Prof. Dr. Celalettin Yavuz / Güvenlik Politikaları Uzmanı
Dünya 20 Eylül 2022 günü bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin’in “kısmi seferberlik” ilanıyla bir kez daha rehavet uykusundan uyandırılmaya çalışıldı. Acaba başta ABD, G7 ve AB ülkeleri olmak üzere, küresel çapta çeşitli eleştiriler ve endişelerin yüksek sesle dillendirildiği bu gelişmeye Rusya’yı iten gerekçe ne idi?
24 Şubat 2022’de, öncelikle Rus yanlısı ayrılıkçıların bulunduğu Donbass (Luhansk ve Donetsk) bölgesine olmak üzere saldırıya geçen Rusya, ayrıca Kiev üzerine de yürümüştü. Genel kanı; yüksek silah teknolojisi ve silahlı kuvvetleri açısından Rusya’nın, Ukrayna’ya oranla kıyaslanamayacak derecede güçlü olduğu idi. Bu “orantısız gücün” birkaç hafta içerisinde hem Donbass bölgesini hem de başkent Kiev’i kontrol altına alacağı değerlendiriliyordu. Saldırıdan iki gün önce Luhansk ve Donetsk’in bağımsızlığını tanıyan Rusya’nın savaştaki siyasi hedeflerinin Kiev’in ele geçirilerek Zelenski yönetimini sonlandırmak ve bağımsızlığını ilan eden iki bölgenin kontrolünü sağlamak olarak değerlendirilmekteydi. Bu maksatla Kiev ile doğudaki ayrılıkçı bölgeler arasındaki demiryollarının kesiştiği stratejik Harkiv şehri ile Kırım – Rusya arasındaki karayolu bağlantısını kesintisiz gerçekleştirecek ulaştırma hatlarının elde edilmesi önemliydi. Ukrayna silahlı kuvvetleri ve üsleri, Avrupa’dan Ukrayna’ya olası ulaştırma terminalleri, ülkenin enerji damarlarını besleyen nükleer santraller de gene askeri hedefler arasındaydı. Tabii ki Ukrayna’nın dış dünya ile deniz ticaretini sağlayan başta Odesa olmak üzere Karadeniz kıyısındaki limanlarının da abluka edilmesi hayati öneme sahipti.
Beklenen süratli ve seri bir “Yıldırım harekatı”nı gerçekleştiremeyen Rusya, aksine oldukça yaklaştıkları Kiev’i ele bile geçirmekten bir süre sonra vazgeçti. Birkaç hafta içerisinde Rus silahlı kuvvetlerinin verdiği asker kaybı ve harp silah/araçlarındaki zayiat Ukrayna tarafından her hafta açıklanmaya başlandı. Bu açıklananlar “psikolojik harekat”ın bir unsuru olarak abartılı görünse ve Rusya tarafından yalanlansa da, Rusya’nın uzun süre kendi kayıplarını açıklamaması, Ukrayna’nın verdiği bilgilerin doğru olduğu yönündeki kanıları güçlendirdi. Hele de Odesa önlerindeki Ukrayna füzeleriyle batırılan Moskova kruvazörünün, Rusya tarafından önce fırtına sebebiyle battığı şeklinde yayımlanan haberine Ruslar bile inanmadılar.
Ukrayna’nın Odesa önlerinde tesis ettiği mayınlar sebebiyle bu limana karşı bir amfibi harekat gerçekleştiremeyen Rusya, bazı askeri hedefleri füzelerle vurmakla yetindi. Bazıları serbest kalarak akıntı sebebiyle ulaştıkları İstanbul Boğazı girişinde bile tehlike yaratan mayınlar, sadece bu limanın dış dünya ile temasını kesmedi, aynı zamanda Rus savaş gemilerinin de limana girişini engellediler.
Rusya, uzun bir aradan sonra 80 gün süreyle taş üstünde taş bırakmadığı, Azak Denizi kıyısında ve Rusya-Kırım arasındaki ulaştırma hattı üzerinde bulunan Mariupol şehrini ele geçirdi. Birkaç hafta sonra da uzun çatışmalar sonunda Zaporijya Nükleer Santrali önce kontrol altına alındı, ardından da ele geçirildi. Bu esnada santralın çevresindeki topçu atışları sebebiyle nükleer sızıntı olabileceği kaygısıyla bölge ülkeleri ve Avrupa hop oturup, hop kalktı.
Rus kuvvetleri “çantada keklik” görülen ayrılıkçı bölgelerden Luhansk’ta oldukça geç sayılacak bir tarihte, Temmuz 2022 başlarında kontrolü sağlarken, Donetsk’te daha büyük sıkıntılarla karşılaştı. Genellikle orta/uzun menzilli füzeleriyle Ukrayna’nın hayati öneme sahip askeri ve sanayi bölgelerini vuran Rusya, Ağustos 2022 ortalarında Donetsk’teki sözde bağımsız ülke yönetiminin “yönetim” binasının Ukrayna kuvvetleri tarafından vurulmasını önleyemedi. Bir bakıma bataklığa saplanan Rusya’nın beklediği zafer umudu kesilmiş gibiydi.
Yukarıda Rusya’nın, Ukrayna’ya karşı “orantısız güce” sahip olduğundan bahsedildi. Bu güç sadece silahlı kuvvetler ile harp silah ve araçları açısından değil, aynı zamanda Rusya’nın ekonomik ve siyasi güç karşılaştırmaları açısından da böyleydi. Ancak Ukrayna, Rusya için sürpriz etkisi yaratan imkanlara sahipti. Her şeyden önce Kırım’ın ilhakı sonrası başlayan ve 2019’da Zelenski’nin iktidarıyla birlikte Ukrayna’nın, ayrılıkçı bölgelerinde olası Rus saldırısına karşı direnecek “milis” güçler yetiştirdiği anlaşıldı. Son derece başarılı “anavatan savunması” yapan Ukraynalı milisler, ayrılıkçı bölgelerdeki Rusya yanlılarına oranla çok daha eğitimli, disiplinli, dirençli ve donanımlıydılar. ABD ve İngiltere’den gönderilen askeri uzmanlarca eğitildikleri gibi, bu ülkelerden gönderilen hava ve tank savunma silahları dahil çok sayıda gelişmiş silahlara da sahip olmuşlardı. Hatta savaş başladıktan sonra pek çok ülkeden “paralı askerler” de Donbass bölgesine intikal etmişlerdi. Bunların bir kısmı Mariupol kuşatması sonrası ortaya çıkmıştı.
Savaş çıktıktan sonra da ABD ve İngiltere’nin Ukrayna’ya ilaveten başlangıçta nazlanan Almanya ile Fransa bile Ukrayna’ya silah yardımını sürdürdüler. AB, ABD, G7 ve AB ülkelerinin Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık askeri yardım kararı sonucunda Rusya’nın başlangıçta görülen “orantısız gücü”nün aslında pek de yüksek olmadığı anlaşıldı. Bunun anlamı Rus istihbaratının sınıfta kaldığı idi. Aslında Savunma Bakanlığı ile bu başarısız istihbarat ve askeri planlamanın en tepedeki yöneticisi, Rusya Devlet Başkanı Putin ile savaş sırasında dış politikada olası gelişmeleri değerlendirememiş olan Dışişleri Bakanlığı’nın da başarısız olduğu ileri sürülebilir.
Savaşla birlikte giderek artan ölçüdeki yaptırımlarıyla Rusya’yı hem caydırmaya, hem de cezalandırmaya çalışan Batılı ülkelere Rusya da karşılık vermeye başladı. Son olarak Avrupa’ya boru hatlarıyla verdiği doğalgazı bir “silah” olarak kullanan Rusya, doğalgazın “Ruble” olarak satılacağını açıkladı. Ardından da özellikle Baltık Denizi tabanından Almanya’ya uzanan Kuzey Akım-1 hattını “bakım gerekçesiyle” kısmaya, kısa sürelerle tamamen kesmeye başladı. AB ülkeleri için endişe verici bu gelişmeler aslında Rusya’nın, Ukrayna savaşına destek veren Avrupa’dan intikam almasıydı. Ukrayna’da umduğunu bulamayan Rusya hırçınlaşıyordu.
Son yıllarda dünyanın adeta tahıl ambarı haline gelen Rusya ve Ukrayna’nın ihtiyaç fazlası tahılı Türkiye’den Bangladeş’e, Mısır’dan Afrika’nın çeşitli ülkelerine ve hatta Avrupa’ya bile ihraç ediliyordu. Ancak Rusya’nın limanlara uyguladığı abluka sebebiyle Ukrayna tahılını ihraç edemez iken, Rusya da ABD ve G7 ülkelerinin çıkardığı çeşitli engellemelerle karşılaşıyordu. Küresel çapta yükselen gıda fiyatları sebebiyle de Rusya suçlanmaktaydı. Türkiye’de de tahıl, bakliyat ile bunların türevlerinin fiyatları süratle fırlamıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşan her iki ülkenin devlet başkanlarıyla görüşerek uzlaşmayı sağlaması sonucunda Türkiye, tarihe “tahıl koridoru” olarak geçen, Ukrayna’nın Karadeniz’deki üç limanından diğer ülkelere tahıl ihracatının yolunu Ağustos 2022 başlarında açmayı başardı.
Bu arada ülke savunmasında oldukça başarılı bir direnç gösterirken, Rus kuvvetlerinin beklenen ilerlemeyi gösteremediğini fark eden Ukrayna, Eylül 2022 başından itibaren mevzi başarılar da kazanmaya başladı. Rus kuvvetlerine verdiği zayiat da cabası… Öyle ki Eylül 2022 ayı ortalarından itibaren Rusya’da alarm çanları çalmaya başladı. Ukrayna, silah gücüyle alınan yerleri gene silah gücüyle alıyordu.
Ukrayna’nın bu küçük ama sinerjisi önemli kuvvet çarpanı etkisi yaratan başarılarının ardındaki en büyük pay Rusya’nın istihbarat, siyasi destek ve lojistik planlama yanında, kendi askerini “haklı savaş” konusunda ikna edememiş olmasında aranmalıdır. Aslında Rus halkı da Ukrayna’ya saldırıyı kitlesel olarak benimseyememiş olmalı ki, hem sosyal medya vasıtasıyla Rusya yönetimi eleştiriliyor, hem de Moskova dahil pek çok Rus kentinde savaş aleyhtarı gösteriler düzenleniyordu. Yani “psikolojik harekat” da Ukrayna veya Ukrayna yanlısı ABD ve AB tarafından çok daha iyi yönetilmekteydi.
Savaş sebebiyle 5,5-6 milyon civarında, çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşan Ukraynalılar başta komşuları olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine sığındılar. Bir zamanlar Suriyeli sığınmacıları ülkeye almamak için dikenli teller ve silahlı polislerle sınırlarda önlem alan Polonya başta olmak üzere, Avrupalı ülkeler Ukraynalı sığınmacıları adeta bağırlarına bastılar. Bu sonuç da cephede Ruslara karşı çarpışan Ukraynalı askerlerin moral ve motivasyonuna önemli güç kattı.
Başlangıçtan itibaren aylarca savunmada kalan Ukrayna, Eylül 2022 içerisinde taarruzi harekata da başladı. Savaşın başlarında ABD ve İngiltere’nin göndermiş olduğu silahlar genellikle savunma maksatlı (tanksavar ve hava savunma) silahlar iken zamanla bunlara taarruzi karakterli yenileri eklendi. Haziran 2022 ayından itibaren ABD üretimi HIMARS adlı çok namlulu roketatar silahları gönderilmeye başladı. Özellikle çatışmaların oldukça sert geçtiği Harkiv, Zaporijye ve Herson bölgelerinde menzili 450 km’yi geçebilen bu silahları kullanan Ukrayna, Rus kuvvetlerine karşı beklenmedik kısmi üstünlükler kurdu. Ukrayna, savunmadan taarruza geçtikçe Rusya da Batı ülkelerini Ukrayna’ya silah verdikleri için daha fazla eleştiriyordu. Ama Ukrayna’nın ele geçirdiği mevzilerde Rus askerlerinin ağır silahlarını bıraktıklarına bile şahit olunuyordu. Bunun anlamı Rus ordusunda çözülmenin başladığıdır…
Bu arada sözde bağımsız Donetsk ve Luhansk yönetimleri 23-27 Eylül 2022 tarihleri arasında referandum kararı aldılar. Rusya, bu referandum sonuçlarını tanıyacağını açıklarken, Türkiye de dahil pek çok ülke bu kararı eleştirdiler. Hemen ardından 21 Eylül 2022’de Rusya Devlet Başkanı Putin, “Ulusa sesleniş” konuşmasında Batı ülkelerini Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtmakla suçlayarak, kısmi seferberlik ilanını duyurdu. Anlaşılan o ki Ukrayna savaşında yeni ve ilave kuvvetlere ihtiyaç vardı. Yakın geçmişte silahlı kuvvetlerden ayrılmış 300 bin kişi, bir eğitimden geçirilerek gerektiğinde “ülke savunması” için kullanılacaktı.
Putin konuşmasında, Batı ülkelerinin liderlerinin Rusya’ya karşı “kitle imha silahları, nükleer silahlar kullanma olasılığına ve kabul edilebilirliğine izin verdiğini” ifade ederken, konuşmasının devamında Rusya’nın, NATO ülkelerine oranla çok daha gelişmiş imha gücü yüksek silah sistemlerine sahip olduğunu, Rusya’nın toprak bütünlüğünün tehdit altına girmesi halinde Rusya’yı ve ülke insanlarını korumak maksadıyla tüm imkan ve kabiliyetlerin kullanılacağını açıkladı. Putin aslında “Rusya sıkışırsa, nükleer silah da kullanabilir!” demek istiyor ve dünyayı dehşete düşüren bu konuşmasını da “Bu bir blöf değildir” diyerek sonlandırıyordu.
Rusya, dünyanın en büyük nükleer silah başlığına sahip ülkedir. Bunlar içerisinde karadan ve denizaltılardan atılabilecek kıtalararası balistik nükleer füzeler olduğu gibi, taktik maksatla kullanılabilecek (uçakla, topla veya torpidolarla) kısa menzilli ya da orta menzilli nükleer silahlar da mevcuttur.
Hatta Rusya, halen en süratli hipersonik füzelere de sahiptir. Ancak Putin’in nükleer silahları telaffuz etmesi sadece Batılı ülkelerce eleştirilmedi, aynı zamanda son dönemlerde “zoraki müttefik olarak görülen Çin tarafından da “diplomatik çözüm yolu bulunması” yönündeki ifadelerle de örtülü olarak eleştirildi.
Normal koşullarda Rusya’nın nükleer silah kullanması beklenemez. Çünkü kullanırsa, Rus hedeflerine kilitlenmiş ABD’nin benzer nükleer silahlarına hedef olacaktır. Ancak gerilimlerin yükseldiği anlarda en az rastlananlar sağduyu sahibi devlet adamlarıdır. Daha önceki iki dünya harbinin de başlangıcı incelendiğinde bu açıkça görülebilmektedir. Ukrayna’da köşeye sıkışan Rusya’nın en azından taktik nükleer silah kullanmayacağının garantisi yoktur. Ya sonra?