A House in Jerusalem, Lesh Sabreen, Mute ve Sacred Stones gibi filmleriyle tanınan 38 yaşındaki Filistinli yönetmen ve yapımcı Muayad Alayan, Amerika’nın San Francisco şehrinde sinema eğitimi almış. Yüksek lisans projesi olan “Exiles in Jerusalem” belgeseli ile Kodak Ödülü’nü kazanmış olan Alayan, aynı zamanda köyündeki gençlerle birlikte çektiği ilk kısa filmi “Why Sabreen?” ile de dünya çapındaki film festivallerinden ödüllerle dönmüş. Alayan’ın “Love, Theft and Other Entanglements” isimli ilk uzun metrajlı filmi de Berlin’de prömiyer yapmış. Ödüllü yönetmen Alayan, ses getiren filmlerinin yanı sıra Filistin’deki çeşitli akademik kurumlarda film ve sinematografi eğitimleri veriyor. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen 11. Boğaziçi Film Festivali Ödül Töreni’nde “A House in Jerusalem (Kudüs’te Bir Ev)” filmiyle Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması Kategorisi’nde “En İyi Film ve En İyi Yönetmen” olmak üzere iki ayrı ödüle layık görülen Alayan, Filistin’den çıkışına izin verilmediği için ödül törenine katılamamıştı. Yeni Şafak Pazar olarak Alayan ile konuştuk.
*“A House in Jerusalem (Kudüs’te Bir Ev)” filminiz 11. Boğaziçi Film Festivali’nde Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması Kategorisi’nde “En İyi Film ve En İyi Yönetmen” olmak üzere iki ayrı ödüle layık görüldü. Filminizin çıkış hikâyesini sizden dinlemek isterim...
“Kudüs’te Bir Ev” benim üçüncü uzun metrajlı filmim. Çocukken annemin, babamın, büyükannemin 1948 yılındaki Nekbe’de (Sürgün) geride bıraktıkları hayatlarının ağırlığıyla her gün nasıl yaşamaya devam edebildiklerini düşünürdüm. Bu düşünce de beni bunaltırdı. Ailemin bildikleri, yaşadıkları hayat aniden sona ermişti ve bir daha geri dönemeyecek şekilde kaçmak zorunda kalmışlardı. Savaştan sonraki hayatları onlara eksik görünmüştü ve bir parçaları açıklanamaz bir şekilde geçmişteki eski evlerinde kalmıştı. Kardeşim Rami ve ben, 1948 yılında çocukken evlerinden ve tarlalarından zorla çıkarılan büyük annemiz ve anne babamızın anısına bu filmi yapmak için yola çıktık. Büyüklerimizin anlattıkları hikayeler ve nasıl hayatta kaldıklarına dair anılarından esinlenerek bu kişisel filmi çektik. Bu, özlemenin gücü hakkında bir film. İster bir evimizi, ister sevdiğimiz birini kaybedelim, kendimizi kırılmış hissederiz ve bazı parçalarımız kaybın travması ve sonrasıyla yüzleşemeden geçmişte kalır.
*Filistin’den çıkışınıza izin verilmediği için törene katılamadınız...
Filistin sineması bizim trajedilerimizi, yaşamımızı, aşkımızı, umutlarımızı, mirasımızı, korkularımızı ve hayallerimizi anlatıyor. Aynı derecede önemli olarak, sinemamız bizim için kararlılığımız göstereceğimiz bir araç ve alan. Filistinli sinemacılar yıllar boyunca sinemamızı, bakış açımızı ve sanatımızı dünyaya tanıtmayı başardılar. Özellikle ilk kuşak Filistinli sinemacılar için bu hiç de kolay olmadı; Filistin kimliği ve kültürüne dair her türlü Filistinli sesi ya da sembolü bastırmak için çok fazla para ve güç kullanıldı ve hâlâ da kullanılıyor. Hepimiz bu anlatıyı bastırmaya çalışan kuvvetli girişimlerle karşılaştık ve karşılaşmaya devam ediyoruz.
*“A House in Jerusalem ( Kudüs’te Bir Ev)” filminde ailenizin sürgün edilmesinden etkilenerek yola çıktığınızı söylediniz. Filmlerinizde genel olarak sizden ve hayatınızdan izler var diyebilir miyiz?
Filmlerimdeki tüm hikayeler, bizzat yaşadığım ya da yakınlarımla birlikte tanık olduğum deneyimlerden esinlenmiş ya da etkilenmiştir. Kurgulanmış olsalar da etrafımdaki gerçeklerin bir yorumu ve yansımasıdırlar.
*Biraz önce “Filistin kimliği ve kültürüne dair her türlü Filistinli sesi ya da sembolü bastırmak için çok fazla para ve güç kullanıldı ve hâlâ da kullanılıyor” ifadesini kullandınız. Sinema sektöründe hem Müslüman hem de Filistinli olarak zorluklarla karşılaştınız mı?
Filistinli sanatçılar ve sinemacılar çok çeşitli engellerle ve seslerinin ve anlatılarının sistematik olarak bastırılmasıyla karşı karşıyalar, elbette bu dünyanın belirli bölgelerinde diğerlerinden daha şiddetli. Aynı zamanda, sanatımız ve sinemamız dünya çapında geniş bir izleyici kitlesine sahip. Bu izleyici kitlesi de çok meraklı ve destekleyici bir izleyici kitlesi.
*Yaklaşık iki buçuk aydır işgalciler tarafından masum Filistinliler öldürülüyor. Gazze’de şu anda devam eden soykırım hakkında neler söylemek istersiniz?
Filistin ve Filistin davası, zamanımızın ahlaki pusulasıdır. Binlerce Filistinli katledildi ve her gün yüzlercesi ölüyor. Sözde “Batı demokrasileri” ve “özgür dünya”nın çifte standartları ve ikiyüzlülüğü hiç bu kadar açık olmamıştı.
*Başta “A House in Jerusalem” (Kudüs’te Bir Ev) olmak üzere diğer filmlerinizin çekim süreci nasıldı?
Kudüs’te yaşam korku ve belirsizlikle dolu. Şüphe yok ki işgalin Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin yaşamları üzerindeki etkisi son birkaç yılda daha da yoğunlaştı. Bu, her zamankinden daha da boğucu bir hal aldı. Bu durum, hayatın tüm yönleri için geçerli ve tabii ki sanat ve film çekmek için de. Sinema, kaderimin beni yönlendirdiği için şanslı olduğum bir ifade aracı. Filmlerim beni hayatta tutuyor ve tüm engellere, tüm olasılıklara rağmen ilerlemek ve daha fazlasını çekmek için motive ediyor. Biz ve diğer yerel film yapımcıları, işgal altında yaşamanın üzücü gerçeğiyle başa çıkmaya alışkınız. Her zaman filmlerimizi yapmak için fiziksel ve sistematik engelleri aşmamız gerekiyor. Batı Şeria’dan ekibin geri kalanıyla bir araya gelmek için kontrol noktalarını geçmesine izin vermek bir zorluktur ve genellikle mümkün değildir mesela. En başta Filistinli bir film ekibi olarak kamusal alanda bulunmak bir zorluktur zaten. Sorun yaşamamak için mümkün olduğunca gerekenleri yapmalısınız. Herhangi bir çekim gününde karşılaşabileceğiniz sorunun türünü tahmin etmek neredeyse imkânsızdır. Bu yüzden B, C, D ve E gibi yedek planlar yapmaya hazır olmalısınız.
Grup Yürüyüş’ün kurucusu ve solisti Mehmet Ali Aslan, İsrail’in Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılarda öldürülen 3 yaşındaki Rim ile “gözlerinin içini öperek” vedalaşan dedesi Halid Nebhan anısına şarkı besteledi. Çevirmen Ayçin Kantoğlu’nun Rim’in doğum günü olan 23 Aralık’ı “Dünya Şehit Çocuklar Günü” olarak önermesi üzerine beste yapan sanatçı, tüm insanlığın Gazze’den etkilendiği bir atmosfere şahitlik ettiklerini belirterek, “Özellikle Rim ile dedesi Halid Nebhan’ın hikayesi çok çarpıcıydı. Daha sonradan yansıyan videolara baktığımızda da Rim’in dedesiyle çok vakit geçiren bir çocuk olduğunu ve özel bir sevgi bağlarının olduğunu öğrendik. Böylesine bir bağ ile baktığı torunu kollarında can verdi. Bu olaydan gerçekten etkilenmememiz, bununla ilgili feryadımızı yükseltmememiz mümkün değildi” şeklinde konuşuyor.
Selo ismiyle tanınan rap şarkıcısı Selahattin Ergün, İsrail’in katlettiği Gazze’deki sivillerin sesini dünyaya duyurmak için “Free Palestine” (Özgür Filistin) adlı bir şarkı yaptığını ancak müzik ve sosyal medya platformlarının esere “şiddet” gerekçesiyle kısıtlama getirdiğini söylüyor. Ergün, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını sosyal medya platformlarından takip ettiğini aktararak, “Dünyada böyle bir vahşet tarih öncesinde bile olmamıştır. Hastanelerin bombalanması, kadın, çocuk ve bebeklerin öldürülmesi korkunç. Bunu yapanların sanki insani duygusunun olmadığını, bir vahşiliğin dışa vurulduğunu hissettim” diyor. Gazze’deki sivillerin katledildiği görüntülerin vicdanına dokunduğunu ve harekete geçmesini sağladığını anlatan Ergün, şöyle devam ediyor: “Hiçbir suçu ve günahı olmayan yaşlı, çocuk ve bebeklerin öldürüldüğünü görünce bunun durdurulması gerektiğini düşündüm. İsrail’in saldırılarını herkese duyurmak ve kamuoyu oluşturmak için şarkı yapmak aklıma geldi. Karınca misali masumların durduğu yerde durmak için onlara bir nebze faydam olsun diye Free Palestine adlı şarkıyı yaptım.”