
Ketebe Yayınları arasında çıkan Şiirin Tanıklığı kitabında Czesław Miłosz’un şiir ve şairler odaklı bu yazıları iyi bir şair ve yazar birikimi ve eleştirmen dikkatiyle kaleme alınmıştır. Heidegger’in deyimiyle “Varoluş şiirseldir” ve şiir bu varoluşun bütün tonlarına tanıklık eder.
Şiir sanatı üzerine batıda doğuda ülkemizde başyapıt değerinde hatırı sayılır birçok eser yazılmıştır. Şiir sanatı kitaplarının çoğu deneme biçiminde yazılsa da günlük, mektup gibi farklı türlerde hatta şiir biçiminde yazılanları da vardır. Mesela bizdeki, şair ilhan Berk’in teknik açıdan eşine az rastlanır cinsten farklı türlerdeki poetika kitapları, bilen için ne kadar önemli. Şiir sanatı kitaplarının bütün edebiyatlarda sınırlı ama bilinçli okurları da vardır. Onlar iyi birer takipçidirler, evvelini de bilirler ahirini de.
Ketebe Yayınları, Exlibris dizisinin açılımlı, oylumlu ve nitelikli poetika kitapları okurla buluşmaya devam ediyor. İşte onlardan biri daha Şiirin Tanıklığı, 1981-1982 Charles Eliot Norton Konuşmaları. Nobel ödüllü Polonyalı şair, yazar, çevirmen ve diplomat Czesław Miłosz’un şiirler ve şairler etrafındaki Benim Avrupamdan Başlayarak, Şairler ve İnsanlık Ailesi, Biyoloji Dersi, Klasisizmle Bir Çatışma, Enkaz ve Şiir, Umut Üzerine adlı altı denemesinden müteşekkil. Miłosz, Polonya’nın seçkin ailelerinden birine mensup, çocukluk yıllarını Çarlık Rusya’sında geçirmiş, 1917’de Ekim Devrimi’ne tanıklık etmiş, hukuk eğitimi almış, 1934 yılında burslu olarak Paris’te kalmış, ülkesine döndüğünde Polonya Radyosu’nda çalışmış önemli bir isim.

VAROLUŞUN BÜTÜN TONLARINA TANIKLIK
Şiirin Tanıklığı, Czesław Miłosz’un şiir ve şairler odaklı bu yazıları iyi bir şair ve yazar birikimi ve eleştirmen dikkatiyle kaleme alınmıştır. Heidegger’in deyimiyle “Varoluş şiirseldir” ve şiir bu varoluşun bütün tonlarına tanıklık eder.
İçindekilerden sonra Şiirin Tanıklığı, güzelliğin hep başka yerlerde, hep aldatıcı olduğunu duyuran nefis bir Czesław Miłosz şiiriyle açılıyor. Bu şiirle bile Miłosz’un şairliğinin gücünü, şiirin tarihsel, ahlaki ve toplumsal tanıklığını, anayurdu için mükemmel dünya ütopyasını anlamamak elde değil. Evet, şiirin amacı tanıklıktır. Peki şiirin tanıklığı tam olarak nedir? Şiirin dili bizi değiştirebilir veya değiştirmeyebilir, ancak içimizdeki değişiklikleri gösterir. Bir depremyazar gibi, şiddet olaylarını kaydeder. Miłosz’a göre şiir ancak bireysel ve kolektif hafızayı koruma işlevini tanıklık ile yerine getirirse büyük şairlerin dünyaya karşı sorumluluklarını da derinlemesine yüklenebileceğini ele alıyor. Özellikle birinci, ikinci ve beşinci denemelerde gözlerinin önünde ülkeleri parçalanmamış şairler kelimeleri parçalayıp kelimelerin içinden sesleri olaylarla karşı karşıya getirirken sesler sahip olmadıkları bir bilgiye tanıklık ediyor. Artık kelimeler hem dilin içinde hem de ötesinde okuyucuyla sessizce yüzleşiyor. Şiirin kelimelerinin bu tanıklığını okurken Czeslaw Milosz, şiirin yalnızca bir olayın betimlenmesi olmadığını, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal bir olay olduğunu hatırlatılıyor okura. Çünkü Miłosz, çığır açan kitaba boşu boşuna Şiirin Tanıklığı adını vermiyor. Büyük bir sorumluluğun bilincinde olduğundan daha ilk denemesinde, kitabın adıyla ilgili “Biz ona tanıklık ettiğimiz için değil, o bize tanıklık ettiği için bu kitabın başlığını şiirin tanıklığı koydum.” açıklamasına da yer vermiştir.
“Nasıl oldu da bir yirminci yüzyıl şairi olmak karamsarlık, alaycılık, bedbinlik ve şüphenin her türünde ihtisas yapmak anlamına geldi?” sorusunun cevabını Miłosz, Walt Whitman, T.S. Eliot, Allen Ginsberg gibi birçok şairde ve onların dizelerinde karşılaştırmalı olarak arıyor. Kendini Pasifik kıyılarına atan, asi Robinson Jeffers bir “insanlık dışı”lığın hayalini umutsuzca şu dizelerde kurar: “Bunu da gözle/ Medeniyet nasıl hızla kabalaşıp çürür; daha iyi/ nitelikleri, öngörü, insanilik, tarafsızlık/ Hakikate saygı ölür ilk; en kötüsü sona kalır” Miłosz’un açıklamalarından şunu anlıyoruz ki insanlık ailesinin üyesi şairler ve onların sözcükleri, tanıklık açısından bir milletin ruhu için birer barometre değerindedir. Havayı değiştiremeseler bile okura havanın nasıl olduğunu gösterirler. Bunun bizdeki en iyi örneği Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiridir. Gerçi yazar şu kanıya da varır: “Şiir bir ritim sanatıdır ancak müzik kadar bir iletişim aracı değildir.” Şiir, dilin dini, siyasi ve toplumsal düşüncenin dönüşümlerine tanıklık etmesini ve gücü nispetinde egemen olmasını sağlar. Ayrıca şair Oscar Miłosz’tan hareketle şiir sanatı ve şairler üzerine ciddi çıkarımlarda bulunur.
Biyoloji Dersi denemesinin girişinde yazar, şairlerin herkesten farkını çocukluklarının hiç sona ermemesine bağlar. Bu, şairler yaşadıkları sürede çocukluğu saklayan bellekleri, çocukluk algıları ve çocukluktan beslenen ilk şiirlerinin, sonra vereceği eserlerin izlerini taşıması bakımından önemlidir. Bunu birazda çocuklukta deneyimlenenlerin yetişkinliği belirlemesiyle ilişkilendirir. Şairlerin hayata, medeniyete katılmak ve aynı zamanda dünya hakkında öğrendiklerinin temelinde ebeveynleri, öğretmenleri ve okul eğitimi vardır. Ama geleneksel olandan çok yeni şartlara uyum sağlayan şiir ancak kendisini değiştirebilir.
SAVAŞ DÖNEMİ ŞİİR ÖNE ÇIKAR
Miłosz, Klasisizmle Bir Çatışmada günümüz şairlerinin yabancısı olduğu ama aynı zamanda farklılığıyla ilgi çeken klasisizmin poetikasını örneklerle irdelemektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Polonyalı şairlerin ilgi alanları ve sorunları bakımından Avrupa’nın diğer ülkelerinin şairlerinden pek farklı olmadıkları hatta aynı kültürel çevreye ait oldukları belirtilir. Savaş yıllarında şiir, yeraltı edebiyatının en baskın türü olarak dikkati çeker. Çünkü Polonya şiiri, birçok ülkenin savaş öncesinde görülen şiir kalıplarından sıyrıldığı vurgulanır. Bunun en büyük nedeni de Avrupa zihninin çeşitli serüvenlerinde görülen çözülme. Bu çözülmeyle şairlerin kendilerini toplumdan soyutladıkları dahi vurgulanır. Ama her şeye rağmen bu zihniyet dönüşümü bir umudu da beraberinde yeşertir. On dokuzuncu yüzyılda çözülmeye, düşüşe olan inanç hemen sonrasında Batı uygarlığının parçalanması ilk olarak ifadesini Rus düşüncesinde bulur. Bütün bu olan bitenlere rağmen insanlık kendi hafızasıyla, yani tarihin içinde yaşar. Birazcık olsun bunu anlamak için Şiirin Tanıklığı’nı okumak gerekiyor.