
ABD Başkanı Donald Trump’ın sansasyonel ticaret politikaları, uluslararası ekonomide derin izler bırakıyor. Kanada, Meksika ve Çin’e uygulanan yeni gümrük tarifelerinin, Trump’ın “Önce Amerika” stratejisinin bir devamı olarak karşımıza çıktığı belirtilebilir. Son yaşanan hadiseler; Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski ile Oval Ofis’te yaptığı olaylı görüşme, Grönland’ı satın alma girişimi ve Panama Kanalı’nı ABD topraklarına katma isteği, uluslararası sistemin oldukça ilginç ve gerilimli bir döneme girdiğine işaret ediyor. Hiç şüphesiz bu adımları, Trump’ın küresel ticaret ve siyaset dengelerini nasıl yeniden şekillendirmeye çalıştığının bir göstergesi olarak okumak mümkün. Peki, bu gümrük vergilerini hangi teorik temellere dayandırabiliriz ve bu küresel ekonomi için ne anlama gelebilir? Türkiye gibi orta büyüklükte bir ülke, bu süreçte nasıl bir yol izlemelidir? Bu sorular, giderek puslu bir hale gelen uluslararası havada Türkiye’nin konumunu yeniden düşünmeyi elzem kılıyor.
İKİ TEMEL TEORİ
Trump’ın gümrük vergisi politikalarının ardında iki temel ekonomik teorinin yattığını iddia edebiliriz. Biri Alman Friedrich List’in korumacı kalkınma teorisi iken diğeri Paul Krugman’ın stratejik ticaret politikaları. Friedrich List, 19. yüzyılda gelişmekte olan ülkelerin, sanayileşmiş ülkelerle rekabet edebilmek için korumacı politikalar izlemesi gerektiğini savunmuştu. List’e göre, serbest ticaret ancak ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin lehine işler. Trump’ın çelik ve alüminyum ithalatına getirdiği ek vergiler, tam da bu düşünceyi destekler nitelikte. ABD, yerel sanayisini korumak ve istihdamı artırmak amacıyla bu adımları atıyor. Ancak bu korumacı politikalar, uluslararası ticaretin doğasını değiştiriyor ve diğer ülkelerin tepkisine neden oluyor.
Öte yandan, Nobel ödüllü ekonomist Paul Krugman’ın stratejik ticaret politikaları, devlet desteği alan bazı endüstrilerin uluslararası rekabette üstünlük kazanabileceğini öne sürüyor. Krugman’a göre, özellikle yüksek teknoloji ve ileri sanayi sektörlerinde devlet desteği, bu alanlarda küresel liderlik sağlayabilir. Öyle ki, Trump’ın Çin’e uyguladığı ek gümrük vergileri de bu stratejinin bir parçası olarak görülebilir. Zira Pekin’in teknoloji ve sanayi alanındaki yükselişi, Beyaz Saray’ı endişelendiriyor ve bu nedenle Çin’e karşı ekonomik baskıyı artırıyor.
TUTSAK İKİLEMİ
Kanada, Meksika ve Çin, ABD’nin gümrük vergilerine misilleme olarak kendi tarifelerini uygulamaya başladı. Böylesi bir durum, uluslararası ekonomide bir “ticaret savaşı”nı tetikliyor. Ekonomik açıdan bakıldığında, tarafların birbirine misilleme yapması, oyun teorisindeki “tutsak ikilemi”ne benzetilebilir. Bu senaryoda, her iki taraf da karşılıklı olarak zarar görüyor. Örneğin, ABD’nin çelik ve alüminyum vergileri, yerel üreticileri korurken, aynı zamanda bu ürünleri kullanan diğer sektörlerin maliyetlerini artırıyor. Benzer şekilde, Çin’in ABD tarım ürünlerine uyguladığı vergiler Amerikan çiftçilerini zor durumda bırakıyor.
Hakeza Beyaz Saray’ın bu hamleleri, Robert Gilpin’in “Hegemonik Baskı Teorisi” ile de açıklanabilir. Buna göre, ABD gibi hegemon güçler, ekonomik ve politik baskı uygulayarak kendi düzenlerini kurmaya çalışıyor. Trump’ın gümrük vergileri de Çin gibi yükselen rakiplerini zayıflatma stratejisinin bir parçası olarak okunabilir. Fakat bu strateji, uzun vadede ABD’nin küresel ekonomik liderliğini koruyup koruyamayacağı konusunda soru işaretleri yaratıyor. Çin, giderek artan ekonomik gücüyle ABD’nin hegemonyasını sorgulatıyor ve bu durum, iki ülke arasındaki gerilimi daha da artırıyor.
TÜRKİYE BU KRİZİ FIRSATA ÇEVİRMELİ
Tüm bu gelişmeler karşısında Türkiye gibi orta büyüklükte bir gücün konumu ne olmalı? Böylesi bir çember hattında Ankara, hem ABD hem de Çin ile ekonomik bağlarını koruyarak klasik denge politikası izlemeli. Trump’ın şahin Çin politikaları karşısında Türkiye-Çin ilişkileri, ABD ile gerilim yaratmamak için dikkatle yönetilmesi gerekiyor. Özellikle son yıllarda Çin ile artan ticaret hacmi, Türkiye için önemli bir fırsat sunmakla beraber bu ilişki ABD’nin tepkisini çekmeyecek şekilde dengelenmeli. Aynı zamanda, ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı, Türkiye için yeni fırsatlar da yaratabilir. Örneğin, ABD pazarına Çin yerine ihracat yapma imkanı, Türk sanayi ve tarım sektörü için önemli bir avantaj sağlayabilir. Türkiye, bu fırsatları değerlendirerek ihracatını artırabilir.
Bunun yanı sıra, Türkiye’nin BRICS, ASEAN ve AB gibi çok taraflı ekonomik iş birliklerini güçlendirmesi, büyük güçlerin ekonomik baskılarına karşı bir sigorta görevi görebilir. Özellikle Hindistan ve Rusya gibi ülkelerle kurulacak ortaklıklar, Türkiye’nin küresel ticaret savaşlarının olumsuz etkilerinden korunmasına yardımcı olabilir. Buna mukabil Türkiye’nin kendi ticaret politikalarını geliştirmesi ve yerli üretimi desteklemesi, bu süreçte hayati öneme sahip. Yerli savunma sanayii ile başlayan milli ekonomi hamlesinin güçlendirilmesi, Türkiye’yi dış ekonomik şoklara karşı daha dirençli hale getirecektir.
Sonuç olarak, Trump’ın ticaret politikaları küresel ekonomide yeni bir “Berlin Duvarı” hattı oluşturacağa benziyor. Bu süreçte Türkiye, dengeli bir politika izleyerek ticaret savaşlarının yarattığı boşluklardan faydalanabilmelidir. Şurası bir gerçek ki, teraziyi dengede tutmak, hassas ve stratejik bir yönetim gerektiriyor. Küresel ekonomik düzenin kabuk değiştirdiği bu dönemde, Türkiye’nin esnek ve proaktif bir politika izlemesi, gelecekteki ekonomik başarısını belirleyecek en önemli faktörlerden biri olacak.