Ekmek deyince çocukluğum gelir aklıma. Sabahları, annemin mutfakta kaynattığı mercimek çorbasına mahalle fırınından aldığı bayat ekmekleri katık yaparak içerdik. Serde yoksulluk var tabii. Taze ekmeği bulmak, kokusunu duymak, belki ayda yılda bir gerçekleşen bir lükstü. Her mercimek çorbası içtiğimde o yıllara giderim; annemin sabah telaşıyla mutfağında çorba karıştırdığı, bayat ekmekleri dilimleyip çorbanın suyuyla yumuşattığımız anlar gözümde canlanır. Hâlâ bir fırının önünden geçerken duyduğum somun ekmeğin o taze kokusu, çocukluğumun o naif anılarını yeniden hatırlatır bana.
Ekmek, bu topraklarda helal kazancın, alın terinin ve rızkın sembolüdür. Geçim derdinin, hayata tutunma çabasının essiz şahididir. “Ekmeğini taştan çıkarmak” diye bir sözümüz var, bilirsiniz; milletimizin zorluklarla mücadele eden azmini ve kararlılığını gösterir. Ekmek, var olma mücadelesinde hep en öndedir; dua ile pişer, berekete dönüşür. Bayburt’un
galacoşundan Erzincan’ın ketesine, her bir ekmek çeşidi, yüzyılların izlerini ve dualarını taşır. Kültürümüzde ekmeğe duyulan saygı, aslında nimete şükrün, emeğe hürmetin, helal kazancın ta kendisidir. Çocukken yere düşen ekmeği alıp
öpmeyi ve alnımıza koymayı öğreten büyüklerimiz, bu maneviyatın ne anlama geldiğini daha küçücük yaşlarımızda öğretmiştir bizlere.
Ekmeğe saygı insanlığa saygıdır
Ekmek, edebiyatımızda da önemli bir yere sahiptir. Şiirlerimizin, romanlarımızın, hikayelerimizin baş kahramanı olur kimi zaman. Mücadeleyi, fedakarlığı, dürüstlüğü en iyi o anlatır. Dede Korkut hikâyelerinde, misafirperverliğin ve paylaşmanın sembolüdür. Mesnevi’de, maneviyat ve insan emeğiyle ilişkilendirilir; ekmek hamurunun pişmeden önceki hali, insanın hamlığına benzetilir. Hamur nasıl ateşle olgunlaşıp ekmek oluyorsa insanın da dünyadaki deneyimlerle yoğrulup olgunlaşması gerektiği vurgulanır.
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir’de ekmeğin kokusunu medeniyetin kokusu olarak tasavvur eder. Ekmek, toprakla olan bağımızı, alın terimizi ve emekle kazanılan helalliği hatırlatır. Reşat Nuri Güntekin Anadolu Notları’nda, Anadolu halkının ekmeğe gösterdiği derin saygıyı ve bunun toplumsal değerleri nasıl şekillendirdiğini gözlemler. Sezai Karakoç, Diriliş
Neslinin Amentüsü’nde ekmeği dirilişin ve bereketin simgesi olarak tanımlar.
Ekmeği paylaşmanın, insan olmanın en temel vasıflarından biri olduğunu anlatır. Yahya Kemal’e göre ekmeği saygıyla tüketmek, emeğe verilen değeri ve helal kazanca duyulan minneti ifade eder (Edebi Yazılar ve Denemeler). Cemil Meriç, ekmeğin toplumun ruhunu şekillendiren bir bağ olduğunu, geçmişten bugüne dek insanları birbirine bağladığını ve bu bağın toplumsal düzenin temel taşı olduğunu Bu Ülke kitabında hatırlatır bizlere. Meriç’e göre ekmeğe saygı göstermek,
aslında insanlığa, emeğe ve alın terine saygı göstermekle eşdeğerdir.
Doğan Cüceloğlu ile ekmekte insanı aramak
Rahmetli Doğan Cüceloğlu da ekmeği bir metafor olarak kullanarak Türk toplumunun temel değerlerini, geleneklerini
ve insan ilişkilerini anlatır. Belki duymuşsunuzdur, bir seminerinde yere bir parça ekmek bırakıp katılımcıların tepkisini gözlemlediği bir hikâyesi vardır: “Bu ekmeğin üzerine basacak birisi var mı?” Salonda derin bir sessizlik olur, kimse
kıpırdamaz. Cüceloğlu, “Sahneye çıkıp bu ekmeğe basana 100 dolar vereceğim.” der. Yine kimseden ses çıkmaz. Teklifi artar, 5000 dolara kadar yükselir ama çıt yok. Sonunda salondan biri dayanamaz ve ayağa kalkar ve “Hocam, isterseniz 500 bin dolar verin, bu ekmeği çiğnetemezsiniz, boşuna uğraşmayın!” der. Doğan Hoca, bu olayı “İşte, değerler eğitimi budur.” diyerek sonlandırır.
Bu hikâye, ekmeğin bizim kültürümüzde ne kadar derin bir anlam taşıdığını, bir ahlakın, bir vicdanın, bir inancın ifadesi olduğunu gösteriyor. İnsanların ekmek gibi kutsal bir değeri ayaklar altına almaya razı olmayışları, toplumda hala
değerlerin var olduğunu anlatıyor.
Ağacın kökü toprak, insanın kökü ekmektir
Ancak bugün, şehir hayatının hızlı akışı içinde ekmeğin kokusunu ve anlamını yitirdiğimiz zamanlar da oluyor. Sırf daha fazla kazanç uğruna ekmeğin, yani emeğin ve alın terinin değersizleştiğini de görüyoruz ne yazık ki… Cemil Meriç, “Bütün kültürler iç içe geçmiş, yabancılaşma her yeri sarmış” derken belki tam da bu yozlaşmayı kastediyor. Artık sosyal medyada değer yargıları kolayca manipüle edilebiliyor. Ekmeğe böylesine saygı gösteren bir toplum, aynı zamanda para hırsının ve hızlı tüketim alışkanlıklarının gölgesinde emeği ve alın terini giderek değersizleştiriyor. Para vererek ekmeği çiğnetebileceğiniz insan sayısı yok denecek kadar azken, daha fazla kazanmak uğruna ekmeğin değerini hiçe sayanların gün geçtikçe artıyor. Halk tarafından bir iki tepki çekiyorlar, sonra her şey normalleşiyor. Bu arada takipçileri çoğalıyor, gündemde daha fazla yer almaya başlıyor, marka reklamları, sponsorluklar derken bir bakıyorsunuz, ekmeğe hürmetsiz, kendi alanında baş köşeye oturmuş kitleleri selamlıyor. Son bir aya bakın; bebek cinayetleri, çocuğa şiddet, kadına şiddet, intiharlar, yenidoğan çeteleri… Her hafta bir başka yaralayıcı haberlerle karşılaşıyoruz. Ekmeğe hürmet bir kez yitirildiğinde sonuçları derin yaralar açar. Bebeklerin ölümünü göze alabilecek kadar paranın kölesi olan insanlar, insan hayatını hiçe sayarak gücü ve çıkarı peşinde koşanlar ve her türlü ahlaksızlığı bu uğurda mubah görenler, işte bu değer kaybının doğrudan yansımasıdır.
Bir hatıra ve geleceğe mesaj
Ağacın kökü toprak, insanın kökü ekmektir. Bu satırları, ekmeğine ve emeğine sahip çıkan, yere düşen her lokmayı üç kere öpüp alnına koyan ecdadımızın hatırasına yazıyorum. Çünkü bir medeniyet, köklerini hatırladıkça var olur. Ekmek,
bir milletin onurudur, vicdanıdır. Değeri bilinmeyen, ziyan edilen her lokma, ertesi gün kaybolan bir değer, toplumsal bir sıkıntı olarak çıkar karşımıza. Ekmeğinin değerini bilenlerden olmak.