Diğer peygamberler gibi Allâh tarafından insanlığa örnek ve rehber olarak gönderilen Hz. Peygamber (sav), eğitime çok önem vermekteydi. Çünkü ahlakî erdemlere haiz yeni bir toplum inşâ etmek ile görevliydi. Bu yeniden inşâyı gerçekleştirmenin yolu da insanları eğitmekten geçmekteydi. Zaten O (sav) da kendisinin bir öğretmen olarak gönderildiğini buyurmuş, bu sebeple de içinde bulunduğu toplum fertlerini eğitmek ile risâlet görevine başlamıştı. Özellikle de toplumun yarını ve geleceği olan çocukların eğitimine özel bir ilgi gösterirdi. Onlara hitap edebilmesi için kalplerini ve gönüllerini kazanması gerekirdi. Çünkü yüreğine girilemeyen çocuk eğitilemezdi. Bunun farkında olan Hz. Peygamber, küçük muhataplarının gönüllerine dokunabilmesini kolaylaştıran–bugünkü modern eğitimin de kabul ettiği–birtakım eğitim metodu kullanıyordu.
William A. Ward gerçek öğretmeni şöyle tarif eder: “Sıradan öğretmen anlatır geçer, iyi öğretmen açıklar, yetenekli öğretmen uygular ve gösterir, gerçek öğretmen ise ilham kaynağı olur.” Bu değerlendirmelere baktığımızda Hz. Peygamber’in diğer insanların ve hatta topyekûn bütün varlıkların hayatını güzelleştirmeye uğraştığını ve bir eğitimci olarak da değil sadece ümmeti için, aslında bütün bir insanlık için ilham kaynağı olduğunu görmekteyiz. Bu açıdan O’nun yukarıdaki öğretmen kategorilerinden Gerçek Öğretmen kategorisinde değerlendirilmesi gerektiği de ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber’i başarılı bir eğitimci kılan özellikler şunlardır:
Resûlullâh (sav) bir rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Allâh merhametlidir, yumuşaklığı sever. Sertliğe ve sertliğin dışındaki şeylere vermediği (ecri) yumuşak huyluluğa verir." Kendisini bir öğretmen ve yine güzel ahlakı tamamlayıcı olarak gönderildiğini ifade eden Hz. Peygamber, insanlara akılları ve kabiliyetleri ölçüsünde konuşur, yumuşak bir mizaçla dinin emir ve yasaklarını öğretirdi. Yine O (sav), herhangi bir olumsuzluk karşısında önce o olumsuzluğun sebebini araştırır, varsa alternatif sunar, en son cezalandırma yoluna giderdi.
İster erkek, ister kız; ister öz ister üvey olsun çocuklar arasında ister maddi isterse şefkat, sevgi, merhamet gibi manevî alanda olsun herhangi bir ayrım yapılmamalıdır. Hz. Peygamber: “Allâh öpücüğe varıncaya kadar her hususta çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever” sözleriyle bu konuya ne kadar çok önem verdiğini ve dikkat ettiğini gösterir. İnsan fıtratında bulunan ve insanda gayrı iradî bir şekilde bir duygu olarak oluşan sevgide eşitlik ve adalet olmaz. Ancak söz konusu çocuklar olunca adalet ilkesinden hiçbir şekilde taviz olmaz. Çünkü çocuklar, ebeveynlerinin kendileri ile kardeşleri arasında adalet ve eşitliğe ihtimam gösterip göstermediklerini yakından takip ederler. En küçük bir adaletsizlik ve eşitsizliğe karşı tepkilerini ortaya koydukları gibi bu durum onlarda güvensizliğe sebep olur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber (sav), kendi çocukları arasında son derece adil davrandığı gibi çocuklarına sevgi, şefkat ve merhamet göstermeyenlere karşı da çok şiddetli tepki gösterirdi.
Hiçbir zaman insanları somurtkan bir çehreyle karşılamayan Hz. Peygamber, söz konusu çocuklar olunca onları daima güler yüzle, sevgi sözcükleriyle karşılamıştır. Hz. Peygamber, her fırsatta çocuklara şefkatle yaklaşmış, onları öpmüş, kucağına almıştır. Büyüklerde takdir edilme ihtiyacı ne ise küçüklerde de sevilme ihtiyacı aynı şeydir. Hatta çocukların gelişiminde, şahsiyetlerinin oluşumunda ve sosyalleşmelerinde sevgi, gıda hükmüne geçtiği için büyüklerdeki takdir edilme ihtiyacından çok daha önemli ve ehemmiyetlidir. Hz. Peygamber, şefkatini çeşitli şekillerde izhar etmiştir.
Çocuk eğitiminde dikkat etmemiz gereken hususlardan biri de onların büyüklerinin hal ve hareketlerini gözlemleyerek bunları yapmaya çalıştıklarının farkında olmamızdır. Çocuk aile büyüklerinin davranışlarında dürüstlük görürse o da bu nitelik üzere yetişir. Anne-baba her açıdan çocuklarına örnek olmalıdır. Çocuk ebeveyninin değer yargılarını örnek olarak benimser. Onların hareketlerini, konuşmalarını, hal ve hareketlerini taklit ederek onlara benzemeye çalışır. Taklit, çocuğun bir nevi çevresine uyum sağlama faaliyetidir. Dolayısıyla ebeveynler, çocuklarına öğüt verirken bu öğütleri, sadece kavlî değil aynı zamanda fiilî olarak da, yani davranışlarıyla da vermelidir. Çünkü sözde kalan öğüdün herhangi bir etkisi de yoktur. Fakat çocuğu yönlendirip ona bazı öğütler vermek, bazı yanlış davranışlarını düzeltmek için uygun vakitlerin seçilmesi gerekir.
Yetişkinleri çileden çıkarma konusunda usta olan çocuklar, bunu başardıklarında da bir köşeye çekilip kıs kıs gülerler. Hâlbuki herhangi bir kabahat işlediğinde birkaç defa görmezden gelinip azarlanmadığında çocuğun o eylemi kendiliğinden sönüp gider. Çünkü çocuk, işlemiş olduğu bir kabahat karşısında sık sık azarlandığında artık cesaretlenir ve o zamana kadar gizli yaptığı şeyleri açıktan yapmaya başlar. Bu sebeple işlediği kabahatinin zararları tatlı dille anlatılsa, çocuk bir müddet sonra o tür fiillerden uzaklaşır. Yaklaşık on yıl Hz. Peygamber’in hizmetinde bulunan Enes b. Malik’in anlatımından Resûlullâh’ın bu konuda ne kadar hassas olduğunu görmekteyiz. Henüz bir çocuk olan Enes’in benliğinde yer eden şu aktarım çok önemlidir: Hz. Peygamber’e on yıl hizmet ettim. Bana bir şey buyurup da gevşek davrandığım veya ihmal ettiğim bir iş hususunda beni bir kere olsun ayıplamadı. Hz. Peygamber ev halkından biri beni ayıplayacak olsa onlara, “Üstüne varmayın, gücü yetseydi yapardı” diyerek bana arka çıkardı.
En etkili anlatım araçlarından biri olan hikâye, iletişim kurmanın da en doğuştan gelen şeklidir. Bu teknik sayesinde en zor konular bile rahatlıkla anlatılır ve dinleyicinin hatırında kalıcı bir etki bırakır. Özellikle çocukların aklen ve fikren uyanık olmasını sağlar. Bu yöntemi Hz. Peygamber çokça kullanmıştır. Ancak O’nun anlattığı kıssalar geçmişte yaşanmış, hurafelerden uzak ve gerçekliği olan hikâyelerdir. Dolayısıyla ebeveynler ile eğitimciler hikâyeci yöntemini kullandıklarında buna dikkat etmeleri gerekir. Böylece çocukların hem tarih alanına ilgi duymaları hem bu yolla tarihte vukû bulmuş birçok olaydan haberdar olmaları hem de o hikâyelerden kendilerine bazı ahlâkî dersler çıkarmaları mümkün olur.