Cumhuriyet’in ilk yıllarında hutbeler ne söylüyordu?

Mete Yavuz
04:0017/08/2025, Pazar
G: 17/08/2025, Pazar
Yeni Şafak
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Diyanet Merkez Teşkilatı heyeti.
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Diyanet Merkez Teşkilatı heyeti.

Osmanlı’nın son dönemindeki bazı denemelerle başlayan Türkçe hutbe uygulaması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında resmî ideolojinin şekillendirdiği bir din anlayışının aracı hâline getirildi. Gelin Türkçe hutbelerin doğuşundan, tek parti yıllarında minberlerden yayılan resmî ideolojinin güdümündeki hutbelere kadar yakın geçmişte hutbe meselesine daha yakından bakalım.

Son haftalarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Türkiye genelinde okuttuğu cuma hutbeleri, önceki dönemlere kıyasla çok daha fazla dikkat çekmeye başladı. Bunun en önemli sebebi konuların güncel problemlerden seçilmesi ve bu sorunlara dair sahih İslami kaidelerin açık ve net bir üslupla ortaya konulması. Cuma hutbelerinin asıl muhatabı olan “cuma cemaati”nin tepkilerine bakıldığında, bu değişimin olumlu karşılandığı görülüyor. Ancak dinin kamusal alanda görünür olmasından öteden beri rahatsızlık duyan kesimler, müminlere Allah’ın emirlerini hatırlatmaktan ibaret olan bu hutbelerden dahi huzursuz oluyor.

Pek bilinmese de hutbelerin Türkçe okunmasının tarihi çok eski değil. Osmanlı’nın son dönemindeki bazı denemelerle başlayan Türkçe hutbe uygulaması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise resmî ideolojinin şekillendirdiği bir din anlayışının aracı hâline getirilmesi başta olmak üzere çeşitli merhalelerden geçip günümüze kadar ulaştı.

Hatta denilebilir ki hutbeler, en yoğun biçimde tek parti yıllarında, bugün dini amaçlarına uygun şekilde irad edilen hutbelerden rahatsız olan kesimlerin fikirsel öncülleri tarafından ideolojik bir araç olarak da kullanıldı. Gelin Türkçe hutbelerin doğuşundan, tek parti yıllarında minberlerden yayılan resmî ideolojinin güdümündeki hutbelere kadar yakın geçmişte hutbe meselesine daha yakından bakalım.

Türkçe hutbe uygulaması nasıl doğdu?

Osmanlı’da hutbelerin daha anlaşılır olması ve güncel konulara değinmesi gerektiği yönündeki tartışmalar 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gündeme gelmeye başlamıştı. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde hutbelerin dili ve içeriği, halka ulaşma ve toplumu aydınlatma hedefi doğrultusunda önem kazandı. Ali Suavi ve Muallim Naci gibi dönemin bazı münevverleri de bu meseleyi sıkça dile getiren isimler arasındaydı.

Türkiye’de bilinen ilk Türkçe hutbe 1911’de Bursa’da Ali Şeyh el-Arab tarafından okunmuş, 1916’da Balıkesir’de Hafız İsmail Efendi de benzer bir uygulamaya imza atmıştır. Cumhuriyet’in ilanından önce ise, 24 Kasım 1922’de İstanbul Fatih Camii’nde Kırşehir Milletvekili Ahmet Müfit Kurutluoğlu, ayet, hadis, hamdele ve salavat bölümleri hariç olmak üzere hutbeyi Türkçe irad etmiştir.

1925’te TBMM’de hutbeler meselesi yeniden gündeme gelmiş, Çankırı milletvekilleri Talat ve Ziya Beyler, Diyanet İşleri Reisliği’nin Türkçe bir hutbe mecmuası hazırlamasını ve Türkçe hutbe okunmasının zorunlu hâle getirilmesini teklif etmişti. Yapılan tartışmaların ardından Diyanet İşleri Başkanlığı bir heyet aracılığıyla Türkçe hutbe kitabı hazırlatmaya ve hutbelerin standartlaştırılmasına karar verdi. 1927’de alınan kararla, hutbelerin dua bölümleri Arapça kalmaya devam ederken, mev’ize kısımları Türkçe okunmaya başlandı.

1927 Şubat’ında, 51 hutbenin yer aldığı ilk Türkçe Hutbe kitabı yayımlandı. Bu eserde, her hutbenin başında ve sonunda Arapça dua ve salavat bölümleri ile Arapça ayet ve hadisler yer alırken, asıl öğüt kısmını içeren mev’ize bölümü Türkçe olarak hazırlandı. Türkçe ibadet hamlesinin bir parçası olarak 5 Şubat 1932’de İstanbul Süleymaniye Camii’nde Hafız Saadeddin Kaynak tarafından hutbenin tamamı Türkçe olarak okunsa da bu geçici bir uygulama olarak kalmış ve genel olarak 1927’de belirlenen esaslar devam ettirilmiştir.

Tek partinin hutbeleri

Tek partili yıllarda hutbelerin içeriği, halifeliğin ilgasıyla başlayan ve hutbelerin “Cumhuriyet'in selamet ve saadetine” okunmasıyla devam eden sembolik değişimle birlikte, bir yıl sonra alınan Türkçeleşme kararıyla daha dünyevi bir hal almıştı. Bu süreçte 1927’de yayımlanan ilk resmi Türkçe Hutbe mecmuası, Diyanet İşleri Riyaseti’nin müşavere heyeti azasından Üryanizade Ali Vahit’in hutbe kitapları ve 1936’da büyük ölçüde yenilenen Yeni Hutbelerim mecmuası, siyasi merkezin beklentilerini yansıtmakla birlikte beden disiplininden nüfus politikalarına kadar uzanan geniş bir içerik zenginliğine sahipti.

Diyanet, hutbelerde iman, ibadet ve ahlaka daha fazla öncelik verirken, dönemin siyasi elitleri ve münevverleri toplumsal ve ekonomik meselelerin daha ağırlıklı işlenmesini talep ediyordu. Hutbeler aile ve evlilikten birlik ve beraberliğe, emek ve ekonomiden kamu sağlığı ve hijyene, milli savunma ve güvenlikten üretim ve tasarrufa kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayarak toplumu belirli idealler doğrultusunda şekillendirmeyi hedeflemekteydi.

“Hususiyle bugün emir sahibi olan hükümet eski zamanlarda olduğu gibi sırf saraylarda kendi heveslerine halkı çalıştıran, Müslümanların alın teriyle saraylarını, köşklerini ziynetlendiren, her Müslümanın, her Türkün bir senelik kazancını bir saatlik zevk ve sefasına feda eden hükümet değildir.”

1927 yılında yayınlanan Cumhuriyet Devrinde Türkçe Hutbeler kitabında şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:

“Ey Müslümanlar, en büyük ibadet Allah’a itaattir. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a itaat edin ve resule itaat edin ve sizden emir sahibi olana itaat edin buyurmuştur. Sahib-i emr hükümet-i cumhuriyemizdir.

Eğer hükümete itaat olmaz ise dünyanın nizamı ve düzgünlüğü bozulur. Hep işlerimiz karmaşık olur. Her kuvvetine güvenen bir hükümdar kesilir. Adalet, emniyet ve selamet ortadan kalkar. Kimse can ve malına emin olamaz. O zaman Allah’a ve resulüne de itaat kalmaz. İşte bunun içindir ki Cenab-ı Hakk sahib-i emr olan hükümete itaati kendine ve Peygamberine itaate mukarin buyurmuştur.

Hususiyle bugün emir sahibi olan hükümet eski zamanlarda olduğu gibi sırf saraylarda kendi heveslerine halkı çalıştıran, Müslümanların alın teriyle saraylarını, köşklerini ziynetlendiren, her Müslüman'ın, her Türk'ün bir senelik kazancını bir saatlik zevk ve sefasına feda eden hükümet değildir. Bugünkü hükümet milletin özünden kopmuş, milletin kalbinden çıkmıştır, yine milletin kendisindendir. Bugünkü hükümetimizi sevelim. Ona itaat edelim. Çünkü Allah Kur'an-ı Azimüşşan’da bunu emrediyor.

Ey Müslümanlar, dünya ve ahirette felaha ermek isterseniz Allah’ın emirlerine itaat edin ki bunlardan biri de sahib-i emr olana itaattir. Selametimiz, rahatımız ve emniyetimiz için geceli ve gündüzlü uğraşan, yabancılara esir ve köle olmamaklığımız için çalışan, bizi her türlü hayırlara, iyiliklere eriştirmeyi kendilerine vazife bilen emir sahiplerimize inkıyad ve itaatten çıkanlar kendi kuyularını kendileri kazarlar. Kendi elleriyle kendilerini felakete atarlar. Bu hareketleriyle Allah’a da isyan etmiş olacaklarından ahirette de şiddetli azaba düçar olurlar.

İşte ey Allah’ın kulları, size Cenab-ı Hakk’a isyandan sakınmak ve emirlerine itaati tavsiye eylerim. Bu nasihatim sizin her türlü selametiniz içindir.”

Diyanet tarafından basılan Türkçe Hutbeler kitabını hazırlayan Ahmet Hamdi Akseki.

Minberden yükselen ideoloji

Cumhuriyet’in ilk yıllarına ait bu ifadeler, tek parti yönetiminin rejim ideallerini halka hutbeler yoluyla benimsetme çabasını net bir şekilde ortaya koyuyor. Alıntıda görüldüğü gibi Osmanlı dönemi bir devr-i sabık olarak “sırf saraylarda kendi heveslerine halkı çalıştıran, Müslümanların alın teriyle saraylarını, köşklerini ziynetlendiren, her Müslüman'ın, her Türk'ün bir senelik kazancını bir saatlik zevk ve sefasına feda eden” şeklinde kodlanırken halifeliğin kaldırıldığı, medreselerle şer’i mahkemelerin kapatıldığı, tekkelerin susturulduğu ve benzeri sayısız adımla dini kurumların zayıflatıldığı erken Cumhuriyet devri “ulu’l-emre itaat” gibi köklü anlamlara sahip İslâmi bir kavramla meşrulaştırılmaya çalışılıyordu.

Osmanlı'nın son yıllarından bir cemaatle namaz fotoğrafı.

Yakıcı sorunlarla yüzleşen hutbeler

Din-devlet ilişkilerinin görece rahatladığı 1950’deki çok partili hayata geçişten sonra, hutbeler artık tek parti yıllarındaki kadar doğrudan siyasetin diliyle hazırlanmasa da ya siyasetin gölgesinde kaldı ya da asıl meselelerden uzaklaştı. Halka tesir eden, Allah’la bağlarını güçlendiren, yüksek ahlaka yönlendiren ve güncel toplumsal sorunlara değinerek anın sorumluluklarını hatırlatan öğütler ise çoğu zaman cuma ve bayram hutbelerinden değil, hutbeden önce verilen vaazlardan geliyordu. Ancak vaazın etkili olabilmesi, tamamen vaizin bilgi birikimine ve konuyu aktarış biçimine bağlıydı, bu nedenle gerçekten tesirli örneklere nadiren rastlanıyordu.

Her ne kadar hutbenin muhatabı olmayan kesimlerce tepki toplasa ve sosyal medya çukurunda “tık malzemesi” hâline getirilse de, son haftalarda minber, geçmişte olduğu gibi siyasi merkezin megafonu değil, cemaatin kalbine seslenen bir tebliğ kürsüsü olma yolunda ilerliyor. Eğer bu çizgi korunursa, hutbeler toplumun manevi pusulası olmayı sürdürecektir.



#Tarih Penceresinden
#Osmanlı
#Aktüel