İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Profesörü ve Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı Orhan Alimoğlu, 2014, 2015, 2016 ve 2023 yıllarında insani yardım çerçevesinde bir cerrah olarak Gazze’ye yapmış olduğu gezilerini “Sevgili Gazze, Bir Doktorun Anıları” ismiyle kitaplaştırdı. Dünyanın birçok ülkesinde insani yardım çerçevesinde sağlık alanında yardıma muhtaç yerlere çok sayıda seyahatler yapan Prof. Dr. Orhan Alimoğlu, bu seyahatleri sırasında günlük tutup, fotoğraflar çekiyor. Bu seyahatlerine dair ilk kitabını Somali çalışmalarını içeren “72 Saat Yolculuk” kitabında derlemiş olan Alimoğlu, geçtiğimiz günlerde Beyan Yayınları etiketiyle okuyucusuyla buluşan “Sevgili Gazze, Bir Doktorun Anıları” kitabında da; 2014 yılında İsrail’in Gazze’ye saldırısı sonucu yaralanan ağır hastaların Türkiye’ye getirilmesi, 2015 yılında düzenleyicilerinden biri olduğu Türkiye-Filistin Cerrahi Kongresi’nin gerçekleştirilmesi ve bazı sağlık merkezlerinin açılışı, 2016 yılında Gazze’deki cerrahlar için düzenlenen Damar Cerrahisi Kursu ve 2023 yılında Filistin Cerrahi Kongresi’ne katılmak üzere Gazze’de bulunduğu anılarını anlatıyor. Kitapta aynı zamanda dünyanın en büyük orduları, askeri teknolojileri ile yok edilmeye çalışılan bir halkın onurlu yaşam mücadelesi gözler önüne seriliyor. Alimoğlu ile Gazze’deki anılarını konuştuk.
Seyahatlerimde tuttuğum notları ileride kitaplaştırma fikri hep vardı. 2023 yılında Somali notlarımı “72 Saat Yolculuk” adıyla kitaplaştırdım. Doğrusu Yemen notlarımı yazmaya başlamıştım ancak İsrail’in Gazze’yi toptan yok etme girişimi üzerine Gazze notlarımı yazmayı öne aldım. “Sevgili Gazze” kitabı ile tarihe küçük bir not düşmek istedim. Öldürülen insanlara vefa, sıkıntı içindeki dostlarıma destek, gelecek nesillere bir mesaj, küçük de olsa yaşananlara dair bir kaynak olsun istedim. Gazze’de öldürülen insanlar, yıkılan mekanlar, kısaca Gazze unutulmasın diye yazdım. Sesi duyulmayan iyi insanlara dair bir ses olsun diye. Gazze, çok uzun zamandan beri gündemde olmasına rağmen, oradaki güzelliklerin, insani dayanışma ve sevginin politik gelişmelerin gölgesinde kaldığını gördüm, oysa Gazze her şeyden önce paylaşma ve sevgidir, okura bu duyguyu yaşatmaya çabaladım.
O dönemde Gazze’deki saldırıları yakından takip ediyorduk. Her akşam televizyondaki haberlerde çıkan görüntüleri büyük bir endişe ve üzüntüyle izliyorduk. Gazze’de yaşananlar aklımdan çıkmıyordu. Bir hekim ve insan olarak bu konuda bir şey yapamamak çok yıpratıcıydı. Manen gitmeye hazırdım. Elbette her insanda olduğu gibi orada başıma bir şey gelir mi endişesi vardı, ancak Gazzelilere dostluğumu göstermek, onlara yardım etmek istiyordum. Oraya vardığımızda ateşkes yapılmıştı, saldırılar durmuştu ama yine de endişe duyduğumu söyleyebilirim. Kaldığımız otel sahildeydi. Gazetecilerle aynı otelde kalıyorduk. O zamanlar bugünden farklı olarak gazeteciler hedef alınmıyordu genellikle, yine de sabahları denizin üzerinden alçaktan uçan savaş uçaklarının otelin camlarını sarsan şiddetli gürültüsünün hepimizi endişelendirdiğini hatırlıyorum. Giderken herhangi bir tereddüttüm olmadı. Bu seyahati bana verilmiş bir ödül olarak değerlendirdim.
Amacımız öncelikle ağır yaralıların tespiti ve Türkiye’ye getirilmesiydi. Bunun yanı sıra özellikle yıkılan hastaneleri de ziyaret ettik. Yok edilen sağlık altyapısının yeniden ayağa kaldırılması gerekiyordu. Sağlık altyapısındaki tahribatın yanı sıra, Gazze’de içme suyuna erişimin tamamen kesildiğini, elektriğin olmadığını, 10 bin evin yıkıldığını, 30 bin evin hasar gördüğünü ve yaklaşık yarım milyon insanın evsiz kaldığını belirledik. 13 devlet hastanesinden çalışabilen Şifa, Kemal Adwan, Avrupa ve Al-Nasser hastanelerinin çok ciddi tıbbi malzeme eksikliği mevcuttu; Beyt Hanun, Wafa, El Aksa Şehitleri gibi hastaneler saldırılarda hedef alınıp yıkılmıştı ve hiçbir sağlık hizmeti veremiyorlardı. Binlerce yaralı vardı. Ancak sağlık kuruluşları ve hastaneler yeterli değildi. Yatak sayısı yetersizdi, tıbbi malzeme sıkıntısı yaşanıyordu, tecrübe eksiği vardı. Şifa Hastanesi’nde yaptığımız hasta ziyaretlerinde benzer sorunların çok daha fazla olduğunu tespit ettik; yaralı sayısı çok yüksekti hem hekim hem yatak sayısı ve hem de tıbbi sarf malzemeleri ve ilaç yetersizliği dramatik seviyedeydi. Hastanedeki her alan hastalarla doluydu, hekimler büyük bir özveriyle ve zor şartlar altında mücadele etmekteydiler. Meslektaşlarımız ameliyatları büyük imkânsızlıklar içinde, yetersiz personel, malzeme ve yetersiz teknolojik altyapıyla gerçekleştiriyorlardı.
Her odaya teker teker bakıyorduk. Yatakta, sedyede, yerde nerede olursa olsun bütün hastaları incelemeye çalışıyorduk. Attığımız her adımda, girdiğimiz her odada, dolaştığımız her koridorda dram vardı. Sokaklar da yıkılan bina enkazlarıyla doluydu, yollar tahrip edilmişti. Bu katastrofik manzaranın içinde koşuşturan, oyun oynayan çocuklar ve yaşamaya direnen, birbirine yaslanan insanlar gördük. Büyük bir onurla, Türkiye’den geldiğimizi öğrenen istisnasız her Gazzeli’nin yüzünde beliren tebessümü ve sevgiyi gördük.
Dünyanın en derin noktasından en yoksul bölgesinden çıkıp gelmiş gibi hissediyordum. Sanki izole bir hapishaneden çıkmıştım. Gazze’de her an her şey olabileceğini bilerek hayata devam etmek gerekir. Şehrin ortasında milyonlarca insanın kaldığı büyük kamplar vardı, insanlar bu kalabalık kamplarda kirlilik ve açlık içinde, çok zor koşullarda yaşama tutunmaya çalışıyordu. Gazzelileri terk etmenin hüznünü yaşadım, bir parçam orada kalmış gibi. Oradan ayrılırken fark ettim ki bir daha Gazze’yi unutmak mümkün olmayacak.
Hunharca yapılan saldırılar sonucu yaralanmış ve üst üste dört defa Şifa Hastanesi’nde ameliyata alınan Meysera’nın hikayesi. Şarapnel parçaları rahmine kadar girmiş ve çok kanaması vardı. Ameliyata alındığında rahminin içindeki bebeği artık yaşamıyordu. Kundaktaki, sokaktaki, evdeki, oyun parkındaki çocukların öldürülmesine dahi tanık olmuştuk ama ilk defa bir kadının karnındaki bir bebek şarapnel parçalarıyla henüz dünyaya gelmeden hayata veda etmişti. Meysera iki çocuk annesiydi. Bu saldırı sonrasında çocuğu olamayacaktı. İki çocuğu var yeterli diyebilirsiniz ama Gazze’de kadınlar genelde çok çocuk sahibi olurlar, bir kısmının İsrail tarafından öldürüleceğini, bir kısmının hastalıktan öleceğini, geriye kalanların da kendilerinin olacağını düşünürler. Meysera ile konuştuğumuzda “Evde oturuyordum. İsrail uçakları evimizi bombaladı. Hamileydim, karnıma şarapnel isabet etti. Bebeğimi kaybettim. Saldırılarda 6 akrabam hayatını kaybetti, 7’ncisi ise karnımdaki bebeğimdi. Dört ameliyat geçirdim. Çok acı çekiyorum. Sağ bacağımı hareket ettiremiyorum” diye derdini anlatmaya çalışmıştı. Burnundaki hortumla zor konuşuyordu. Meysera aklıma Nuri Pakdil’in şiirini getirmişti:
“Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar...”
Gazze’deki toplam çocuk nüfusunun 1.1 milyon olduğu göz önüne alındığında Gazzeli çocukların yüzde 2’ye yakını katledilmiştir, bir kısmı da kayıptır, diğer bir kısmı da yetim kalmıştır. Buna rağmen Filistin halkı tüm dünyanın kaybettiği insanlık ve onurunu ayakta tutmuştur. Bu saldırılarda yaşamını kaybeden çocuklar, kadınlar dünyaya adeta büyük bir yalanı ifşa etmişlerdir: dünyanın ileri (!) toplumlarının ve özellikle devletlerinin, uluslararası kurumların propagandasını yaptıkları, üzerinden dünyanın geri kalanını gerilikle suçladıkları insan, kadın, çocuk ve hayvan hakları; canlıların ve çevrenin korunmasına ilişkin yasalar, bu devletlerin, toplumların çıkarlarıyla ilgili parlak yalanlardan ibaretmiş. Batının sömürge tarihi boyunca yaşanan zulüm adeta canlı yayında dünyanın gözleri önünde tekrarlanırken susan, hatta destek olan bu ileri (!) ülkelere karşılık, dünyanın her yerinde büyük bir duyarlılıkla sokakları dolduran vicdan sahibi insanlar, Gazze’nin mazlum ve masum çocukları, kadınlarıyla omuz omuza bu iki yüzlülüğü haykırdılar. Gazze hayatları ellerinden alınmış çocuklarıyla, parçalanmış cesetleriyle, açlıktan ölen insanlarıyla, akla sığmaz acılarıyla dünyaya yeniden insan olmayı öğretiyor. Öyle görünüyor ki sevgili Gazze iyileşmeden dünya iyileşemez. Zulümden en çok yaralanan Gazze’nin yaralarının iyileştiği, zulmün yok olduğu günleri en kısa zamanda görmek umuduyla.