Osmanlı’nın dört asır boyunca Kudüs gibi kutsal bir şehri, siyasi ve politik bir zemine çekilmekten koruduğunu ifade eden Akademisyen Ali İhsan Aydın, Tanzimat reformları ve yabancıların Kudüs’e gelmeleriyle birlikte 1882’de İngilizlerin Mısır’a girmesinin Osmanlı açısından tüm Filistin bölgesini ciddi bir tehditle de yüzleştirğinden bahsediyor. Aydın, “19. yüzyılda yaşanan bu gelişmeler Kudüs’ü dini bir merkez olmanın yanında politik bir arenaya da dönüştürdü” ifadelerini kullanıyor. Ali İhsan Aydın’ın, “Kudüs’te Son Osmanlı Nizamı” isimli çalışması bu kutsal şehrin, 19. yüzyılın son çeyreğindeki durumuna mercek tutuyor. Şehrin nasıl idari ve sosyal bir merkez hâline geldiğini, Kudüs’ün idari statüsünden adliye sisteminin modernleşmesine, buradaki mülkiyet anlayışının ve hukukunun değişiminden toplumsal yaşamın çeşitli dinamiklerine kadar geniş bir yelpazede ufuk açıcı bilgi ve yorumlar sunuyor.
Osmanlı idaresi dört asır boyunca Kudüs’ün idaresini sağladı. 19. yüzyıla gelindiğinde ise Tanzimat’la birlikte başlayan ve II. Abdülhamid devrinde zirveye ulaşan Osmanlı’nın modernleşme sürecinin en belirgin örneklerinden biri Kudüs’tü. Kudüs mutasarrıflığı, kapsamlı idari, siyasi ve iktisadi reformların tatbik edildiği sahalardan biri oldu. Şehir, özellikle Mehmed Ali Paşa isyanıyla birlikte siyasi ve politik bir zemine çekildi. Bu dönemde Kudüs’ün de içinde bulunduğu Filistin bölgesi, Avrupalı güçlerin nüfuz alanı hâline gelmeye başladı. Osmanlı bürokrasisinin Hıdiv ailesine pek güvenmemesi, Mısır ile sınırdaş olan Kudüs mutasarrıflığının siyasi önemini artırıyordu. 1882’de İngilizlerin Mısır’a girmesiyle Osmanlı açısından tüm Filistin bölgesi ciddi bir tehditle de yüzleşti. 19. yüzyılda yaşanan bu gelişmeler Kudüs’ü dini bir merkez olmanın yanında politik bir arenaya da dönüştürdü.
“Osmanlı Kudüs’ünde idari dönüşüm: Yönetim ve mülkiyet” başlıklı teziyle doktorasını tamamlayarak akademik alandaki çalışmalarına Osmanlı son döneminde Filistin’deki idari yapının dönüşümü ve mülkiyet meseleleri üzerine yön veren Ali İhsan Aydın’ın, “Kudüs’te Son Osmanlı Nizamı” isimli çalışması VakıfBank Kültür Yayınları aracılığıyla okurla buluştu. Çalışma bu kutsal şehrin, 19. yüzyılın son çeyreğinde nasıl idari ve sosyal bir merkez hâline geldiğini, Kudüs’ün idari statüsünden, adliye sisteminin modernleşmesine, buradaki mülkiyet anlayışının ve hukukunun değişiminden toplumsal yaşamın çeşitli dinamiklerine kadar geniş bir yelpazede ufuk açıcı bilgi ve yorumlar sunuyor.
İmparatorluğun son döneminde Kudüs, özerk bir vilayet için gerekli nüfus ve stratejik öneme sahipti. Buna rağmen merkezi idare tarafından neden özerk bir vilayete dönüştürülmedi?
Kudüs sancağının, herhangi bir vilayete değil de doğrudan İstanbul’a bağlı olması aslında o dönem için yeni bir şey değildi. Daha önce de Kudüs’ün bir vilayet haline getirilerek statüsünün yükseltilmesi vâki olmuştu. Hatta müstakil bir sancak olarak da İstanbul’a bağlı olduğu zamanlar olmuştu. 1872 yılında nihai olarak sancak statüsünü muhafaza ederken doğrudan İstanbul’a bağlı hale getirilmesinin ardından yerel aktörler doğal olarak vilayet statüsü talep ettiler. Çünkü Kudüs mutasarrıflığı her ne kadar bir sancak olsa da kurumsal yapısı, nüfusu, demografisi ve teopolitiği nedeniyle diğer sancaklardan ayrılıyordu.
Ancak Osmanlı bürokratlarının bu konuda çekinceleri vardı. Taleplere cevap verirken gelirlerin vilayet teşkilatını ayakta tutmaya yetmeyeceğini söylüyorlardı. Başlarda Şam merkezli Suriye vilayetinin güçlü valileri de Kudüs’ün vilayet olmasına itiraz etmişti. Fakat sonradan bu konuda ikna oldular ancak II. Abdülhamid ikna olmadı. Çünkü Kudüs mevcut idari yapısıyla doğrudan İstanbul’a bağlı olduğunda oradaki tüm kararlar İstanbul’un onayını ve müdahilliğini gerektiriyordu. Bu durum her ne kadar bazı zamanlar krizlerin çıkmasına neden olsa da Kudüs’ün, İngilizler tarafından işgal edilmiş olan Mısır’a sınırdaş olması ve büyük devletlerin nüfuz hatta çekişme alanı haline gelmesi sancak yapısının korunmasının gerekli olduğunu düşündürmüştü.
Kudüs’te merkezileşme politikaları çok keskindi
n 1847’de tüm taşra idarelerine gönderilen nizamname ile tüm vilayetlerde yeni tapu senedi uygulaması başlatıldı. Ancak Kudüs’te bu uygulamanın yürütülemediğini görüyoruz. Sebebi nedir?
Bu uygulamanın yürütülememesi Kudüs’e özel bir durum değil. Çünkü bu tarihte istisnasız tüm mülklerin tapu ile kayıt altına alınması planı henüz zemini hazırlanmış bir uygulama değildi. Yalnızca nizamname hazırlayıp yerel idarelere bunu uygulayın demek bunun için yeterli değil. Altyapısının kapsamlı bir şekilde hazırlanması gerek. Zaten uygulanamadığı görüldüğünde 1850’lerin ikinci yarısında çok detaylı bir Arazi Kanunnamesi hazırlandı, önce pilot bölgeler olmak üzere sonra tüm vilayetlerde emlak sayımları tamamlandı, taşra teşkilatlarında tapu memurları istihdam edildi ve tapu uygulaması bu şekilde mümkün hale geldi.
n Merkezileştirme politikalarıyla yenilenen idari yapılanmaların nispeten sorunsuz ilerlediğini görüyoruz. Ancak özel mülkiyete giden süreç devletin aleyhine işliyor. Bu durumun nedeni nedir?
Önce şunu belirtmeme izin verin. Evet Kudüs merkezileşme politikalarının çok keskin uygulandığı bir yerdi. Böyle önemli bir yerde büyük sorumluluklar taşıyan mutasarrıfların yetkilerinin çok fazla kısıtlanması bazı durumlarda sorunların çözülememesine de neden olmaktaydı. Muğlak ve önceden belirlenmemiş alanlarda mutasarrıfların muhakkak İstanbul’dan onay veya görüş alması gerekiyordu. Bu süreç bazen çok uzuyor, bazen de âtıl kalabiliyordu. Özel mülkiyet süreci bir yönden devletin aleyhine işlerken birkaç yönden toplumun ve hatta devletin de lehine işliyordu. Miri arazilerin özel mülke dönüşmesi devletin aleyhine gibi görünse de bu yolla mülkiyet sahipliği bilinci artarken üretim ve toplanan vergiler de artıyordu. Neticede daha geniş bir perspektiften bakıldığında özel mülkiyetin gelişmesi hem devlet ve hem de toplum için faydalı oldu. Nitekim devlet bazı durumlarda özel mülkiyeti açıktan da desteklemişti.
Nişanlar ile kişinin toplumdaki itibarı artıyordu
n Merkeziyetçi uygulamaların tezahürlerinden biri de nişanlar. Doğrudan padişah adına şahıslara gönderilen bu ödüllerin merkeziyetçi anlayışa katkısını nasıl açıklarsınız?
Nişanlar konusu çok araştırılan bir konu değil. Nişanların ortaya çıkış süreci ve şekil özellikleri incelenmiş olsa da bir ödül olarak merkeziyetçi anlayışı pekiştirmenin temel araçlarından oluşu sorgulanmış bir mevzu değil. Konuya Kudüs özelinden bakarken nişanların bu yönlerini görmeye çalıştım. 1852’den sonra taşradaki memurlara da nişan gönderilmeye başlandıktan sonra zaman içinde hem çeşitlendiler hem de gönderilen nişan sayısında sürekli bir artış oldu. Bu süreçte taşra idarelerinde görev yapan üst düzey memurlar, kendilerinden memnun olunduğu sürece nişanla ödüllendirildiler. Belli bir zaman sonra ise toplumun farklı kesimlerinden kişilere de nişan gönderilmeye başlandı. Bu tür nişan gönderimlerinde devlete bağlılık ve toplumsal fayda sağlamak anahtar kavramlardı. Merkeze oldukça uzak bir yerdeki memur ve halktan kişilere doğrudan padişah tarafından, kendi ismine gönderilen bu özel hediyeler çok önemliydi. Padişahın simgesel varlığına olan bağlılığı güçlendirirken aynı zamanda ilgili kişinin toplum nezdindeki itibarını artırıyordu.
n Kudüs’e gönderilen nişanlar göz önüne alındığında 1881 yılından sonra bu bölgedeki nişan sayısı artışını neye bağlıyorsunuz?
93 Harbi sonrasında II. Abdülhamid, otoritesini sağlarken harbin yıkıcı etkilerini azaltmak ve kendisine bağlılığı arttırmak için nişan taltiflerini etkin bir şekilde kullandı. O güne kadar tarihlerinde herhangi bir devletin doğrudan idaresi altına alınamamış olan bazı bedevi şeyhlerine dahî nişan gönderildi. Kudüs’ün sınırdaş olduğu Mısır’ın 1882’de İngiltere tarafından işgal edilmiş olması ve işgal tehlikesinin Kudüs için de hissediliyor olması, gönderilen nişan adetlerinin artışında etkili olmuş olabilir. Diğer taşra idareleri özelinde de nişan bahsi incelenmiş olsa bu konuda daha net konuşabilirdik.