İngiliz fotoğrafçı James Kerwin 42 yaşında. 2013 yılından bu yana çarpıcı mimariye sahip terk edilmiş yapıların, hayalet kasabaların, harap olmuş ibadet yerlerinin fotoğraflarını çekiyor. 2022 yılında İstanbul’a yerleşen Kerwin, Türkiye’de de 40’tan fazla köyü gezerek buralarda kullanılmayan camilerin muhteşem fotoğraflarını çekmiş. Eylül ayında fotoğrafları 212 Photography Istanbul festivalinde de sergilenecek. James Kerwin ile fotoğraf yolculuğunu konuştuk.
2018 yılının Ocak ayına kadar Norwich’te yaşadım. Son on yılımı terk edilmiş, harap olmuş veya unutulmuş mimari harikaların güzelliğini belgelemeye adadım; ayrıca harabeleri, kültürel miras alanlarını ve terk edilmiş yerleri keşfetmeye başladım. Mimari fotoğraflar çekmeye 2013 yılının sonlarında başladım ve bu beni dünyanın dört bir yanındaki şehirlerin gizli köşelerine ve terk edilmiş alanlarına götürdü. Fotoğraf makinesini ilk kez elime aldığımdan beri yeni deneyimlerin peşinde yaptığım yolculuklar saymakla bitmez. Sonuç olarak, 2019’da kalıcı olarak İngiltere’nin dışına yerleşmeye karar verdim ve ilk olarak Gürcistan’ın Tiflis kentinde bir fotoğraf macera turu şirketi kurdum. Ancak şirketi geliştirdikçe sanatsal yolculuğum da devam etti ve 2022’nin başında İstanbul’a taşındım. Portföyüm büyüleyici mimarilerden oluşuyor ve daha da çarpıcı görüntüler yakalamak için sürekli çabalıyorum. Kolay bir yolculuk olmadı bu ama beni zenginleştirdi. Beklenmedik yerlerin güzelliğinde ilham buluyorum ve bu ilhamı çalışmalarım aracılığıyla paylaşmayı hedefliyorum.
Fotoğrafçılık ve seyahat el ele gider. Fotoğraf çekmeye başlamadan önce Avrupa’yı baştan sona gezmiştim. Portföyüm, seyahat etmemin fotografik hikaye anlatımımın önemli bir bileşeni olduğunu gösteriyor. Çeşitli mutfaklara, dokulara, renklere ve kültürlere olan merakım bana yeni yerlere seyahat etme konusunda ilham veriyor. Fotoğrafçılığa olan sarsılmaz tutkum ve seyahat sevgim, kameramı gerçekten eşsiz yerlere götürebilmem için kapsamlı araştırmalar yapmam ve gerekli tüm lojistiği ayarlamam konusunda bana ilham veriyor.
Aslında bu sadece Türkiye için geçerli, çünkü Türkiye dini mekanlarla dolu bir yer. Ancak İtalya’da Saraylar ve Akıl hastaneleri, Namibya’da Hayalet Kasabalar, Lübnan’da eski evler, Fransa’da Fabrikalar ve Romanya ve Bulgaristan’da çarpıcı Spa hamamları fotoğrafladım. Kısa bir süre önce Slovakya’da ana salonunda piyano bulunan muhteşem bir sarayı çekmek için bir yolculuğa çıktım.
Halihazırda fotoğrafa yaklaşımım net çizgiler ve canlı renk paletleri yakalamaya odaklanıyor, ardından fotoğrafları modern post-processing yöntemleriyle zenginleştiriyorum. Huzuru, arayışı, turistlerle dolu olmayan yerlere ulaşma yolculuğunu seviyorum. Çekim gücü, dürtü, motivasyon bu benim için. Mimari ve fotoğraf neredeyse tamamen bunu yapmamın amacı, gerekçesi.
Evet, çoğu fotoğraf gezisi zorluklarla doludur. Örneğin cami serisini fotoğraflarken Ankara bölgesinde ücra bir köyde lastiğim patladı ve birkaç saat zaman kaybettim. Ama bu da beklenen bir şey, zorluklar olabiliyor. Bir keresinde de Kapadokya’da arabam çamura saplandı. Sorun çözmek fotoğrafçılığın bir parçası ve benim de güçlü olduğum bir nokta ancak mekanlar genellikle herkesten uzak alanlar oluyor. Genellikle (örneğin Romanya) izin istiyorum ve mimari de bu şekilde daha iyi korunuyor. Daha az vandalizm, grafiti vs. Bununla birlikte, Kapadokya’daki bazı terk edilmiş Ortodoks kiliseleri gibi yerler zaman zaman açık bırakılmış oluyor. Artık “acele etmemeye” çalışıyorum, geçmişte bunu çok yapardım. On yılın ardıdan, artık zaman ayırıyorum, önceden araştırılmış önemli noktalara gidiyorum binanın tadını çıkarıyorum ve tüm günümü neredeyse sadece o yere odaklanmış olarak geçirebiliyorum.
Araştırmalarım sırasında İzmir ve Aydın’ı çevreleyen tepelerde bir camiye rastladım. Ziyaret ettiğimde, bu cami daha fazlasını aramam için bana ilham verdi. Aylarca bilgi topladım ve hepsini haritalandırdım. Aslında, daha pek çok cami haritalandırılmış halde elimde, daha sonraki bir tarih için kaydettim - belki bir gün daha fazlasını fotoğraflayabilirim.
Türkiye’de fotoğrafladığım bu ilk seri boyunca yaklaşık 18 kasaba ve şehirden geçtim ve Türkiye’nin yedi geniş bölgesinden beşini kapsayan 40’tan fazla köyü ziyaret ettim. ve elbette, İstanbul’da yaşamama rağmen ziyaret ettiğim her köyde, bir turist/ziyaretçi olarak tamamen yabancı, oraya ait olmayan biri gibi göründüm. Normalde yapının durumu hakkında hiçbir fikrim olmazdı. Ve çoğu zaman uçakla seyahat ettikten ya da saatlerce araba kullandıktan sonra sadece harabeye dönmüş bit yapı buluyordum ya da daha kötüsü hiçbir şey bulamadığım oluyordu- son iki yılda ortak bir tema oldu bu ama artık bu da iş tanımının bir parçası!
Her zaman dünyanın daha az bilinen bölgelerini ziyaret etme ve politikanın insanları ya da yerleri temsil etmediğini ve belki de bir yerde “sadece” turistik noktalardan daha fazlası olduğunu gösterme arzum olmuştur. Bunlar kasabalar, köyler ya da tüm ülkeler olabilir. Örneğin Kapadokya’yı ele alalım - insanlar genellikle sıcak hava balonları gibi birkaç nedenden dolayı oraya gidiyor. Oysa o bölgede çok daha fazlası var. Mimari de dünyamızın kanıksadığımız bir unsuru. Uygarlığımızın geçmişte yaptığı gibi yapılar inşa etmiyor ya da iç mekanları dekore etmiyoruz. Mimari, insanların seyahat deneyimlerinde de büyük bir rol oynuyor. Ben sadece bunu başka bir uç noktaya taşıyorum.
Elbette, karşılaşıyorum! Bir sürü insanla tanıştım ve hepsi çok arkadaş canlısıydı. Bazıları bana çay, bisküvi ve hatta yerel yiyecekler ikram etti. Ve tabii ki zaman zaman neden böyle bir yeri fotoğraflamak istediğime dair bir kafa karışıklığı ve şaşkınlık yaşadıkları da oldu. Şaşırtıcı olsa da ben ülkelerin uzak bölgelerini ziyaret etmeye alışkınım.
Her zaman beklenmedik şeyler olur - benim için bu her fotoğraf çekiminde olağan bir şeydir. İtalya’da eski bir akıl hastanesinin ikinci katında keçilerin belirmesi, mekanlarda saklanmış tuhaf ve alışılmadık şeyler bulmak (örneğin Türkiye’de bir camide pencere çerçeveleri) buna örnek olarak verilebilir. Tehlikeli bir an ise hiç yaşamadım.
Çok çalışın, “nerede çekim yapacağınız” ve “hangi” yolu izleyeceğiniz konusunda kalıpların dışında düşünün ve kendinize inanın. Bir de dışarıdan gelen eleştirilere ve gürültüye aldırmayın. Yolculuğunuzun bir noktasında bunlar karşınıza çıkacak ve siz başardıkça insanlar sizi yıkmaya çalışacak - sadece onları silin, görmezden gelin ve yolunuza devam edin, bu tür insanlara enerji harcamayın. Ve elbette video da artık hikaye anlatımında büyük bir rol oynuyor, çalışmalarınız tam bir paket olacaksa videoyu da içermeli.
Hırvatistan, Karadağ ve Küba’yı 2025 yılında ilk kez ziyaret edeceğim. Bunlar, henüz yeni döndüğüm Kıbrıs gibi, yaklaşan atölye ve fotoğraf turu seçenekleri için keşif gezileri olacak. Bunlar hakkında daha fazlasını web sitemde görebilirsiniz. Kişisel fotoğrafçılık projeleri içinse bekleyip görmeniz gerekecek.