıflıyor. Benzer şekilde Mısır, ekonomik krizden çıkmak ve halkına refah sağlamak isterken, Gazze ve Sina Yarımadası’nda yaşanan gelişmeler nedeniyle sürekli bir güvenlik kıskacında kalıyor. Kaynaklarını kalkınmaya değil, güvenliğe harcamak zorunda kalan ülkeler, potansiyellerini hayata geçiremiyor.

FİLİSTİN İÇİN DE UMUT IŞIĞI OLUR

Suriye’nin yeniden ayağa kalkması, sadece bu ülkenin değil; Irak, Lübnan ve Filistin gibi çatışma alanlarının da istikrarını sağlayacak. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve merkezî yönetimin güç kazanması, İsrail’in mezhebî ve etnik fay hatlarını istismar eden stratejilerini boşa çıkaracak en önemli gelişme olacaktır. Bu nedenle Türkiye ve Suudi Arabistan’ın öncülük edeceği çok katmanlı barış gücü girişimi, yalnızca askeri ya da diplomatik bir hamle değil; aynı zamanda bölgesel geleceği yeniden şekillendirecek bir temeli de atabilir. Suriye’de açılacak bu yeni sayfa sadece Ortadoğu değil, küresel barış açısından da dönüştürücü bir rol oynayabilir. Suriye’de hayata geçirilecek bir askeri yapı işgal altındaki Filistin için de bir umut ışığı olabilir.



#Suriye
#Orta Doğu
#Politika