Gazze’de yaşananları tarif etmek artık imkansızın ötesinde bir hal aldı. Soykırım ya da katliam ifadeleri de hafif kalıyor. Dünyanın gözü önünde gözü dönmüş siyonist vahşet her şeyi rahatça yapıyor. Kimsenin sesi çıkmıyor. Ses çıkarmak, eyleme geçmek manasında kullanılıyor burada. Zira dünya artık sadece söz söylemekle yetiniyor.
Öğrencilerin ABD üniversitelerinde yürüttüğü eylem, Avrupa sokaklarındaki protestolar, Afrika’dan Asya’da, Güney Amerika’da Arap coğrafyasına kadar bazı sağduyulu yöneticilerin ve ülkelerin net tavır ortaya koyması da içimizi soğutmuyor.
Türkiye de nihayet ticari ilişkileri tamamen askıya aldığını açıkladı. Yetmez ama evet!
Herkesin bu meselede üzerine düşenler var ama herkes çaresiz!
İnsanoğlu, insanlık tarihinde ilk kez bu duruma düştü. Elbette tarih boyunca vahşetler yaşandı. Çoğunda da kimsenin haberi olmadı. Çok sonraları vesikalarla ortaya çıktı her şey. Şimdi ise an be an belgelenmesine, canlı yayınlarla izlememize rağmen vahşet devam ediyor.
Kendimizi çaresiz hissediyoruz. Fekat tam da bu ruh halindeyken yapmamız gerekenler var. Hep yapmamız gereken bazı şeyleri şimdi daha kararlı şekilde hayata geçirmeliyiz.
Boykot, diyoruz. Her zaman olması gerekirdi ama en azından şimdi kararlılıkla boykot uygulanmalı.
Sinema zaviyesinden baktığımızda boykotun birkaç boyutu var.
Birincisi, siyonist üretimlerini ya da bu zihni savunan/eleştirmeyen yapımları, kişileri boykot etmeliyiz. Filmleri izlememeli, kişileri takip etmemeli, protesto ettiğimizi hep ifade etmeli ve vazgeçmemeliyiz.
Ancak boykotun çok daha mühim bir yüzü daha var: Üretim!
İsrail’in zulüm üzere abad olamayacağını, zulmüne yeni başlamadığını, demokrasinin tanımlayıcısı ve sözde uygulayıcısı olan Batı’nın yönetimler nazarında soykırıma ortak olduğunu, bunun da onlarca yıldır devam ettiğini anlatan filmler yapılmalı.
Sinema üreticileri, filmler ve dizilerle bu gerçeği haykırmalı. Yapımcılar elini taşın altına koymalı ve bu konudaki yapımlara yönelmeli. İzleyici, yapımların devamının sağlanması için ortaya çıkan ürüne rağbet göstermeli. Zira film üretimi çok pahalı ev bu ürünlerin müşterisinin olduğu ispatlanmalı. İzleyici, hiçbir şekilde mesuliyeti üzerinden atamaz. Doğru üretimlerin desteklenmesinin yegane yolu da izlemektir. İzleyip bahsetmektir.
Yönetmenler, özgünlüklerini bu vahşeti anlatmak için kullanmalı. Kalıcı eserlerle sadece bugüne değil yarına da söz söyleyecek yapımlar ortaya koymalı. Devletler, sinemayı tam da bu açıdan desteklemeli. Fonlar oluşturulmalı, film ve dizi üretimleri kolaylaştırılmalı.
Üretmek yetmiyor. Eserlerin yayınlanacağı mecralar oluşturulmalı. Mevcut mecralar beslenmeli, yeni mecralar için gereken yapılmalı.
Evet, tam da bu dönemde…
Kendimizi en çaresiz hissettiğimiz dönemde…
Koşu bittikten sonra da koşan atlar olarak, iyi ile kötünün mücadelesinin hiç bitmeyeceğinin farkında kalarak ayağa kalkmalıyız. Ayağa kalkanları desteklemeliyiz.
Şu durumda bile siyonist İsrail’i hoş gösteren ya da eleştiri yollarını kapatan isimleri, mecraları boykot etmeyecekse ne zaman edeceğiz! Tam da şu zamanda, boykotun en önemli ayağı olan alternatif üretimi başlatmayacaksak ne zaman başlatacağız!
Siyonizmin makyözü olan Hollywood ve Hollywood’un gelecekteki tek yaşam alanı olacak dijital mecralarda siyonist propagandaya dair üretimler için çoktan harekete geçildi. Hepinizin tanıdığı Steven Spielberg (Schilndler’in Listesi, Jurrasic Park, Er Ryan’ı Kurtarmak filmlerinin yönetmeni), Hamas üyelerinin |yaptığı iddia edilen “konser katliamı” ile ilgili belgeselini hazırladı bile. Yakında bütün mecralarda izleriz.
Peki, parasıyla övünen Körfez ülkeleri ve zengin kaynakları ile bilinen Asya ülkeleri ne yapıyor? Filistinliler Müslüman olduğu için bu hassasiyeti sadece Müslümanlardan mı bekleyeceğiz? Dünyanın geri kalan kısmı ne yapıyor? Dünyanın 5’ten büyük olduğunu haykıran Türkiye ne yapıyor bu konuda? Birkaç belgesel ve televizyon yapımı ile yetinecek miyiz?
Türkiye acil olarak Körfez ve Asya sermayesini sinemaya yönlendirmeli. Kendi film ve dizi tecrübesini kullanarak öncülük etmeli. Filistin’de yaşananların hakikatini anlatan film, dizi ve belgeseller yapılmasına öncülük etmeli. Üretimlerin yayınlanacağı uluslararası mecraları zorlamalı, yeni mecralar kurulmasını sağlamalı.
Sadece Filistinlilerin değil, bütün mazlum coğrafyaların Türkiye’den beklentisi büyük. Siyasi açıklamalarla yetinilemez. Ticari kesilmesi kafi olmamalı. Sinema ve dizi sektörünün gücünün farkına varılmalı.
Türkiye yapamazsa bunu başka hiç kimse yapamaz!