
Dijital dönüşümün başarısı, teknoloji ile hukuk ve etik arasında kurulan dengede yatıyor. Bir yandan yeni teknolojileri cesurca denemek gerek, diğer yandan insan haklarını, adaleti ve hesap verebilirliği koruyacak mekanizmaları baştan tasarlamak gerekiyor.
Bilgisayarımın ekranında e-Devlet kapısının tanıdık arayüzü açıktı. Birkaç tıklamayla askerlik belgemi ve sabıka kaydımı indiriyor, vergi borcumu kontrol ediyor, hatta yıllar öncesinde emek verdiğim bir diplomamı ve sertifikalarımı inceliyordum. Eskiden bunlar için resmi dairelerin koridorlarında beklemek gerekirdi. Şimdi ise bürokrasi, parmaklarımın ucunda akıyordu. Düşünüyorum da, dijitalleşen devlet işleri, yaşamımıza hız ve kolaylık getirirken aynı zamanda yepyeni bir dünyanın kapısını aralıyor. “Kodların ve algoritmaların yönettiği bir kamu hizmeti”. Bu dönüşümün ilk işaretlerini heyecanla karşılıyor, her yenilikte eskiye dair bir güçlüğün çözüldüğünü görüyorum.
Bu dijital bürokrasi vaadi, yalnızca belgeleri çevrimiçi almaktan ibaret değil. Yakın gelecekte daha da otomatikleşmiş süreçler hayal ediyorum. Örneğin, bir vatandaş belirli bir yaşa geldiğinde ya da gerekli koşulları sağladığında sosyal yardım ödemesinin kendiliğinden başladığını düşünün. Ya da ilk kez tapu müdürlüğüne adım atmadan evinizi satabildiğinizi… Bu mümkün mü? Blokzincir tabanlı akıllı sözleşmeler sayesinde neden olmasın! Dünyanın farklı yerlerinde arazi tapu kayıtlarının blokzincire taşındığını ve ev satışlarının dijital ortamda birkaç dakikada tamamlandığını artık biliyoruz.
DEVLET KAPISINDAKİ MÜHÜR YERİNİ BİR SATIR KODA BIRAKIR MI?
Türkiye de bu teknolojik dönüşüme hızla giriyor. Artık araç satışında ödeme adımı yine noterden ancak bu defa blokzincir tabanlı sistemle gerçekleşiyor, hem de hızlı, şeffaf ve geriye dönük değiştirilemez bir güven altyapısıyla. Noter hâlâ masada ancak dijital çağın kurallarına adapte olmuş bir aracı olarak hukuk sistemi içinde. Bu teknolojik bir kolaylıkla birlikte hukukun işlem güvenliğini de yeniden tanımlayan bir adım. Artık belgeler yanında, doğrulanmış veri akışı konuşuyor. Bu gelişme, mahkemeler için de bir işaret fişeği niteliğinde. Şeffaf, denetlenebilir, güvenli işlem modeli adım adım yargıya da uzanıyor. İsveç’te yapılan bir pilot projede, alıcı ile satıcı elektronik imza ile onay verdikten sonra yazılım, ödemeyi doğrulayarak tapu kaydını otomatik güncelliyor. Böyle bir düzende ne sahtecilik endişesi kalıyor ne de haftalarca süren bekleyiş. Türkiye’de de tapu işlemlerinin çevrimiçi ortama taşınması için çalışmalar yapılıyor. Elbette, bizde tapu devri için resmî memur onayı şart olduğundan, bu hayali tam anlamıyla yaşamak yasal değişiklikler gerektirecek. Fakat fikrin kendisi bile insanı heyecanlandırıyor. Devlet dairesinin kapısındaki mühür, yerini bir satır koda bırakabilir mi?
SEÇİMLERE GÖLGE DÜŞER Mİ?
Başka bir senaryo ise şu. Genel seçim günü oy vermek için sandığa gitmiyorsunuz, bunun yerine blokzincir tabanlı güvenli bir uygulama üzerinden oyunuzu kullanıyorsunuz. Oylama süresi biter bitmez algoritma tüm oyları sayıp sonucu ilan ediyor. Oyların çalınması ya da yanlış sayılması imkânsız, çünkü sistem şeffaf ve değişmez kayıtlara dayanıyor. Bir teknoloji meraklısı olarak bu fikir bana çekici geliyor. Ancak içimdeki demokratik vatandaş temkinli, ya sistemde bir açık çıkarsa? Bir satır kod hatasının koskoca bir seçimi gölgeleme ihtimali ürkütücü. Anlıyorum ki, dijitalleşme ne kadar ilerlerse ilerlesin, bazı alanlarda hata payına asla yer yok. Seçim güvenliği, üzerinde en küçük riski bile kaldırmayacak kadar kıymetli. Bu yüzden, e-oylama hayali ufukta belirse de, teknoloji tamamen olgunlaşmadan ve gerekli tüm önlemler alınmadan bu hayalin peşinden koşmak gerçekçi olmayacak.
ROBOT MEMURLAR
Günlük idari işlemlerde de otomasyonun ayak seslerini duyuyoruz. Geçen gün bir yapı ruhsatı başvurusunu düşündüm. Mühendislik belgeleri, harç dekontu hepsi çevrimiçi yükleniyor ve geriye sadece memurun onayı kalıyor. Peki bu onay da otomatik olsaydı? Sistem, tüm koşulların tamamlandığını görür görmez ruhsatı kendi kendine üretip bana iletseydi? Kulağa inanılmaz geliyor fakat teknik olarak mümkün. Şu an bile vergi dairelerinde pek çok hesaplama yazılımlar tarafından yapılıyor ve memurlar yalnızca özel durumları inceliyor. Bazı ülkelerde vergi beyannamelerinin önemli bir kısmı risk analizli yazılımlarla denetlenip onaylanıyor. Kendi kendime soruyorum, bizde de bir gün “robot memur”lar rutin işleri devraldığında, bürokrasi hatırladığımız bürokrasi olmaktan çıkacak mı? Evrak peşinde koşmanın nostaljisi kalır mı, yoksa kimse aramayacak mı insan memurun imzasını?
HUKUKUN GÖLGESİNDE BELİREN SORU İŞARETLERİ
Teknoloji cephesindeki bu gelişmeler beni heyecanlandırsa da, hukukun gölgesinde beliren sorular da var. Bir sabah uyandığınızda bir algoritmanın sizin hakkınızda olumsuz bir karar verdiğini düşünün. Örneğin, vergi sistemindeki otomatik bir program, borcunuz olmadığı halde sizi hatalı şekilde borçlu gösterip hesabınızdan para çekse (üstelik bunu insan eli değmeden yapsa). Ya da emekli maaşınız, sistemdeki bir kod hatası yüzünden aniden dursa. Bu durumda muhatabımız kim olacak? Ekrandaki soğuk bir hata mesajı mı, yoksa karşımızda derdimizi anlatabileceğimiz bir memur bulabilecek miyiz?
Hukuk der ki, idarenin her işlemi kanuna dayanmalı ve yargı denetimine açık olmalıdır. Bu ilkeyi akıllı sözleşmeler ve algoritmalar dünyasına uyarlamak zorundayız. Eğer bir idari işlemi (örneğin bir ruhsat onayı ya da para cezası kararını) bir yazılım otomatik olarak gerçekleştiriyorsa, bu sürecin yasal temelinin net olması gerekir. Aksi halde, kodu yazan kazanır anlayışı ortaya çıkar ki bu, hukuk devletinin kabul edebileceği bir şey olmayacaktır. Bazı ülkeler idari kararların otomasyonunu çerçevelemek için özel yasalar çıkardı bile. Bu sayede, hangi durumlarda tam otomatik karar verilebileceği önceden belirleniyor. Bizde de, gelecekte böyle adımlar atılması kaçınılmaz görünüyor. Devletin algoritma kullanması, ancak yasayla sınırları çizilmişse meşru sayılacak.
ALGORİTMALAR ADİL OLABİLİR Mİ?
Bir diğer endişem eşitlik ve adalet üzerine. Kodlar tarafsız mıdır? Kâğıt üzerinde algoritmalar önyargısızdır diye düşünebiliriz. Ne de olsa onlara duygularını katmadan karar verirler. Fakat gerçek hiç de öyle değil. Algoritmalar, onlara sağlanan veriler ve kurallar kadar adil olabilir. Eğer eğitildikleri veri seti geçmiş önyargıları taşıyorsa, algoritma da aynı hataları tekrarlayacaktır. Dünyada bazı örneklerde, otomatik karar sistemlerinin belirli bir gruba sistematik olarak olumsuz davranabildiği biliniyor. Örneğin bir yapay zekâ destekli yazılımın, kredi başvurularında kadınların taleplerini daha sık reddettiği ortaya çıkmış. Bu gibi olaylar, idari kararlarda da yaşanabilir. Diyelim ki bir belediye ya da kaymakamlık, yapay zekâ ile risk analizi yapıp sosyal yardım başvurularını değerlendiriyor. Eğer algoritma belli kişileri önyargılı biçimde riskli görürse, bu kişiler haksızlığa uğrayabilir. İşte bu yüzden, kamu yönetiminde kullanılan algoritmaların denetlenmesi ve şeffaf olması şart. Kodlar kapalı bir kutu olmamalı, en azından uzmanlar ve gerekirse mahkemeler tarafından anlaşılabilir olmalı ki haksız bir durum varsa düzeltilebilsin.
Şeffaflık meselesi zihnimi kurcalayan diğer konulardan biri. Yıllardır idare hukukunda dile getirilen “kararların gerekçeli olması” prensibi, algoritmik yönetim çağında zor bir sınavla karşı karşıya. Bir memur idarî karar verdiğinde, söz konusu kararı yasal düzenlemelere dayandırıp gerekçesini yazar. Peki bir yapay zekâ karar verdiğinde, onun aklından geçenleri nasıl bileceğiz? Kod satırları, özellikle de kendini yenileyebilen bir yapay zekâ kodu, sıradan bir insanın anlayamayacağı kadar karmaşık olabilir. Fransa bu konuda öncü adımlar attı. Kamuda kullanılan algoritmaların vatandaşlarca talep edildiğinde anlaşılabilir açıklamalarını sunmayı yasal zorunluluk haline getirdi. Bu yaklaşım, devletin “kara kutu”ya dönüşmesini engellemeyi amaçlıyor. Yine şöyle bir sahne düşünün. Bir vatandaş idarenin otomatik bir işlemini dava ediyor ve hâkim karşısında “bu karar nasıl alındı?” diye soruyor. Eğer ortada ne kod ne de algoritma raporu varsa, hâkim nasıl bir denetim yapabilir ki? İşte bu yüzden, dijital idarenin şeffaflığı teknik ve hukuki zorunluluk olmalı. Gerekirse kamunun kullandığı kritik seviyedeki algoritmaların kaynak kodları ya da en azından çalışma prensipleri kamuya açık olabilmeli. Karar alma mantığı denetlenebilir olmazsa, hukuk devleti ilkesi algoritmaların gölgesinde kalacaktır.
NEYSE Kİ SON SÖZÜ HUKUK SÖYLEYECEK
Yine de içimizi ferahlatan bir nokta var. Hangi yöntemle alınırsa alınsın, idarî işlemlere karşı itiraz ve dava yolu her zaman açık. Anayasamız gereği, idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. Yani bir karar ister memur imzasıyla gelsin ister yazılımdan çıksın, mağdur olan vatandaş mahkemeye başvurabilir. Uygulamada bu nasıl olacak sorusu ise henüz tam yanıtını bulmadı. Muhtemelen idare, algoritmik bir kararda da sorumluluğu üstlenecek, “kararı ben vermedim, bilgisayar verdi” diyemeyecek. Nitekim Avrupa’da da kişilere otomatik kararlara itiraz edip insan incelemesi talep etme hakkı tanınıyor. Bu, bana umut veriyor. Demek ki teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, hukuk son sözü söylemekten vazgeçmeyecek.
MERHAMET VE VİCDANI NASIL ÖLÇECEĞİZ?
Bunca otomasyondan bahsedince, aklıma şu soru takılıyor. İdarenin her kararı gerçekten tam otomatik olabilir mi? İdare hukukunda takdir yetkisi diye bir kavram var. Bazı kararları kanun, memurun insafına ve değerlendirmesine bırakır. Örneğin disiplin cezası verilecek bir memurun durumunda cezanın türü ve miktarı konusunda insan faktörü devreye girer. Bir amirin o anki koşullara, kişinin geçmişine, iyi niyetine bakarak karar vermesi beklenir. Bu “insan dokunuşu”nu, dijital bir sistemde birebir taklit etmek çok zor. Kodlar katıdır. Ancak önceden tanımlanmış senaryolara göre çalışırlar. Yapay zekâ gelişip belli ölçüde öğrenme kabiliyeti kazansa da, merhamet ve vicdan gibi kavramları nasıl ölçeceğiz? Belki bir gün duygusal zekâya sahip yapay sistemleri bile konuşuyor olacağız, ama bugün için idarenin her alanını algoritmalara emanet etmek ihtiyat gerektiriyor.
KIRMIZI DÜĞME
Burada “acil fren mekanizması” olarak adlandırabileceğimiz bir ihtiyaç ortaya çıkıyor. Diyelim ki bir akıllı sözleşme bürokratik mekanizmada otomatik olarak işliyor. Her şey yolunda giderken beklenmedik bir durum oldu. Kod, öngörülmeyen bir şekilde yanlış bir iş yapmaya başladı ya da kamu yararına aykırı bir sonuca gidiyor. Ne yapacağız? İşte bu noktada, sistemi derhal durduracak bir kırmızı düğmeye ihtiyaç var. Teknoloji dünyasında buna “kill switch” deniyor. Bu sistem acil durumlarda makineyi etkisiz hale getiren bir sigorta gibi çalışmaktadır. Özellikle internet üzerinden ya da dijital platformlardan yapılan işlemlerde artan dolandırıcılık vakalarında bu “kill switch” etkili bir çözüm olabilir. Zira vatandaş savcılığa gidip hakkını arayana kadar, dolandırıcı kurbanın parasına dünya etrafında dört tur attırıyor. Avrupa Birliği, akıllı sözleşmeler için yakın zamanda bu tür vakalara karşı “kill switch” zorunluluğu getirdi. Yani tamamen kontrolden çıkmış, dolandırıcılık emaresi bulunan ve durdurulamaz yazılımlar söz konusu olduğunda, gerektiğinde işlemi askıya alabilecek önlemler şart koşuldu. Bu gelişme bize şunu gösteriyor. Hukuk, en yenilikçi teknolojilere bile gerektiğinde “dur” diyebilmeli. Devletin kullandığı algoritmalar da asla kendi başına buyruk birer efendi olamaz. Her zaman çekilebilecek bir frenleri, basılabilecek bir durdurma düğmeleri olmalı.
Türkiye’de de kamu kurumları yapay zekâ ve otomasyon konusuna ilgili. 2021’de açıklanan Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi, kamuda yapay zekâ kullanımını teşvik ederken aynı zamanda etik ilkelere de vurgu yaptı. Bu stratejiyi okurken, aslında tüm bu konuştuklarımızın bir devlet politikası olarak da gündemde olduğunu görmek beni rahatlattı. Demek ki karar vericiler de şunu çok iyi biliyor: Dijital dönüşümün başarısı, teknoloji ile hukuk ve etik arasında kurulan dengede yatıyor. Bir yandan yeni teknolojileri cesurca denemek gerek, diğer yandan insan haklarını, adaleti ve hesap verebilirliği koruyacak mekanizmaları baştan tasarlamak gerekiyor.
YASAL METİNLERİN MODERN MÜREKKEBİ
Bu dijital dönüşüm günlüğümün sayfalarını kapatırken, kendi kendime şunu not ediyorum. Teknoloji, hukukun kadim ilkelerinin yerine tabii ki geçmeyecek, ancak şu çok net, onları hayata geçirmenin yeni bir aracı olacak. Kodlar, yasa metinlerinin modern mürekkebi gibidir, mürekkebin kendisi adaleti getirmez, ancak o mürekkebi yöneten “irade” getirir. Bunun da altı çizilmeli. Dijitalleşen idare eğer doğru yönlendirilirse, belki de hukukun üstünlüğünü daha somut, daha şeffaf bir biçimde tesis edebilir. Aksi halde, bir otomasyon fetişizmi içinde kaybolur gideriz. Ben ihtiyatlı bir iyimserlikle, dijital devlete geçişin bize daha hesap verebilir, daha hızlı ama aynı zamanda daha adil bir kamu düzeni getirebileceğine inanmak istiyorum.
Yine de sorular bitmiyor. Kodlarla yönetilen bir dünyada, insan onurunu ve haklarını korumayı başarabilecek miyiz? Dijital devlet, vatandaşın güvenini kazanabilecek mi? Bu soruların yanıtını zaman gösterecek. Bizlere düşense, bu dönüşümü sorgulayarak, merakla ve sorumluluk bilinciyle izlemek ve gerektiğinde o kırmızı düğmeye elimizi uzatmaktan çekinmemek.