Elif Canıbek Kesikoğlu, “Denge ve Asa” kitabını Anadolu irfanından ilhamla yazdığını dile getiriyor ve çocuklara vermek istediği mesajı şöyle özetliyor: “Sabırlı, gerektiği zaman sorgulayıcı olmak, düşünürken aklını ve kalbini aynı anda kullanabilmek gibi pozitif mesajlardan söz edebiliriz.”
Elif Canıbek Kesikoğlu’nun kaleme aldığı Ketebe Yayınları arasından çıkan “Denge ve Asa”, iki kardeşin köy hayatından fantastik Heft Asman evrenine adım atışının hikâyesini anlatıyor. Fatih ve Eren, büyüleyici bir elma ağacının altında başladıkları macerada, kendilerini olağanüstü olayların ortasında buluyorlar. Dev kargaların gökyüzünde dans ettiği, kurtların ormanın derinliklerinde uluduğu, gençlerin yedi göğe uzandığı bu dünyada, her sayfa yeni bir keşif, her satır yeni bir heyecan sunuyor.
İslam kültürüne ait bazı unutulmuş değerleri hatırlatıyor
Denge ve Asa benim için ilklerin bir araya geldiği bir eser. İlk kitap, ilk roman deneyimi, gençlerle ilk buluşma gibi. Fantastik yazmanın yanı sıra, günlük hayatımda da fantastik düşünmeyi severim. Bu, günlük yaşamı olağanüstü bir hale getirmekten ziyade fantastiğin yaşamın içinden ve olağan olduğuna inanmamdan kaynaklı sanırım. Hikâyenin ilham kaynağı ise birden fazla elbette. Ancak temel anlamda Marifetname’de okuduğum “yedi kat gökler” bahsidir, diyebilirim. Gençler için yazarken ilk kuralın didaktik anlamda bir şey anlatmak değil, onları hikâyenin içine çekmek, kendisini hikâyenin bir parçası gibi hissettirmek ve orada olmayı sevdirmek olduğunu düşünüyorum. Zamanı, mekânı, karakterleri benimseyerek gençlerin diliyle “akışta” kalmalarını önemsiyorum. Sonrasında özellikle söylenmek istenen şeyler yoksa bile mesaj kendiliğinden vücuda geliyor. Bu minvalde Denge ve Asa için korku ve aidiyet gibi duygulardan, sabırlı, gerektiği zaman sorgulayıcı olmak, düşünürken aklını ve kalbini aynı anda kullanabilmek gibi pozitif mesajlardan söz edebiliriz. Ayrıca kadim Anadolu kültürüne ve Anadolu ile bütünleşmiş olan İslam kültürüne ait bazı unutulmuş değerleri hatırlatan satırlarla karşılaşılması mümkün.
Hem evet hem hayır. Fantastiğin sözlükteki olağanüstü tanımının yerine gündelik hayatın olağanlığında olduğunu dile getirmiştim. Pazardan, marketten alıp evimize getirdiğimiz, yerken üzerine düşünmediğimiz, bizim için gayet sıradan bir meyve olan elmayı göz önüne alalım. Doğrusu onun yetiştiği ağacı. Küçük bir çekirdek toprak altındaki karanlıklarda ve gözle görülebilir, görünemez şekli şemaili tuhaf bir sürü canlıyla vakit geçiriyor önce. Bir mücadelenin ardından karanlıkları, toprağı yırtıyor ve yeşil bir filize dönüşerek ışığa kavuşuyor. Kökleriyle karanlığa saplı kalmaya devam ederken, incecik dalını büyütüp “sıradan” bir sopa diyebileceğimiz dallara dönüştürüyor. Sonrasında sopadan yapraklar, yapraklardan çiçekler fışkırıyor. Çiçekler gidiyor, ardından elmalar boy veriyor. Bilimsel karşılığı olan bu dönüşümler baktığımız zaman ziyadesiyle fantastik oluşumlar. Aynı zamanda olağan. Bu nedenle elma ağacı benim için kitabın özelinde bir sembol olmamasına karşılık, varlığına alıştığımız ve hayatımıza giriş şekline bakmadığımız diğer pek çok şey gibi fantastiğin bir sembolü diyebilirim.
Derviş Dayı karakteri dinlediğim bir figür
Derviş Dayı karakteri tanıdığım değil ama büyüklerimden dinlediğim bir figür. Bilinen adı ile Derviş Mehmet Dayı. Zamanın Anadolu’sunda yalnızca çevresi tarafından bilinen, yakınındaki insanları maddi manevi bir olgunluğa ulaştırabilmek için çabalayan bir alim. Ama Denge ve Asa’daki Derviş Dayı karakterinin ilham kaynağı başlı başına o değil. Birden fazla figürün özellikleri ve hayal gücü bu karaktere katkı sağladı. Anadolu kültürü dedik. İslam kültürü dedik. Birinin insana zengin bir doğa sunuşu, diğerinin doğa üzerinden insana bakışı birleştiğinde ortaya çıkan şey, ki bu “şey”e birçok tanım yapılabilir, muazzamdır. Anadolu’nun gezgin dervişlerine baktığımızda iç dünyalarına döndükleri yer doğadır. Duruma buradan bakınca kitapta bu bağ kendiliğinden kuruldu. Her yıl ziyaretine gitmiş olduğum köyüm de doğanın içinde kendinizi bulabileceğiniz bir orman köyüdür.
Kardeşlik ifadesi Türklükle bütünleşmiş bir ifade
Habil ile Kabil’den bu yana dünya üzerinde gelmiş geçmiş bütün insanlar, birebir aynı olayı olmasa da onun aktardığı anlam ve duygularla hikâyeyi tekrar eder, yaşar durur. Ve insanı en çok yaralayan şeylerden biridir kardeşliğin (bu öz kardeş ya da kardeş saydığı bir dost olabilir) yok oluşu. Aynı anne babadan olmanın uzağında kardeşlik ifadesi Türklükle bütünleşmiş bir ifade olmasına rağmen içinde bulunduğumuz çağda bu olgu ülkemizin kanayan ve durmadan deşilen bir yarası. Kardeş olmak, kardeşe sırtını dayamak, kardeşe güvenmek, sahip çıkmak, birlikte olmak karşıdakinin sevgisiyle cesaretlenmek gibi duyguları seviyor ve önemsiyorum.