Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan her yıl güz aylarında olduğu gibi bu yıl da 17-20 Kasım arasında Angola, Togo ve Nijerya gezisine çıkıyor. Bu tür seyahatler kıta ile ilişkileri geliştirmek için son derece önemli. Fakat bu yılı farklı kılan bir şey var: 17-18 Aralık 2021’de 3. Türkiye-Afrika Zirvesi yapılacak. Bu ziyaretle beraber ev sahipliğini yapacağımız zirvede önümüzdeki on yılın vizyonunu çizmek gerekiyor. 2005 yılının ‘Afrika Yılı’ ilan edilmesinden beri kıtayla ilişkiler çok boyutlu bir şekilde hem gelişti ve dönüştü; hem de genişleme kurumsal ve ikili ilişkiler anlamında ziyadesiyle arttı. Fakat bu konuları entelektüel olarak çalışanlar kadar bu ilişkilerin pratik uygulamasını yapan kurum ve kuruluşlar artık neredeyse birbirini tekrar ediyor. İlişkilerin geldiği boyuta vurgu önemli ama bir taraftan da artık bu bir klişe. İşin özü Türkiye-Afrika ilişkilerinde yeni şeyler söyleme zamanı. Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda Afrika vizyonu ne olmalı? Hangi konularda ilişkiler kendisini yeni formüllerle üretmeli?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Türkiye’nin kıta ülkeleri ile geliştirdiği ilişki azımsanmayacak kadar önemli bir aşama kaydetti, hatta kanaatimce AK Parti iktidarının sorun alanlarından uzak olan en başarılı dış politika girişimi bile denilebilir. Bu açılımı başarılı kılan en temel şey Türk dış politikasında devlet, sivil toplum ve iş dünyası üçlüsünün harika bir koordinasyon ve uyum içerisinde çalışmasıdır. Devlet bir vizyon çizdi, iş dünyası Türkiye-Afrika ilişkilerini karşılıklı çıkar merkezinde sürdürülebilir hale getirdi, sivil toplum ise halklar arasındaki bağı geliştirdi ve güçlendirdi. Bugün bu uyum eskisi kadar yok. Bunun bir kaç sebebi var.
Birincisi Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) negatif diaspora olarak kıtada oynadığı rol belli ülkelerde halen etkili. İkincisi Anadolu merkezli sivil toplum kuruluşları kıtadaki faaliyetlerini eskisi kadar devletle koordine etmiyor, aksine kendilerinin Afrika tahayyülü üzerinden bütün ilişkileri yürütüyorlar. İş dünyası ise Afrika konusunda eskisi kadar iştahlı değil, çünkü hızla zenginleşen Türk işadamları artık yavaş yavaş riskli ticari ilişkilerden kaçınıyorlar, çünkü ellerindekini koruma öncelikli hâle geldi.
Bütün bunların yanında Türkiye’de devlet nezdinde kullanılan Afrika konusundaki söylem ve vizyon en başından beri kullanılan ‘açılım’ söyleminin ötesine çok fazla geçebilmiş değil. İşin ilginç tarafı arazideki ilişkiler söylemin çok çok ötesinde gidiyor. Bugün artık “açılım” ve “kazan-kazan” söylemi tek başına yeterli değil. Peki yeni söylem veya vizyon ne olmalı?
En temelde üç şeyin kilit olduğunu düşünüyorum. İlk olarak Türkiye, Afrika kıtasında nasıl bir oyuncu olmak istediğine karar vermeli. Ankara, Afrika’da insani ve kalkınma yardımı merkezli bir ikincil aktör mu olmak istiyor yoksa güvenlik ve siyasal anlamda belirli stratejik öncelikler çerçevesinde kıtada birincil bir aktör mü? Bu sorunun net bir cevabının olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, kullandığı dilde tüm kıtaya yönelik insani ve kalkınma merkezli bir dış politika söylemi kullanırken; Libya ve Somali dahil sınırlı bir alanda siyasal ve güvenlik merkezli birincil aktör olmak için çabalıyor. Üst perdeden bakılınca Ankara kıtada güvenlik ve siyasal alanda seçici ve geçici olarak birincil, insani ve kalkınma aktörü olarak ise sürekli bir aktör olma derdinde.
Afrika kıtasındaki ülkeler nezdinde kısmen bu durum, Ankara’ya farklı bakışlara ve Ankara’dan farklı beklentilere yol açıyor. Güney Afrika, Nijerya ve yakın zamana kadar Etiyopya gibi kıtadaki kilit ülkeler Türkiye ile nasıl bir ilişki kurulması gerektiği konularında zihinlerini netleştiremediler. Bunun en temel sebebi Ankara’nın Afrika söyleminin kıtadaki küçük ülkeler nezdinde çekici ve anlamlı bir karşılık bulmasına rağmen, aynı söylemin kıtadaki kilit ülkeler nezdinde benzer etkiyi yapmamasıydı.
Türkiye eğer kıtada siyasal ve güvenlik anlamında tam bir aktör olmak istiyorsa kilit ülkelerle yeni bir söylem kurması gerekiyor. 2000’li yıllarda Nijerya ve Güney Afrika önderliğinde Afrika’da yaşanan ‘diplomasinin altın çağı’ ve kıtayı küresel sistemde aktör yapma çabası bugün artık yok. Fakat bu durum kıtadaki yeni arayışları, alternatif çıkışları ve Afrika’yı yeniden konumlandırma çabalarını yok etmiş değil, aksine bu tür aktörler kendilerini kanalize edecekleri yeni mecralar arıyorlar. İşte bu yüzden Güney Afrika başta olmak üzere, Nijerya, Etiyopya ve Senegal gibi ülkeler ile ilişkiler yeniden düzenlenmelidir. İkili ilişkilerin ötesinde bölgesel ve küresel anlamda bir söylem şarttır. Afrika’nın kilit ülkeleriyle kıtada ortak girişimlerde bulunmak (barış süreci yürütmek, devlet inşası veya ortak güvenlik güçleri eğitimi gibi) ve onların gönüllerini okşamak ve sembolik kredi vermek Türkiye-Afrika ülkeleri arasında yaşanan ikili ilişkilerin çarpan etkisiyle bölgesel ve küresel yansımaları olacaktır. Türkiye, şu ana kadar kıtada tek başına hareket etti, bunun temel sebebi hem diğer ülkelerin kolonyal bagajından uzak durmak hem de kıtayı kendi gözüyle tanımak istemesiydi. Bu yaklaşım şu ana kadar son derece doğruydu ve başarılı oldu. Bundan sonra bunun bir tık gelişerek çok boyutlu ve çapraz ilişkilerle Türkiye’nin kıtadaki etki alanının temerküz edilmesi ve kalıcılaştırılması gerekiyor.
Yeni bir söylem yanında ikincil olarak Türkiye-Afrika ilişkilerinde yeni bir eylem gerekiyor. Şu ana kadar TIKA, YTB, Maarif Vakfı, Yunus Emre ve diğer kuruluşların faaliyetleri yumuşak güç anlamında çok katkı sağladı, fakat artık rutinleşmiş işler eskisi kadar etki yapmıyor. Peki, ne yapmak lazım? Adı geçen kurumların faaliyetleri artarak devam etmeli, ancak bunun yanında Türkiye kıtada güvenlik sektöründe etkinliğini artırmalıdır. Polis Akademisi’nin kıtadaki birçok ülkeyle polis işbirlikleri teorik anlamda var fakat pratikte etkili ve verimli değil. Hatta geçmiş eğitimlere yönelik olarak ortak bir hafızanın bile olduğunu düşünmüyorum. Milli Savunma Bakanlığı üzerinden kıtayla kurulan ilişkiler ve oralardan eğitim için ülkemize gelenler var, fakat bunun da sistematik ve belirli bir plan çerçevesinde derinleşmesi gerekiyor. Özel güvenlik firmalarımızın ise kıtada etkisi neredeyse yok veya çok nadir. Önerim, Türkiye’nin güvenlik sektörünün belirli bir koordinasyon çerçevesinde kıtadaki güvenlik sektörüyle ilişkilerini derinleştirmesidir. Gerekirse Fransızca ve İngilizce kısa dönemli programlar organize etmeli veya arazide eğitimler düzenlemelidir ki kıta ile ilişkiler farklı bir boyut kazanabilsin. Afrika siyasetinde ordunun rolü yadsınamaz, Sudan gibi ülkelerde olduğu gibi geçici bile olsa oyun dışı kalmamak adına bu alanda geliştirilecek ilişkilerin önümüzdeki dönemde çok önemli olduğu aşikârdır. Tüm bunlara bir de hızla gelişen silah sanayimizin pazarını genişletme politikası da eklenince Türkiye-Afrika ilişkilerinde bu alanın ihmal edilmemesi gerekir.
Türkiye-Afrika ilişkilerinde üçüncü nokta, çapraz dış politika uygulamasının önümüzdeki dönemde kilit olduğudur. Çapraz dış politika ikili ilişkilerden farklı olarak; bir ülkeyle ikili ilişkileri başka ülkeler, bölgeler veya etkili olduğu konular üzerinden şekillendirme çabasıdır. Ankara bağımsız dış politika konusunda ısrarını kurumsallaştıracaksa, çapraz dış politika yürütülmesi bir zorunluluktur. Bu anlamda Rusya, ABD, Çin, Hindistan ve hatta Avrupa ülkeleriyle ilişkileri doğrudan etkileyebilecek kıtada birçok alan vardır. Ankara, Afrika ülkeleriyle ilişkilerine bu gözle bakmalı ve diğer ülkelerle ilişkilerini ya kıtadaki ortak politikalar üzerinden çeşitlendirmeli ya da belirli konuları gerekirse diğer ülkelerle pazarlık konusu yapabilmelidir. Suriye’de iç savaş başlayalı beri Türkiye çapraz dış politika konusunda Ortadoğu’da çok ciddi tecrübe kazandı ve kendisini oyun kurucu olarak kabul ettirdi. Fakat bu çapraz dış politika yapımı diğer bölgelere çok yansımış değil. Afrika ile ilişkilerde bu konuda çok ciddi bir potansiyelin olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.
Türkiye-Afrika ilişkilerinde FETÖ’nün etkisinin azalmasına rağmen bir negatif diaspora olarak varlığını koruduğuna yukarıda değinilmişti. Devletin yoğun çalışmaları sonucu FETÖ’ye ait okulların bir kısmı Türkiye Maarif Vakfı’na devredilmiş durumdadır. Bugüne kadar kıtada FETÖ ile mücadele ikili ilişkiler üzerinden yürüdü ve başarılı oldu. Bundan sonra bu konuda da çapraz oynama vaktidir. Bilindiği gibi D-8 ülkelerinden Pakistan, FETÖ okullarını Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıp Maarif Vakfı’na devretti. Örneğin D-8 toplantılarında bu konunun Pakistan tarafından gündeme getirtilebilmesi, kıtadaki Nijerya gibi ülkeler üzerinde ikili ilişkilerden daha etkili olabilir. En azından bu meselenin Türkiye’nin iç meselesinin ötesinde bir anlama sahip olduğunu göstermesi açısından Ankara’nın diplomatik çabalarını kolaylaştıracaktır. Benzer şekilde Afrika ülkelerinden bu konuda net karar vermiş olanların bu konuyu Afrika Birliği gündemine taşımaları için çalışmak çapraz dış politikanın sunduğu imkânlar arasındadır.
İşin özü, Türkiye-Afrika ilişkileri artık ciddi bir dönüm noktasındadır. İlişkilerin normalleşmesi ciddi bir kazanım iken, rutinleşmesi büyük bir tehlikedir. Dolayısıyla hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Angola, Togo ve Nijerya ziyaretlerinde hem de Aralık ayında yapılacak zirvede Türkiye-Afrika ilişkilerinde yeni dönemin sinyallerini veren vizyoner konular gündem yapılmalı ve yeni bir ufuk gösterilmelidir. Bu anlamda önümüzdeki süreçteki yoğun Afrika diplomasisi ciddi bir fırsat olup, rutinleşen ilişkilere yenir bir boyut katmak açısından iyi değerlen-dirilmelidir.