Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz öykücü Füruzan Parasız Yatılı kitabında “Benim gibi yalnız biri için pazarları sevmenin güçlüğü anlatılmaz. Çözülmüş sarsak pazarlar öylesine altı çizilmiş oluyor ki…” diyordu. Pazar günleri, “aile” ile ilişkilendirilir. Ancak sadece aile de değil, insanın kendiyle baş başa kalması da demektir. Belki de bu nedenle pazarları sevmek, kendimizi, hayatımızı sevmekle alakalıdır… Tüm bu düşünceleri bir tarafa bırakıp bu hafta Mehmet Nuri Yardım’ın kapısını çalıyoruz. Niyetimiz belli… Pazarlar hakkında neler düşünüyor diye soracağız. İlk sorumuz, “Klasik bir Pazar gününüzü tarif eder misiniz?”e kendisinin cevabı şöyle: “Size belki tuhaf gelecek ama koronavirüsün ülkemizi ve dünyayı sardığı Mart 2020’den beri pazar gününü diğer günlerden hiç ayıramıyorum. Çünkü salgının başladığı o mart ayının ilk haftasında çalıştığım Mihrabad Yayınları’ndan ayrıldım. O gün bugündür artık temelli, geri dönmemecesine emekliyim. Şimdi şunu sorabilirsiniz: ‘Pazarın geldiğini hiç mi anlamıyorsunuz?’ Şöyle anlıyorum. O gün yazdığım gazetede yazım çıktığı için elbette ‘Pazar’ı kısmen hissediyorum. Onun dışında “Deliye her gün bayram” misali benim için de neredeyse her gün pazar…”
Gelelim ikinci soruya, “Pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için öneriniz nedir?” Yardım, “Pazar günleri veya diğer günler, haşa niçin sıkıntılı olsun?” diyerek başlıyor ve şöyle devam ediyor: “Hele nazlı ve nazenin pazar, can sıkıcı olur mu? Aksine bütün aile fertlerinin hep özlediği, çok sevdiği gündür pazar. Üstelik diğer günlerden onun ne eksiği var ki? İnsan, Allah’ın lütfedip kendisine bahşettiği ‘gün’den hiç sıkılır mı?” Bu cümlelerin ardından Yardım, pazar günlerinden sıkılanlara bazı önerilerde bulunuyor: “Öncelikle kitap okusunlar. Canları hiç sıkılmayacak, aksine hayat onlara çok daha eğlenceli ve anlamlı gelecek. Diyelim ki içeride, kapalı ortamda kalmaktan sıkılıyorlar. Güzel, o zaman da dışarı çıkıp tarihî bir mekânı ziyaret etsinler. Bir külliyeyi, medreseyi, çeşmeyi, sebili temaşa etsinler. Bir sinemaya veya tiyatroya gidip ibret alsınlar. Yeni açılmış bir sergiyi gezip gönüllerini şad etsinler. Tabiatla haşir neşir olsunlar. Ağaçları, çiçekleri, martıları kumruları, börtü böceği yeniden keşfetsinler. Olmadı bir camiye sığınıp ibadet etsinler. Yaradan’a yakarsınlar. Daha ne diyeyim? Bütün bunları denedikleri hâlde yine de canları sıkılıyorsa o zaman da bir psikologa görünmelerinde fayda var.”
Yardım’a “Özellikle Pazar günleri görmek istediğiniz arkadaşlarınız var mı?” sorduğumuzda ise “Altı gün yetmez mi, bir de pazar günleri de mi mülaki olalım arkadaşlarla.” diyor şakayla. Ardından koronavirüsün değiştirdiği alışkanlıklardan bahsederek şunları söylüyor: “Pazar ve bu güne çok benzeyen diğer altı günde dostlarımla elbette tabii ki irtibat hâlindeyim. Size yine hususi bir bilgi arz edeyim. Herkese bunu itiraf etmem ona göre. Ben eskiden de rüya görürdüm ama ayda yılda bir… Çok nadirdi. Şimdi maşallah hemen hemen her gün rüya görüyorum. En çok sevdiğim insanlar ve daha önce çalıştığım işyerleri rüyalarıma giriyor. Şayet rüyamda gördüğüm kişi vefat etmişse, onun ruhuna Fatiha okuyor, dua ediyorum. Yaşıyorsa telefonla arayıp hatırını soruyor, dostluğumu tazeliyorum. Böylece asgari şartlar içinde ‘azami irtibat’ı sağlamış oluyorum. Bir de bu rüyaları yazma faslı var. Bazıları zihnimden çıkmıyor, onları hemen kayda geçiyorum. Çok rüya görenlere ve bunları kaydetmek isteyenlere tavsiyem, yattıkları yere yakın masada veya sehpada bir kalem ile bir defter bulundursunlar. Uyandıkları anda rüyalarını kaleme alsınlar. Aksi takdirde sonraya bırakırlarsa inanın o güzelim düşler, buharlaşır, uçar gider. Tecrübeyle sabittir. Benden söylemesi…”
Yardım’ın pazar günleri favori mekânı evi ve çalışma odasıymış. “Zaten benim odam kitaplardan örülü, dört duvardan ibaret bir mekândır.” diyor. Ardından ise “Kişi, malum olduğu gibi çevresiyle vardır, ailesiyle kaimdir. Ben de bazen bizimkiler (hanım, oğullarım, gelinimiz ve torunlar) program yapınca onlara uyuyorum. Gidecekleri yere ben de katılıyorum. Bu bazen bir yeşil alan olabiliyor, bazen de deniz kenarı. Mütevazı bir mekânda çorba içtiğimiz de çok olur.” cümlerini aktarıyor.
Gelelim son soruya… Pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu? İşte Mehmet Nuri Yardım’ın cevabı: “Sanıyorum ilk yapacağı iş, pijamasını giyip televizyonun karşısına geçen tembel kişilerin ayağına dokunur şunları söylerdi: ‘Hadi kalk bakalım, bu güzel ülke için, bu aziz millet için, bu kutlu ümmet için bir şeyler yap! Bir şeyler düşün, bir şeyler oku, bir şeyler yaz. Zaten haftanın altı günü ekrandan başını kaldırmıyorsun. Bari pazar gününü heba etme. Türkiye için kafa yor. Çocuklarımız, gençlerimiz için bir şeyler tasarla, projeler üret, bunları paylaş. Haydi, uyan, diril, ayaklan, kendine gel ve hareket geç! Gazze, Kudüs, Filistin, Doğu Türkistan, Arakan, Kırım, Kerkük, Halep, Bağdat, Şam, Karabağ, Yemen için neler yapabilirsin?’ Ben galiba ‘Pazar Amca’nın bu önemli ikazını ve sağlam tavsiyesini yıllar önce kendisinden aldığım için, bu müstesna günü iyi değerlendirmeye çalışıyorum.