Geçtiğimiz aylarda İstanbul Uluslararası Döner Federasyonu (UDOFED), döner kebabının Geleneksel Uzmanlık Garantisi (TSG) statüsü alması için Avrupa Komisyonu’na başvurdu. Bu başvuru, dönerin geleneksel tarifine sadık kalınmasını sağlamak amacıyla, üretim ve pişirme kriterlerini net bir şekilde belirliyor. Kabul edilirse, yalnızca bu kriterlere uygun üretilen ürünler “döner” adıyla satılabilecek. Böylece dönerin kalite standartları garanti altına alınacak ve bu standartlara uymayan işletmeler, sattıkları ürüne “döner” ismini veremeyecek. Yani döner, tıpkı İtalyan pizzası gibi koruma altına alınmış olacak.
Dönerin Türk ürünü olarak tescillenmesi girişimi, Almanya’da sert tepkilere yol açtı. Alman Kebapçılar Birliği, başvuruya karşı çıkarak Almanya Gıda ve Tarım Bakanlığı’na müdahale çağrısında bulundu. Almanlar, Berlin’de icat edildiğini savundukları dönerin ulusal yemekleri olduğunu iddia ediyor ve bu başvuruyu kültürel kimliklerine bir saldırı olarak görüyorlar. İlginçtir ki, birkaç yıl önce Kuzey Kore lideri Kim Jong Un da dönerin babası tarafından keşfedildiğini öne sürmüştü.
Dönerin Türk mirası olduğunun kanıtları
Dönerin tarihi, Türk kültürünün derin köklerine dayanmaktadır. Kaşgarlı Mahmut, Divanü-Lügatit Türk adlı eserinde etlerin şişe takılarak döndürülüp pişirildiği anlatılır. Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli astronom ve mühendislerinden Takiyüddin, 1546 tarihli et-Turuku’s-Seniyye fî’l-Âlâti’r-Rûhâniyye adlı eserinde, üç farklı döner şiş döndürme düzeneklerinden bahseder.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde döneri ayrıntılı bir şekilde tarif eder ve 1660’lı yıllarda Kırım’ı ziyaret ettiğinde, cağ kebabı benzeri bir kebap türünden bahseder. “Elli vukıye gelir bir semîn koyunukurban edüp şukka şukka edip bir demir kebap şişine o koyunun etini şişe saplayıp iki başları ince ortası kalın tek parça et gibi dizerler ki bir zerre yeri birinden taşra dizmezler.” Ayşe Fahriye (1882-83) “İzmir kebabı” adıyla İzmir’de açık havada yatay şiş üzerinde yapılan döneri anlatır. Kuru ateşte susuz pişirme usulüyle geliştirilen döner tekniği ve terimi, Selçuklular döneminden bu yana Osmanlı mutfağında kullanılmaktadır.
1855 yılında İstanbul’da çekilen bir dönerci fotoğrafı, dönerin Türk mutfağında ne kadar yerleşik ve yaygın olduğunu gösteren önemli bir görsel kanıttır. Ayrıca, 1880’li yıllarda İstanbul’u ziyaret eden bir Fransız gezgin, şehrin sokaklarında şiş kebap ve döner kebap olmak üzere iki tür kebabın satıldığını yazar. Bu da dönerin o dönemde İstanbul’da ne kadar popüler olduğunu gözler önüne serer.
Dönerin Almanya’ya yolculuğu, 1960’lı yıllarda Türkiye’den göç eden işçilerle başlar. Göçmenlerin memleketlerinden getirdikleri bu lezzet, Berlin ve Stuttgart’ta açılan ilk döner büfeleriyle Almanya’da hızla popüler hale gelir. Bugün döner, yalnızca Türkler için değil, Almanlar için de vazgeçilmez bir yiyecek olmuştur. Hatta bazı Almanlar, dönerin Almanya’nın milli yemeği olduğunu savunurken, bazı politikacılar ise dönerin Türk yemeği olarak anılmasından rahatsızlık duyuyor.
Almanya Cumhurbaşkanı’nın geçtiğimiz aylarda Türkiye’ye yaptığı ziyarette, bir döner ustasıyla beraber Berlin’den İstanbul’a döner kebap getirip servis ettirmesi, döneri dünyaya bir Alman yemeği olarak tanıtma çabalarının bariz bir örneğidir.
Almanya’da dönerin adı var, kendisi yok
Tüm bu tarihî gerçeklere rağmen, Almanların henüz 50-60 yıl önce tanıştıkları bir yemeği kendilerine mal etmeye çalışmaları ve Türkiye’nin yaptığı tescil başvurusuna bu denli sert tepki göstermeleri anlaşılır gibi değil. Dönerin Almanya’da çok sevilen bir yiyecek olduğu doğru; sadece Berlin’de 1600, Almanya genelinde ise 16 binden fazla işletmede her gün ortalama 550 ton döner satılıyor. Almanya, yıllık 4,5 milyar Euro’luk döner cirosuyla bu yemeğin merkezi haline gelmiş durumda. Hiçbir fast food yemeği Almanya’da döner kadar satılmıyor, tüketilmiyor ve ihraç edilmiyor. Ancak bu, Almanların döner üzerindeki hak iddialarını meşru kılmaz.Türk döneri ile Almanya’daki döner arasında büyük farklar vardır; Almanya’daki döner, aslında döner bile sayılmaz. Almanya’da “şavarma” olarak da adlandırılan bu ürün, yoğun soslar ve çeşitli salata malzemeleriyle farklılaştırılmıştır. Ekmek arası dönerde ete ek olarak mayonez, yoğurt, marul, soğan ve kırmızı lahana gibi malzemeler bulunur.Almanların kendi damak tatlarına göre geliştirdikleri bu farklılıkları anlamak mümkün; hatta bu ürüne özgün bir isim verip milli yemekleri olarak kabul edebilir ve tescilini alabilirler. Ancak kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, Türk mutfağına ait bir ürünü tescil etme girişimimize karşı çıkmaları kabul edilemez. Bu çekişmeyi çözmenin tek yolu, Türk dönerinin standartlarının belirlenmesi ve korunmasıdır.
Asılların tescili şart
“Taklitler aslını yüceltir” düşüncesiyle baktığımızda, Türk mutfağına ait ürünlerin farklı ülkelerde taklit edilmesi, mutfağımızın ne kadar zengin ve değerli olduğunu gösterir. Ancak bu durumun gerçekten olumlu sonuçlar doğurabilmesi ve mutfağımızın mirasının korunabilmesi için tescil ve tanıtım çalışmalarını hızlandırmamız şart. Dönerin gerçek kimliğini korumak ve dünya çapında doğru şekilde tanıtılmasını sağlamak için acilen adımlar atmalıyız. Türkiye olarak, dönerin tescilini ve standartlarını belirleyerek “Türk Döneri” isminin yalnızca bu standartları karşılayan ürünlere verilmesini sağlamalı, ayrıca dönerin tüm dünyada doğru bir şekilde tanıtılmasına odaklanmalıyız.
“Döner, Almanların mı Türklerin mi?” sorusunun cevabı nettir: Döner, Türklerin tarihî ve kültürel açıdan önemli bir mirasıdır. Bu mirasın korunması için elimizden geleni yapmalı, başka ülkelerin sahiplenmesine izin vermemeliyiz. Aksi takdirde, Yunanistan’ın ezelden beri baklava, dolma, yoğurt gibi Türk mutfağına ait ürünleri ismini bile değiştirmeden, sadece sonuna bir “-ki” eki ekleyerek kendi ürünüymüş gibi dünyaya tanıtmasına benzer durumlarla karşılaşırız. Eğer biz kendi mutfağımıza ait ürünleri tanıtmazsak, bir gün mutlaka bu ürünleri tanıtan ve sahiplenen birileri çıkar. Bizler de sadece “aslında o bizimdi” demekle yetiniriz.