Son yıllarda yaşanan hızlı toplumsal değişme sofralarımızı da etkilemeye başladı. Hayatın hengamesi içinde oradan oraya koştururken aile bağlarımızı bir arada tutan sofralarımızı da ihmal etmeye başladık. Günümüzde insanların yalnızlaşması, bencilleşmesi ve birbirlerine yabancılaşması yemek yeme alışkanlıklarımızın değişime uğramasından kaynaklı. Şimdi kimi evlerde buzdolabı açılıp ne bulunursa tepsiye dolduruyor, geçiyor TV karşısına, tek başına yeniyor yemekler. Kimi evlerde annelerin özenle hazırladıkları sofralarda birlikteliğe ellerdeki telefonlar izin vermiyor. Kimi evlerde sofranın muhabbeti bile yok. Kimsenin vakti yok çünkü. Acıkan dışarıdan söylüyor. Veya karınlar doyurulmuş bir şekilde geliniyor eve. Değişim hayatın bir gerçeği, evet. Fakat değişime ayak uydurabilmek için değerlerimizi yok sayarak koşulsuz teslim olursak aile bağlarımızı kökünden zedeleriz. Dağılan ailelere, savrulan gençliğe bir çözüm arıyorsak evlerimizde sofra kurmalı ve o sofra etrafında tüm aile fertleriyle bir arada bulunmaya gayret etmeliyiz. Konu üzerine biraz durup düşünmemiz gerekiyor!
Bir evin ocağında pişen yemeğin kokusu kadar insanı mutlu eden, onu geçmişe götüren anlar yok denecek kadar azdır. Pişen yemek aştır, annedir, ailedir, birlik beraberliktir. Hepimizin hatıralarında vardır değil mi bu tablo? Kökeni avcı toplayıcı atalarımıza kadar gider. İnsanlık tarihi kadar eski yemek kültürümüzde yeme içme maceramız daha ana rahmine düşmemizle başlar. Doğduktan sonra ağzımıza konulan tatlı bir şey, anne sütü ve mamalar, doğumumuz şerefine verilen yemek davetleri; Mevlit, sünnet, asker, nişan, düğün, bayram yemekleri; iftar, sahur sofraları; barış, iş, piknik yemekleri, misafir davetleri bizlere bir sofrada oturma kültürünün hayatımızda ne denli yer kapladığının bir göstergesidir.
Ülkemizde boşanma oranları Avrupa›ya yaklaştı. Nedenini hiç düşündük mü? Evlerde düzenli sofra kültürünün yaşatılmaması, temel nedenlerden biri... Halbuki keyifli bir yemekte, özenle hazırlanmış bir aile sofrasında her sorun konuşulup çözüme kavuşturulabilir. Çünkü aile olmak, bir sofra etrafında oturabilmeyi gerektirir. Peygamber Efendimizin (sav) ümmetine tavsiyelerinden biri olan aynı sofrada aynı yemeği yemek aile muhabbetini arttırır, birbirinin derdini kendi derdi bilip dertleştirir, birlik ve beraberliği çoğaltır. Sofra bizim için sadece bir karın doyurma yeri değil aynı zamanda tüm aile bireylerini bir araya getiren, kimi zaman hüzünlerin, kimi zaman sevinçlerin, bazen sorunların, bazen çözümlerin paylaşıldığı, muhabbet için kurulan, yine muhabbetle kaldırılan aile meclisleridir.
Aile medeniyeti sofrada kurulur. Bir evde sofralar özenle hazırlanıyorsa o sofra, aileye şifa olur. Ninelerimiz dünya kelamı etmeden yapardı yemeklerini. “Ya Bismillah” der, başlarlardı hazırlamaya. Var olsunlar, halen devam ettirenler var. Mevlevihanelerdeki aşure yapımına bakın, ne dualarla ne zikirlerle hazırlanır o aşureler. Yiyene şifa olur. Hani “şifa niyetine” diyoruz ya. İşte oradan geliyor bu tabir.
Sofra sadece karın doyurmak için kullanılan bir araç olarak düşünülmemelidir. Yemeğin görüntüsü, en az lezzeti kadar önemlidir. Lalettayin hazırlanan sofralar iyi bir yemeğin katilidir. İyi bir aile sofrasında yemekler özenle hazırlanmalı, en güzel sofra gereçleri aile bireyleri için kullanılabilmelidir. Hemen herkesin evinin vitrininde veya evin bir köşesinde misafirler için bekletilen sofra takımları vardır mesela. Bardağı, kaşığı, çatalı, tabağı, servis tabağı, masa örtüsü… Belki de kaç çeşit… Neden aile bireyleri kullanamaz bunları?
Bir aile medeniyetinden bahsediyorsak büyük bir itinayla saklanan sofra gereçleri öncelikli olarak ev ahalisine çıkarılmalı, aile sofraları özenle hazırlanmalıdır. Bunun için illa doğum günü, evlilik yıldönümü gibi özel günleri beklemeye gerek yok. Normal günlerde de bir mum iliştirin mesela masanıza. Bahçede veya saksıda yetiştirdiğiniz bir menekşeyle veya yenilebilir bir bitkiyle sunun yemeğiniz. Çocuklar o masaya oturunca sofranın ne kadar önemli bir mesele olduğunu, kendilerinin de ne kadar değerli olduğunu hissetsin. Bu ufak dokunuşlar sofrayı bir sanat eserine dönüştürür. Şimdi bir bu sofrayı düşünün bir de lalettayin hazırlanmış, masanın üzerine rastgele atılmış, iş olsun da bitsinden başka his vermeyen bir sofrayı... Hangisinden lezzet ve şifa alırsınız?
Sofra deyip geçmeyin! Yapılan araştırmalara göre, ailesiyle düzenli olarak bir sofra etrafında toplanıp yemek yiyen çocuk ve gençlerin aileye karşı güven ve aidiyet hisleri artıyor. Duygusal ve zihinsel anlamda daha sağlıklı bireyler olarak yetişiyor. Davranış ve iletişim becerileri gelişiyor, özsaygı artıyor. Obezite ve ruh sağlığı gibi problemlere yatkınlık azalıyor. Sofra kültürü, tabii sağlıklı beslenmeyi de beraberinde getiriyor. Ailesini bir sofra etrafında buluşturan anne babalar ise diğer anne babalara kıyasla daha mutlu ve daha az stresli oluyorlar. En önemlisi, sofranın birleştirici ve düzenleyici mekanizmasıyla aile bağları güçleniyor. Bir sofra etrafında toplanıp birlikte yeme kültürünü yaşatan ailelerin güçlü bağlarını yemeği farklı saatlerde, ayrı yiyen ailelerde bulmak mümkün değil. Yani iyi bir ruh hali ve mutluluk için iyi yemek (doğru beslenmek), birlikte yemek, ailece bir sofranın etrafında toplanmak şart.
Boşanma oranlarının Avrupa’yla yarıştığı ülkemizde dağılan ailelere, savrulan gençliğe bir çare arıyorsak soframızın başına geçmeli, düzenli sofralar kurmalı ve aile bireylerinin en keyif aldığı vakitlerin birlikte yemek yediğimiz vakitler olmasına gayret etmeliyiz. Hiç olmazsa akşam yemeklerinde, olmuyorsa haftada bir, o da olmuyorsa ayda bir bile olsa istisnasız tüm aile üyelerinin bir sofra etrafında toplanıp muhabbetle yemek yemesi, o aileyi ayakta tutan, güçlü ve mutlu kılan en önemli faktördür. Sofra adabını ve mutfak kültürünü kaybeden toplumlar beraberinde birçok değerini de yitirir ve farkında olmadan başka milletlerin kültürleriyle yaşamaya başlar. Sofra medeniyetimizi yeniden ihya edersek bunu net söylüyorum, Allah’ın izniyle hiçbir kuvvet bizi birliğimizden, dirliğimizden alıkoyamaz. Sofralarımıza sahip çıkalım! Acımızı tatlımızı ortaya, öfkemizi kenara koyalım.
Malzemeler: 2 su bardağı haşlanmış nohut
1/2 su bardağı tahin
1/2 çay bardağı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı kimyon
1 tatlı kaşığı tuz
1 yemek kaşığı tereyağı
4 dilim pastırma
Hazırlanışı: Nohutları 1 gece veya en az 4-5 saat öncesinden ıslatalım. Sindirimi kolaylaştırması ve daha kolay pişmesi için suyuna 1 tatlı kaşığı karbonat ekleyebilirsiniz. Suyu süzelim ve tekrar sudan geçirelim. Pişirme tenceresine alıp üzerine su ve tuzun yarısını ekleyelim. Normal bir tencerede 45 dk pişirelim. Haşlanmış nohutu süzelim. Bir kabın içine alıp tahta tokmakla veya blendırla ezmeye başlayalım. İçine sırasıyla tahin, zeytinyağı, kimyon ve kalan tuzu ekleyip iyice pürüzsüz bir hal almasını sağlayalım. (Burada malzemelerin eklenme sırası önemli) Toprak güveç kâseye koyup 200 derece ısıtılmış fırında 10 dk üstünü kızartıalım. Doğranmış pastırmayı tereyağında kavurup yumuşattıktan sonra sıcak humusun üstüne gezdirelim. Pastırmalı humus-u âla’mız hazır. Afiyet şifa olsun.