
Prof. Dr. Mehmet Kavukçu, Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi şantiyesinde gerçekleştirdiği “Buzdan Nakış” performansı doğanın zorlu koşullarında bile üretmeye devam eden Anadolu kadınının gücünü simgeliyor.
Sanatın, doğayla iç içe geçtiği performanslar, izleyiciye yalnızca estetik bir deneyim sunmakla kalmıyor; aynı zamanda derin anlamlar barındıran anlatılar da kuruyor. Prof. Dr. Mehmet Kavukçu’nun Baksı Kültür Sanat Vakfı, Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi şantiyesinde gerçekleştirdiği “Buzdan Nakış” performansı da tam olarak böyle bir anlatıyı gözler önüne seriyor. Kadının üretkenliği ve dayanıklılığını vurgulayan eser, doğanın sert koşullarıyla şekillenerek izleyicisini dönüşümün kaçınılmazlığı üzerine düşündürmeye davet ediyor. Aynı zamanda kadın eğitimi, istihdamı ve güçlendirilmesi vizyonunun yaratıcı bir yansıması olarak, doğanın zorlu koşullarında bile üretmeye devam eden Anadolu kadınının gücünü simgeliyor. Sanatçıyla bu özgün performansının hikâyesini, sanatında doğayla kurduğu ilişkiyi ve taşrada sanat üretimini konuştuk.
Baksı Müzesi kurucusu Hüsamettin Koçan hocam, birgün bir telefon açtı ve süreç bu şekilde başladı. Hüsame Köklü Kadın Eğitim Merkezi için bir proje önerisi istiyordu. Bu teklif beni heyecanlandırdı çünkü doğada, buzla, karla zorlu şartlarda bir dil oluşturmak uzun zamandır benim çalışmalarım arasında. Onun ötesinde burası bir ‘kadın eğitim merkezi’ yaşadığımız bölgede hatta dünyada kadınla ilgili birçok problem var. Bazen haberleri bile dinlemeden es geçebiliyoruz. Çok yıkıcı haberlerle karşılaşabiliyoruz. Böylesi bir durumda kadın eğitim merkezine bir katkı sunmak beni ayrıca mutlu ediyor. Öyle bir mekânda öyle bir hizmetin aracı olmak, bir sanat eseri inşa etmek ve bir söz söylemek beni sevindirdi. Ben de bu teklif üzerine birkaç proje ürettim. Çizimler ve eskizler gönderdim. En son gönderdiğim piramidal bir yapıdan oluşan proje daha çok kabul gördü. Bu proje aslında üç aşamalıydı. İlk aşaması bu buz yapısının oluşturulmasıydı. Kış gerçekten çok zor bir şart. Hava sıcaklığı -20’leri buluyor. Dolayısıyla biz eseri üretirken de zorlukla karşılaştık. Bir defa su problemimiz vardı. Bu sorunu Çoruh Nehri’nden su çekerek çözmeye çalıştık. Ama yine de hava şartlarıyla çekilen su zaman zaman dondu, yeniden açtık, su motorunun içindeki hazne de donabiliyor. Ya da nehir donuyor… Bu anlamda yapı; o zorlu kış şartlarında kadının yaşamış olduğu durumları dile getirecekti. Çünkü kadın sadece kendini ayakta tutmuyor aynı zamanda başta çocukları olmak üzere toplumun geleceğine yön çiziyor. Kadınların hayattaki varlığı böyle büyük bir öneme sahip. Ben de çalışmalarımda hep ‘kadın ve doğa’ ilişkisini kurmaya çalışırım. Çünkü bu iki unsur arasında bir paralellik var; üretkenlik, doğurganlık açısından… Yaratılışın buna göre kurulmuş bir düzeni var. Projenin ikinci aşaması; eserin bulunduğu yere kuş yemleri serperek kuşları da davet etmek istedik. O dağlarda yaşayan kuşlar bundan önceki ziyaretlerimde de beni çok etkilemişti. Kış şartlarında onların orada var olduğunu görmek ilgimi daha da artırdı. Hüsamettin Hocam da bunu çok beğendi. Projenin son kısmında ise kar toplarıyla bir çalışma üretmek istedim. Biliyorsunuz; kar beyazı, saflığı temsil etmesi ve tüm tabiatı beslemesiyle önemli. Görsel olarak da etkileyici bir yanı var.Bayburt’un, dolayısıyla bizim çalışmamızın da çevresini saran tepelerin birinden başlayarak giderek büyüyen bir kar topu oluşturmak istedik. Kartopu için istediğimiz imkâna kavuşamadık ama eseri ve kuşlarla yapılan performansı gerçekleştirdik.
Değişim sanatın doğasına hizmet ediyor
Bu çalışmada durağan bir durum hiç yoktu. Havanın ısınması, soğuması, rüzgar, fırtına… Bunlar zaman zaman eseri zayıflatıyor, kırıyor, parçalıyor. Biz de sürekli su ile destekliyoruz. Ben yaklaşık 15 yıldır bu şekilde buz ile çalışıyorum. Bu dönüşüm, değişimin getirdiği bir heyecanın da olduğunu söylemek gerekir. Değişimi, dönüşümü izliyorsun… Bu işin doğal olmasının en güzel yönü burası. Bir gün sabaha kadar 2-3 kanaldan su veriyoruz ve ertesi gün geldiğimizde eseri bambaşka bir halde görüyoruz. Bu değişim ve dönüşüm aslında sanatın doğasına bence çok güçlü bir şekilde hizmet ediyor. Yaşadığımız dünyanın değişim ve dönüşümüne de mesaj veriyor. Aynı zamanda burada ‘kadın ve nakış’ gibi bir başlık oluştu. Yapıyı buna kurguladık. İçine yerleştirdiğimiz misinalar olsun, demir tellerle ya da koruma telleriyle olsun örgü biçimlerini oluşturuyoruz. Yerleştirdiğimiz malzemeler buz tuttukça bütününde bir nakış, bir doku oluşturuyor. Yaz mevsimi geldiğinde, soğuk hava ve buzlar çekildiğinde de eserimizi bitkilerle öreceğiz. Doğanın ilkbaharda yeşermesi gibi eserimiz de yeşerecek. Sonra zaman içerisinde o yapraklar kızaracak, sararacak ve bu döngü devam edecek. Aslına bakarsanız hayatla çok bağlantılı bir eser.
Benim bir sanatçı olarak önem gösterdim şey: yaşadığım doğanın farkına varmak. Güneş doğuyor, yükseliyor, batıyor. İklimler değişiyor, bütün hayat bu değişim ve dönüşüm üzerine kurulu. Ancak biz bunun farkına varamıyoruz. Sanatçı iyi bir gözlemcidir ve seçip ayırır. Onun için yaşadığımız doğanın farkına varmıyorsak doğadaki varlığımızı da sorgulamamız gerekir. Ben yaptığım çalışmalarda doğanın koruyucusu olmak gibi bir misyon yüklendim. Doğa insanların geleceği için yok ediliyor ama doğa olmadan bir gelecek düşünülemez. O yüzden bu konular üzerine söylemlerim var. Atıklar, çöpler, doğal koşullar üzerine gerçekleştirdiğim performanslar var.
Taşra ile şehrin meselesi aslında aynı
Ben büyükşehirde okudum sonradan Erzincan’a döndüm. Büyükşehirlerdeki insanların sorunları üzerine hareket ettiğim projeler de oldu. Ölüm, şiddet, terör bunlar hem şehirdeki insanın hem de taşradakinin meselesi. Kırsalda tabii ki yaşadığımız doğayla daha çok başbaşayız. Yakın olduğum çevre açık bir doğa ve ister istemez yüz yüze kaldığımız durumlar değişiyor. Ama hemen hemen şehirle aynı sorunları da taşıyoruz: atık gibi, çöp gibi, iklim krizi gibi. Bu yüzden günlük geçici bencilliklerin içerisinden çıkıp daha yüksek değerler, daha insani değerler üzerinden düşünmek zorundayız.
Coşku olmadan insanları etkileyemem
Erzincan’da dekanlık görevim sürüyor aynı zamanda öğrencilere eğitim de veriyorum. Verdiğim sanat eğitiminde ben ‘öğrencilerin edinmesi gereken amaçlar’ üzerinde çok sıklıkla dururum. Özellikle insanı ve doğal değerler üzerinden, tarihi değerler üzerinden hep anlatırım. Bu bilincin oluşması sadece benim yapabileceğim bir şey değil ama ben üzerime düşen görevi yapmaya çalışıyorum. Eğer bir heyecan, coşku oluşturamazsam karşı tarafı etkileyemem zaten. Bir fikir ortaya çıkıyor onun üzerinden heyecan ve coşkuyla o üretim sürecini yaşamazsam öğrenci benden etkilenmez. Çünkü öğrenci hocayı takip eder. Kimisi gözünün ucuyla kimisi de hocanın gözünün içine bakarak takip ediyor. O yüzden benim yaşam dilim bu olmalı. Ve ben yaşam dilimi sanata çeviremiyorsam o zaman benim etki alanım zayıflar. Vermek istediğim mesajlar öğrenciye gitmez. Gönüllü olan birçok öğrencime çalışmalarımda yer de veriyorum. Onlarla birlikte üretip onlarla birlikte bir gayret ve çaba içerisine giriyoruz. Tabii tüm öğrencilere aktarmak mümkün değil ama bir kişiye bile bu heyecan ve coşkuyu aktarabilirsem bu benim için başarıdır. O yüzden sanat eğitimi almak isteyen öğrencilerimizi Binali Yıldırım Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne bekliyoruz.