
27 Mayıs darbesine kadar bilinen 11 cunta vardı. 6 askeri darbe girişimi oldu. Bu girişimlerden hiçbiri CHP ve ‘Milli Şef’ten bağımsız değildi. Yeni Şafak, 27 Mayıs’ın 65. yıl dönümünde, CHP’nin darbelere öncülük ettiğini gösteren yeni belgeler yayınlıyor.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluktan tutuklanmasıyla Türkiye’de siyasi atmosfer bir kez daha gerildi. Ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi, her zaman olduğu gibi tercihini hukuktan değil, kaostan yana kullandı. Meşruiyeti tartışılan bir kongre ile CHP’ye Genel Başkan olan Özgür Özel, deşifre olan vurgun ağına cevap vermek yerine yolsuzluğu perdelemek için sokak çağrısı yaptı. Çağrının muhataplık seviyesini orta öğretim düzeyine kadar düşüren Özel, bununla da yetinmeyerek iktidarı cuntacılıkla suçladı. Özel'in, dış basına yaptığı açıklamaların ana teması da aynı vurgu oldu. Peki gerçek darbeci kim? Türkiye’deki darbe, cunta ve muhtıraların organizatörü, en büyük destekçisi kim? Bu sorulara 27 Mayıs 1960 darbesinin 65. yıl dönümünde, yeni belgelerle cevap arayacağız….

DARBELERİN EN BÜYÜK DESTEKÇİSİ OLDULAR
CHP’nin darbelerle dirsek teması, demokrasiye geçişin ilk denemelerine kadar uzanıyor. Atatürk’ün oluruyla faaliyetlerine başlayan Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası, kurulduktan 8 ay sonra CHP’nin tazyikleriyle kapatıldı. Parti, programındaki “Parti, dini düşünce ve inançlara saygılıdır” maddesi nedeniyle Şeyh Said olayından sorumlu tutularak mühürlendi. Partinin kurucularından bazıları da kendini darağacından zor kurtardı. Bizzat Mustafa Kemal’in talimatıyla kurulduğu halde siyasi entrikalarla baş edemeyen Serbest Cumhuriyet Fırkası varlığını sadece 4 ay sürdürebildi.

‘HÜSOLAR YÖNETİMİ ELE ALDI’
CHP'nin terminolojik anlamda ilk darbesi 27 Mayıs'a giden süreç yine çok partili demokrasiye geçme kararıyla başladı. 1946 yılının Ocak ayında CHP’ye rakip olarak Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü tarafından kurulan Demokrat Parti (DP) ilk girdiği seçimleri (1946) eşi benzeri görülmemiş ‘açık oy/gizli tasnif’ uygulaması ile kaybetse de 14 Mayıs 1950 seçimlerinde resmen bir Anadolu ihtilali yaşandı. CHP’nin ‘Hüsolar’, ‘Memolar’, diyerek aşağıladığı köylüler DP’yi ezici bir üstünlükle iktidara taşıdı.

CHP DARBELERİN PERDESİNİ BÖYLE ARALADI
Ancak Cumhuriyet'in ilanından sonra dağa taşa yazılan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” düsturu sözde kaldı. Daha pusulaların mührü kurumadan darbe perdesi aralandı. Seçim gününün akşamı komutanlar iktidarı kaybeden İsmet İnönü’yü Çankaya Köşkü’nde ziyaret ederek ‘bir emri olup olmadığını’ sordu. Halkın tepkisinden korktuğu için sessiz kalan İnönü, sırtını sıvazlayarak uğurladığı darbecilerle irtibatını sürdürdü. Aynı yılın haziran ayında İnönü’ye ‘emri olup olmadığını’ soran kadronun da içinde bulunduğu, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları ile 15 general ve 150 albay darbe planı yaptığı gerekçesiyle emekliye ayrıldı. Bu darbeci temizliği hem CHP’yi hem de güdümündeki askeri kadroyu daha da hareketlendirdi.
10 YILDA 11 CUNTA KURULDU
27 Mayıs’ın gerçekleştirildiği 1960 yılına kadar bilinen 11 cunta kuruldu, 6 müdahale girişiminde bulunuldu. Bu girişimlerden hiç birisi de CHP ve Milli Şef’ten bağımsız değildi. O dönem yine fiilen CHP’li kadroların kontrol ettiği Türkiye’nin ilk istihbarat teşkilatı olan Millî Emniyet Hizmeti Riyâseti’nin (MAH) hazırladığı raporda bu gerçek açık açık itiraf ediliyor. Yeni Şafak’ın ulaştığı “1950-1960 DP iktidarı” başlıklı raporda önce Demokrat Parti “şeriatçılık ve dincilikle” suçlanıyor. Raporda, kamu kaynaklarıyla fonlanıp CHP’nin propaganda araçlarına dönüşen halkevleri ve köy enstitülerinin kapatılması ‘Atatürk’e karşı geri hareketler’ olarak adlandırılıyor, darbe girişiminde bulunan askerlerin ordudan atılması, dini dergilerin çoğalması, cami yaptırma derneklerinin artması eleştiriliyor. Tüm bu girizgahtan sonra CHP ve İsmet İnönü’nün darbecileri örgütlediği özetle şu sözlerle itiraf ediliyor:
İNÖNÜ: MERAK ETMEYİN GEREĞİ YAPILACAK
“Bunlara Demokrat Parti’nin dışında bulunan aydın ve sade vatandaşlar tepki büyüttü. Orduda huzursuzluk ve siyasi tartışmalara yol açmaya başladı. 1954 yılından sonra İnönü ve CHP ordu içerisindeki sempatisini kullanarak bazı subay ve generalleri karşı örgütlenmeye itti. Ordu içerisinde son derece etkisi olan İnönü’nün telkinleri ve çabaları sonucu ordu içinde gruplaşmalar tamamen bertaraf edilmeye ve İnönü’nün ve CHP’nin hâkimiyeti tesis edilmeye başlandı. 1950 yılında her aydın, laiklik ilkesinin hükümet tarafından çiğnendiğini ve kullanılmaya başladığını görmeye başladı. Türkçe okunan ve halkın alıştığı ezanın bir kararla Arapçaya dönüşmesi büyük bir tepki uyandırdı. Subayların büyük bir kısmı Demokrat Parti’ye her şeyi göze alarak kafa tutmaya başladı. Nitekim genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanları İsmet İnönü’yü ziyaret ederek Demokrat Parti’nin şeriatı getireceğini ve tepki göstermek gerekliliğini İnönü’ye arz etti. İnönü ve generaller çok sinirliydi. ‘Gereğinin yapılacağından kuşku duymayın’ diyerek orduyu biraz olsun rahatlatmıştı İnönü.”
Gizli toplantılarda yemin ettiriliyordu
CHP’li kadrolar tarafından hazırlanan MAH raporunda, darbeyi meşrulaştırmak içen DP hükümetlerine bir dizi suçlamalar yöneltiliyor. CHP’nin günümüzdeki propagandalarını anımsatan ifadelerle, “basının susturulduğu, aydınların baskı altına alındığı, CHP’nin parti programlarının engellendiği, siyasi espriler yapan bazı sanatçıların karakola çağrılarak kulaklarının çekildiği” gibi iddialar yer alıyor. Rapor, Başbakan Adnan Menderes’in adım adım takip edildiğini ortaya koyuyor. Menderes’in 1958’de çıktığı yurt gezisinde yapılan takip, bozuk bir Türkçe ile MAH raporuna böyle yansıyor:
ADIM ADIM İZLEMİŞLER
“Adnan Menderes, çıktığı ikinci yurt gezisinin 8 gününde, Bediüzzaman Said Nursi’ye hususi otosunu DP teşkilatı ile emrine vererek tahsis etmiş ve Bediüzzaman’ı Isparta’ya göndermiştir. Bediüzzaman da Menderes’i Isparta’ya davet etmiş. 17 Ekim Pazar günü, Emirdağ’da camilere tuğralı yeşil bayrak asılmış, camilere Osmanlı halifesi geliyor şeklinde yazılar yazılmış, her yer yeşile boyanmış vaziyette Menderes karşılanmaya hazırlanıyordu. Hiçbir yetkili memur kaymakam dahil bayrakları indirmemiş bilakis, Bediüzzaman’ın talebelerine bayrak asılması için belediyenin ve kaymakamlığın tüm olanakları seferber edilmiş, her yer Arapça dua ve yeşil bayraklarla donatılmıştı. Cumhuriyet rejimine, cumhuriyet kanunlarına adeta meydan okurcasına, orduya ve CHP’ye, İnönü’ye gözdağı veriliyordu. İnönü, ordu boş durmuyor, toplantı üstüne toplantı yapıyordu. Ordu, aydınlar ve gazetecilerle ayrı ayrı görüşmeler yaparak Cumhuriyet ve Atatürk inkılaplarını koruyacaklarına dair yemin ettiriliyordu.”




Ordu en büyük iradedir
1950’li yıllarda CHP ve uzantısı olan kurum/kuruluşlar, DP’ye oy veren seçmenleri aşağılamak için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Bugünlerde CHP’ye oy vermeyen seçmenleri aşağılamak için kullanılan ‘Göbeğini kaşıyan adam’, ‘Dağdaki çobanın oyu ile benim oyum bir mi’ gibi yakıştırmaların o günlerde de revaçta olduğu görülüyor. İnönü’ye ölümüne sadık MAH elemanları tarafından hazırlanan raporlarda millet iradesi böyle hiçe sayılıyor: “Millet soyut bir varlık ve manevi bir kurumdur. Her an iradesi yanlış yönlendirilebilir. Milli iradenin anlamsız sosyal bir gerçekle alakası yoktur. Millet iradesi, halk iradesi olabilir mi? Bir cahille, bir eğitimlinin iradesi bir midir? Halk, bilinçli olarak cahil bırakılmış, yoksul bırakılmış, şükretme öğretilmiş, önüne açlık yoksulluk, cahillik seçenekleri sunulmuş ve bu halktan da milli irade kavramı içselleştirilmeye çalışılmıştır. Nazi döneminde Hitler, nüfusun %90’ının iradesi ile iktidar olmuş dünyayı ateşe atmıştır. Her zaman halk iradesi doğrudur demek yanlışın en başlangıcıdır. Esas milli irade günümüz şartlarında askeri güçtür. Milli hedeflerin ele geçirilmesinde yegane belirleyici olan güç askeri güçtür. Kanunları, anayasaları, devletin tüm organlarını koruma ve kollama gücü ordunun elinde olmalıdır. İktidarı cahil yobaz, şeri esaslara göre yönetmeye çalışan şaibeli iktidarlar, Arap hayranı mahluklar ancak ordunun Cumhuriyet'in esaslarını korumak ve kollamak suretiyle iradeyi tamamlamış olurlar. Ordu en büyük iradedir.”