
Adnan Giz’in Esafil-i Şark çalışması Büyüyenay Yayınları arasında okurla buluştu. Esafil-i Şark diye kendini adlandıran ve aralarında ünlü edebiyatçıların da yer aldığı bu oluşumu Ahmet Hamdi Tanpınar da anlatır.
Büyüyenay Yayınları, külliyatını yayımlamakta olduğu yazarlar arasına Adnan Giz’i de dahil etti. Öyle anlaşılıyor ki, bu zamana kadar daha çok Bir Zamanlar Kadıköy adlı eseriyle bilinen Giz, “saklı kalan” yazı dünyası ortaya çıktıkça İstanbul’un kültür tarihine yeni katkılar sunacaktır. Şimdilik üç kitabı çıktı Büyüyenay’dan yazarın: Türk Basınında İlan, Esafil-i Şark ve Belgelerle Sanayi Tarihimiz. Ben bu yazımda Esafil-i Şark üzerinde duracağım.
Esafil-i Şark, “gülmek için kurulmuş bir topluluk” diye tanımlansa da ortaya çıktıkları tarihî dönem ve toplumsal şartlar göz önünde bulundurulduğunda buradaki “gülme”nin, ilk andaki çağrışımını aşan, sosyal-psikolojiyle bağlantılı bazı anlamlar taşıdığı da muhakkaktır. Nitekim bu topluluğun asıl aktif hayatı için 1925-1935 yılları arası verilse de doğuşu hakkında kitapta geçen şu sözler dikkat çekicidir: “Uzun süren savaşlar sonunda 1918 mütarekesi yapılınca, günün acı şartlarına rağmen İstanbul’da bir eğlence ya da hoş vakit geçirme tutkunluğu baş göstermiş, bu dönemde edebiyat ve tiyatro aşamalar yapmış, sinemaya ilgi çoğalmıştı. ‘Esafil-i Şark’ gençleri, bu eğilimin etkisinde doğan bir odağın çevresinde toplamışlardı: Sohbet ve Gülmek!” Eğlence ve gülme, toplumsal şartlar düşünüldüğünde, insanların kendilerini sorunlar ve sorumlulukların dışına atma, böylece ayakta kalabilme çabası olarak okunabilir. Eğlence ve gülme, sınırları aşınca, toplum katında bir bozulma ve dejenerasyonu da getirecektir.
FARKLI MESLEKLERİN BULUŞTUĞU TOPLULUK
Eğitimci, avukat, gazeteci, doktor gibi aydın kişilerin oluşturduğu topluluğa “Esafil-i Şark” adının kendileri tarafından konulması da ilgi çekicidir. Grubun başı olarak tarihçi Emin Âli Çavlı görünüyorsa da dinamosu durumundaki isim Nazmi Acar’dır. Nazmi Acar, dikkat çekici bir kişiliktir. Onu belirleyen vasıflar taşkın zekası ve otodidakt/kendi kendini yetiştiren bir kişi olmasıdır. Evliya Çelebi külliyatını sekiz defa devretmiştir. Hammer ve Naima tarihi okumak zevkidir. En büyük özelliklerinden birisi Evliya Çelebi döneminin devlet veya medrese adamlarından biri gibi konuşabiliyor olmasıdır. İş adamı olarak vasıflandırılsa da manifaturacı yanında katiplik, bir ara polislik, kıraathane işleticiliği, dergi yayıncılığı, matbaacılık gibi işlere girip çıkmış, hiçbir işte uzun süre kalamamış son dönemlerinde bir yazıhane açarak iş takipçiliği yapmıştır. Kalenderliği, bir İstanbul beyefendisi olması, herkesçe sevilmesi onu aranan bir toplum insanı yapmışsa da o bir tutunamayandır. Genç yaşta ölen büyük yetenek heykeltraş Kuzgun Acar’ın babasıdır. Kuzgun Acar, Nazmi Acar’ın bir ara Şehzadebaşı’nda kahve ve meyhane işletirken burada çalıştırdığı ve sonra evlendiği Habeş güzeli eşinden dünyaya gelen oğludur.
MERKEZİ ŞEHZADEBAŞI’DIR
Şehzadebaşı merkezli topluluk Darüttalim başta olmak üzere o civardaki kahvehanelerde bir araya gelmektedir. Emin Âli ve Nazmi Acar’ın yanında Esafil-i Şark’ın ilk sırada gelen diğer isimleri arasında Sultanahmet Yüksek Ticaret okulu hocası ve müdürü Hüsnü Yaman, İhsan Âli, Avukat Medhi Sait, sonradan profesör olan tarihçi Mükrimin Halil Yinanç, Sanayi Odası Genel Katibi Halid Güleryüz, Topkapı Müzesi müdürlerinden Lütfi Bey, Halil Vedat, Hilmi Ziya.. bulunmaktadır. Zaman zaman katılanlar çoktur: Reşat Nuri Güntekin, Hammamizade İhsan, Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Vasfi Rıza, Küçük Kemal.. Her biri kendi çapında bir söz ustası olan grup içinde “konuşmayan, dinleyen tek üye” olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da adı geçmektedir. Buluşmalardan sonra uzaktan gelenler, Emin Âli’nin Şehzadebaşı’nda, Burmalı Mescit’in yanındaki evinde gecelemektedir.
Esafil-i Şark adını Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanından da biliyoruz. Yazar o kahvelerdeki sohbet ortamından ve ‘Esafil-i Şark’tan şöyle söz eder: “Dünyayı düzeltmek zahmetini üstlerine alan bu aristokratların altında daha geniş bir tabakaya ‘Esafil-i Şark’ adı verilmişti. Onlar kültürden, medeniyetten bu kahvedeki müşterek hayata yarayacak kadarını almakla yetinen günlük hazların ve geçim sıkıntısının veya çaresizliklerinin dışında yalnızca komiğin, aksayanın üzerinde zararsızca durmakla yetinenlerdi.”
OSMANLI’NIN SON KUŞAĞI
Emin Âli’nin Şehzadebaşı’nda Burmalı Mescit’in yanındaki evinden söz etmiştik. Nazmi Acar’ın o civarda kaldığını bildiğimiz mekan Laleli’deki Harikzedegan Apartmanı’dır. (1918 Fatih yangınından sonra evi yananlar için yapılan, daha sonra Tayyare Apartmanı diye de anılan bu bina, son olarak otel olarak kullanılmaya başlanmıştır.) Kitapta bu apartmandaki günlerle ilgili bazı hatıralar da yer alıyor. Necip Fazıl Bâbıâli adlı hatıra kitabında, Paris dönüşü, Harikzedegan Apartmanı’nda Emin Âli’nin dairesinde bir gece misafir olarak kaldığından söz ediyor. Demek ki Esafil-i Şark grubunun iki üyesi de (Nazmi Acar ve Emin Âli) bu apartmanda kalmışlardır. Bâbıâli kitabında “Esafil-i Şark” tabirini Necip Fazıl da yer yer kullanmaktadır. Esafil-i Şark söyleyişindeki eleştirel içerik onun kitabında da vardır. Ancak o, “Bâbıâli Esafil-i Şarkı” diyerek eleştirdiği çevreyi ayrıca tanımlamıştır.
Bâbıâli kitabında birkaç yerde adına ve bazı anekdotlarına yer verilen Emin Âli, Necip Fazıl’ın nazarında olumlu bir kişi olarak yerini bulur:
“[Emin Âli] Meserret, İkbal, Şehzadebaşı kahvehaneleri arası mekik dokur, ciddiye aldığı hiçbir mesele yokmuş gibi görünür, fakat umumiyetle alaycı bir üslup içinde bütün ruhî ve içtimaî davaları damgalar. İleride bir nüktesini göreceksiniz ki, ruhçuluk ve maddecilik meselesinin yüzde yüz çözümünü veren bu espri çapında bir buluşa dünya şahit olmamıştır.”
Esafil-i Şark grubunu bir başka açıdan daha yorumlamaya çalışarak yazımı tamamlamak istiyorum: Onlar, savaşlar, yıkımlar ve yıkılışları yaşamış Osmanlı’nın son kuşağıdır. Yeni devletin kuruluşu ile gelen yeni şartlar, hayat düzeni ve anlayışlar karşısında varlıklarına tam bir karşılık bulamadıkları için boşlukta kalmış insanlardır. Sahip oldukları değerler bir yönüyle karşılıksız bir çek durumuna düşmüştür. Gülme ve kendilerini alaya almalarına bir de bu açıdan bakılabilir gibi geliyor bana.






