Tüm dünyada görülme sıklığı giderek artan bir sağlık sorunu olan diyabet, insülin iğnesini sürekli yanında taşımak zorunda olan hastalar için hayatı ciddi ölçüde zorlaştıran bir hastalık. Pankreasın insülin üreten hücrelerinde bozulma olması sonucu ortaya çıkan diyabetin tedavisi günümüzde büyük ölçüde enjeksiyon yoluyla vücuda verilen insülinle sağlanıyor.
Kalp krizi, inme gibi akut komplikasyonlardan uzun vadede ortaya çıkabilen körlük, böbrek yetmezliği, nöropati gibi kronik sağlık sorunlarına kadar birçok ciddi sonucu olabilen diyabet, hastaların insülin iğnelerini sürekli olarak yanlarında taşımalarını gerektiriyor. Hasta konforu açısından çok kullanışlı olmayan bu yöntem, son yıllarda yapılan yoğun araştırmalar sonucu artık tedavideki tek seçenek olmaktan çıkmak üzere. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Özlem Sezgin Meriçliler, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü kapsamında diyabet tedavisinde çığır açan 6 yeni yöntem hakkında önemli bilgiler verdi.
İlk olarak 1920 yılında keşfedilen insülin tedavisi o dönem için devrim niteliğinde bir uygulama olmuştu. İnsülin önceleri hayvanlardan elde edilirken teknolojik gelişmeler sayesinde laboratuvarda insan insülinleri üretilmesi mümkün oldu.
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Özlem Sezgin Meriçliler, halen devam eden araştırmalarda hastanın ihtiyacına göre kısa, orta ve uzun etki süreli insülin türevleri üzerinde çalışıldığını belirtiyor. Hastaya özel tedavi stratejisi geliştirilmesi ve uygulanmasını kolaylaştıran bu yeni türevlerden bazıları yüksek kan şekerini hipoglisemiye yol açmadan 5-10 dakikada düşürmeyi sağlarken, bazılarının etki süresi bir hafta devam edebildiği için haftada yalnızca bir kere uygulanmaları yeterli oluyor.
Her ne kadar yeni insülin türevleri heyecanla beklense de bugüne dek kullanılan tek yöntem olan enjeksiyon ile uygulanma zorunluluğu geliştirilen yeni insülin türevleri için de geçerli. Oysa diyabet tedavisinde kan şekerinin normal sınırlarda tutulması hedefi kadar önem taşıyan bir başka konu ‘hasta konforu’.
Hastanın sürekli enjeksiyon yapması zorunluluğunu ortadan kaldıran ‘solunum yoluyla insülin alma’ yönteminin 2015 yılından bu yana Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanıldığını dile getiren Dr. Öğretim Üyesi Meriçliler, inhale insülinin şu anda yalnızca kısa etki süreli insülinler için alternatif olabildiğini ifade ediyor. Ancak uzun dönem güvenilirliği henüz kanıtlanmamış olsa da kullanım kolaylığı ve etkili kan şekeri kontrolü sağlayan inhale insülinlerin kullanımının hızla yaygınlaşması bekleniyor.
Yemek sonrası bağırsaklardan salgılanan ve görevleri ağızdan gıda alımı sonrası kan şekeri yükselirken pankreasın insülin salgılamasını artırmak olan hormonlara inkretin hormonları adı veriliyor. Bilim insanlarının uzun süre üzerinde çalıştığı ve bu hormonları taklit eden ilaçlar (inkretinler) artık kullanımda.
Etki süresinin uzamasını sağlayarak pankreasın insülin salgılama yeteneğini artıran inkretin ilaçları, klasik tedavilere göre önemli avantajlar taşıyorlar. Kan şekeri kontrolünde çok etkili olan ve ayrıca merkezi sinir sistemi aracılığıyla beyni etkileyerek iştah azaltıcı etki yapan inkretinler, mide boşalmasını yavaşlatarak tokluk duygusunu uzatıyorlar. Böylece diyabet hastalarının bir kısmının en önemli sorunu olan kilo kontrolü sorunu aşılabiliyor.
İnkretinlerin bir diğer önemli etkisinin bu ilaçların kan şekeri düzeyine bağımlı etki göstermeleri olduğunu kaydeden Dr. Öğretim Üyesi Özlem Sezgin Meriçliler, “Yani kan şekeri ne kadar yüksekse inkretinlerin kan şekeri düşürücü etkileri o kadar güçlü, kan şekeri ne kadar düşükse etkileri o kadar az oluyor. Bu sayede hipoglisemi yapıcı etkileri çok azalıyor” diyor. Halen insülin gibi günde bir veya iki kez enjeksiyonla uygulanan inkretinler, ilerleyen yıllarda şu an geliştirme aşamasında olan kibrit çöpü büyüklüğünde bir cihazla kullanılacak.
Günümüzde diyabet hastalarında kan şekeri kontrolü için hastalarda parmak ucundan alınan kanda kan şekerine bakılıyor ve ihtiyaca göre hastaya günde bir ya da birkaç kez insülin uygulanıyor. Elli yıl önceki tedavi yöntemleri ile karşılaştırılınca çağ atlama olarak görülebilecek bu tedavi yine de idealden uzak ve her hastada kan şekeri kontrolünü sağlamakta ve diyabet komplikasyonlarını önlemekte yetersiz olarak yorumlanıyor. Yine son 30 yıldır kullanılan insülin pompalarının ve sürekli kan şekeri takibi yapan monitörlerin, önemli bir gelişme olmakla birlikte, pek çok hastada stabil kan şekeri kontrolü sağlayamadığı ve kan şekerinin yükselmesini ya da şeker düşüklüklerini önleyemediği biliniyor.
Dr. Öğretim Üyesi Özlem Sezgin Meriçliler, son yıllarda sağlık alanında da artık çok yoğun olarak kullanılan yapay zeka uygulamalarının ‘Yapay Pankreas’la artık diyabet hastalarının da hizmetinde olduğunun altını çiziyor. İnsülin pompası ve sürekli kan şekeri monitorizasyonu tekniklerini bilgisayar algoritmaları ile birleştirerek oluşturulan ve ‘yapay pankreas’ (‘biyonik pankreas’) adı verilen cihaz, diğer insülin uygulama yöntemlerindeki birçok soruna çözüm olma umudu taşıyor. Yapay pankreas sürekli otomatik olarak ölçtüğü kan şekerindeki değişime uygun olarak vücuda insülin pompalama özelliği taşıyan bir cihaz. “Akıllı insülin pompası” olarak da nitelendirilen yapay pankreas, kişinin sürekli kan şekeri takibi yaparak insülin düzeyini kendisinin belirlemesi gerekliliğini ortadan kaldırıyor.
Bir başka heyecan verici gelişme ‘akıllı insülin’ adı verilen cilde yapışan bantların keşfi. Bu yöntem yapay pankreastan biraz farklı olmakla birlikte aynı mantıkla çalışıyor. Yaklaşık bir liralık metal para büyüklüğünde ve kirpik inceliğindeki bu yapışkan silikon bant, 100’den fazla mikro iğne taşıyor ve bu küçük iğnelerin ucundaki enzimler aracılığı ile kan şekerini sürekli ölçerek şeker düzeyine göre gereken miktarda insülinin kana karışmasını sağlıyor. Bu yöntem, yapay pankreasla birlikte, diyabet tedavisinde bilim insanlarının en büyük hayali olan “sağlıklı bireydeki kan şekeri metabolizmasını en iyi taklit eden yöntemler olma” potansiyelini taşıyor.
Günümüzde insülin hala sadece enjeksiyonla ya da enjektör tekniği ile çalışan insülin kalemleri / insülin pompaları ile cilt altına uygulanabiliyor. Yıllar içinde daha ince ve kısa iğneler geliştirilerek hasta konforu artırılmaya çalışıldıysa da uygulama sırasındaki acı giderilebilmiş değil. Günde 4-5 kez bu uygulamayı yapan bir hasta için her seferinde acı hissetmek bazen umut kırıcı olabiliyor.
2016 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nden bir grup bilim insanı insülin hapı ile ilgili ilk müjdeyi verdi. Colestosom adı verilen doğal lipid bazlı moleküllerden oluşan bir kapsülün içine yerleştirilen insülin molekülü mide asidinden etkilenmeden barsağa geçip emilerek kana karışabiliyor. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Özlem Sezgin Meriçliler, bu keşfin ilaç şekline dönüşmesi için hala zamana ihtiyaç olsa da kullanım kolaylığının getirdiği umut rüzgarlarının şimdiden heyecan aşıladığına dikkat çekiyor.